Boşanma Sebepleri Ve Çözüm Yolları -22- Kriz Yönetimi Eksikliği

Dünya hayatı, sürprizlerle dolu… İnişler, çıkışlar, çalkantılı dönemler ve şok edici ânî sarsıntılar, çeşit çeşit imtihanlara gebe… Yeni nesil ise, öncekilerle kıyaslanması imkânsız derecede sanal bir âlemde yetişiyor ki; bu, onlar için çok büyük bir dezavantaj... Önden giden atlıların örnek hayatlarına bîgâne kalındığı nisbette, tecrübe aktarımından mahrum kalınıyor. Pek çok sıkıntı karşısında ecdâdımızın, Allah dostlarının ve peygamberlerin uyguladıkları çözüm teknikleri, takındıkları tavır, bir projektör gibi yolumuzu aydınlatıyor oysa; görebilenler için…

Günübirlik problemleri en az yıpranmayla ya da problemsiz sayılabilecek bir şekilde çözebilmek bile pratik ve dikkat istiyor şüphesiz. Bunun için, çocuk yaşlardan başlayarak alınan eğitimlerin hayatla ne kadar iç içe olduğuna dikkat etmek gerek... Çok okumak ve bol gözlem yapmak, karakterin inkişâfı uğrunda çaba göstermek; her bir fert için en büyük zaruretlerden…

Gençlerimiz, günümüzün düşünmeye âdeta fırsat bırakmayan film, dizi, müzik ve sayısız oyunlarından, sosyal medyanın sahte koridorlarından ne kadar yakalarını kurtarabilirlerse, kendilerini bekleyen hayata o kadar bilinçli adım atabilecekler belki de…

Küçük problemler bile, gün geldiğinde “bardağı taşıran son damla” olarak karşımıza çıkabiliyorken, “kriz” denilen durumlara hazırlıklı olmak; tâbiri câizse “gardını almak” da mutlaka hesaba katılmalı… Aksi takdirde, özellikle eşlerin birbirini yakından tanıdığı dönemde; yani evliliğin ilk beş yılında yaşanan problemler; sırf yaklaşım tarzının yanlışlığı yüzünden kişi üzerinde normalinden fazla tesir bırakabiliyor. Bu yüzden istatistik sonuçlarını incelediğimizde, evliliğin ilk beş yılındaki boşanmaların, diğer yıllara kıyasla çok daha dikkat çekici yüksek bir seviyede olduğunu teessüfle görüyoruz:

 

EVLİLİK SÜRESİNE GÖRE BOŞANMALAR

Evlilik Süresi, Boşanma Sayısı ve Yüzdesi (2014 yılı)[1]

 

1 yıldan az                 4.727;              % 3,6

1-5 yıl arasında         47.090;           % 36

6-10 yıl arasında       28.595;            % 21,8

11-15 yıl arasında     17.987;           % 13,7

16-20 yıl arasında     14.083;            % 10,8

21-25 yıl arasında     8.623;              % 6,6

26 yıl ve üstünde       9.538;              % 7,3.

 

Nefis terbiyesi eksikliği, “ben”den “biz”e geçişe hazır olmama, sorumluluk ve risk almakta zorlanma, tahammül ve sabır azlığı; meselelerin altında yatan başlıca çıban başları…

Gerek sıradan, gerekse sıra dışı problemler için ise ilâç; “kriz idâresi”ni başarabilmekte... Kriz idaresi için, hayatın değişen şartları karşısında savrulmama, soğukkanlı olarak hâdiselere yaklaşabilme becerisine sahip olmak diyebiliriz. Pireye kızıp yorgan yakmadan, gerçek ve kıymetli olan sabrın, problemin ilk anında gösterildiğini[2] unutmadan, temkin ehli olabilmektir ideal olan…

Yolunda emeklemek bile olsa, biz âciz kullara düşen, Rabbimizin yardımını ısrarla isteyip elimizden geleni yaparak ümitle tevekkülü kuşanabilmektir.

Bu arada, evliliğin ilk beş yılına dikkat çekişimizden, kriz idaresine bu yıllarda alışılıp, daha sonra hiçbir problem çıkmayacağı zannedilmesin. Zira evliliğin hangi yılında olunursa olunsun, tutum ve yaklaşımlarda îtinâ yitirilip muvâzene korunmadığında, nice çamlar devrilerek hataya düşülebilir. Dolayısıyla bu beceri, ömür boyu sabırla sergilenmelidir.

Muhtemel problemlere karşı mümkün olduğunca, “B plânı” bulundurmak, işleri kolaylaştırabilir. Kriz anlarında, lâfın nereye gideceğini düşünmeden esip gürlemenin, etraftakileri kırıp incitmenin; kriz sonrasını başlı başına bir problem hâline getireceği de hatırdan çıkarılmamalıdır. Ayrıca zaten nefsin şaha kalktığı, kontrolü zor zamanlar olan kriz devresinde, bir suçlu arayıp, bütün sorumluluğu eşine yıkmak da en çok düşülen hatalardan birisidir. Geçirilen bir kaza, maddî-mânevî bir kayıp, çocukların başarısızlığı ya da türlü meseleleri, akraba geçimsizlikleri gibi pek çok nâhoş durumda eşine yüklenmek, telâfisi zor durumlara yol açabilir.

Velev ki, yüzde yüz sorumlu ya da suçlu eşimiz bile olsa; onun ziyadesiyle anlayış ve desteğe ihtiyacı olduğu zamanda, hayattaki en yakını olarak bir darbe de biz indirdiğimizde açılan yara daha çok can yakıcı bir hâl alacaktır. Her zamanki gibi çare, empati yapabilmekte, diğergâmlığı kuşanabilmekte, kendimize nasıl muâmele edilmesini istiyorsak öylece davranabilmektedir. El ele verilip, dayanışma içinde olunması gereken en önemli zamanlardır, kriz anları… Hayat arkadaşlığının esas misyonu orada ortaya çıkacaktır. Hâl böyle iken, engellerin üzerinden omuz omuza vererek aşmak yerine, maratondan vazgeçmek ise çağımızın hastalığıdır diyebiliriz. Bu yüzden ecdâda kıyasla boşanma oranları korkunç seviyelerde…

* * *

“Kriz idaresi” denince aklıma gelen en zirve misallerin başında Yâkub -aleyhisselâm- var. Onun havsalamızı zorlayan yaklaşımı, kıyamete dek gelecek nesillere Kur’ân-ı Kerîm’de aktarılmaya devam edecek.[3] Düşünsenize, gözbebeğiniz, ciğerpârenizin kanlı gömleği elinize verilmiş; getirense diğer oğullarınız… Yalanlarını da ayan beyan ele veriyor, sapasağlam gömlek… Oğulcuğunuzun ölüp gitmiş olması kuvvetle muhtemelken, yine de değil esip gürlemek; hatalarını yüzlerine vurmuyorsunuz bile…

“-Bana düşen sabr-ı cemîldir!” deyip susuyorsunuz.

Nasıl ka’bına varılmaz bir tevekkül değil mi?

Ya Hazret-i Ümmü Süleym, yani Rumeysâ -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz? Hasta çocuğunun vefâtını sükûnet ve tevekkülle karşılayıp; bununla kalmayarak eşinin istirahatine halel gelmemesi için bu acı haberi vermeyi geceden sabaha erteleyen ve alıştırarak, teskin edici bir üslupla durumdan haberdar eden âbide şahsiyet…

Bu destansı sabrıyla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayır duâsını kazanmak bahtiyarlığına erişmiştir. Hadiseyi naklederek tekrar yâd etmiş olalım:

Hazret-i Ümmü Süleym’in oğlu ağır hastalanıp babası Ebû Talha’nın evde bulunmadığı bir sırada ölmüştü. Ümmü Süleym, onu yıkayıp kefenledi ve evin bir köşesine koydu. Buhurlayıp üzerini örttü. Ev halkına da:

“-Ebû Talha’ya oğlunun öldüğünü, ben söylemedikçe, hiçbiriniz söylemeyiniz!” diye tenbih etti.

Akşam olunca, Ebû Talha -radıyallâhu anh- eve geldi.

“-Çocuk nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym -radıyallâhu anhâ- da:

“-Çocuğun ızdırabı dindi. Rahatladığını sanıyorum!” dedi.

Hazret-i Ebû Talha, onun bu sözünden, çocuğun gerçekten iyileştiğini sandı. Ümmü Süleym -radıyallâhu anhâ- akşam yemeğini hazırladı. Kocası oruçluydu. Ona yemeğini yedirdi, içirdi. Geceleyin de eşi için özenerek süslendi. Sonra yattılar. Gecenin sonuna doğru Ebû Talha -radıyallâhu anh- mescide çıkmak isteyince, Hazret-i Ümmü Süleym:

“-Ey Ebû Talha! Şu komşumuzun yaptığına baksana!..” dedi. O da:

“-Ne oldu?” diye sorunca:

“-Benden emanet bir şey aldılar. Onu geri aldım diye ağlamaya başladılar.” dedi. Hazret-i Ebû Talha:

“-Hiç öyle şey olur mu?” deyince, hanımı:

“-İşte, Allah Teâlâ bize verdiği emanetini geri aldı.” diyerek çocuğun öldüğünü kendisine bildirdi. O da bunun üzerine:

“-İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!” dedi.

Sonra sabah namazını kılmak için mescide gitti. Namazdan sonra çocuğunun öldüğünü ve hanımı ile arasında geçen durumu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize haber verince her ikisi için de:

“-Cenâb-ı Hak, bu gecenizi hakkınızda mübârek eylesin!” diye duâ etti.

O gece, Ümmü Süleym -radıyallâhu anhâ- oğlu Abdullah’a hamile kalmıştı. Bu çocuk, Ümmü Süleym’in, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber katıldığı bir harpte dünyâya gelmiş, Peygamber Efendimiz ona Abdullah ismini koyup, hakkında hayır duâ etmişti. Bu duânın bereketiyle Abdullah bin Talha’nın yedi veya dokuz oğlu olmuştu ki, hepsi de Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyip hâfız olmuşlardı.

* * *

Tarih, nice zor durumlardan alnının akıyla çıkmayı başarmış kahramanların benzer hikâyeleriyle dolu iken, biz Hazret-i Yâkub ve Ümmü Süleym’in bu örnek hâlleriyle, meseleye dikkat çekmekle yetinelim.

Mesele, Allah Teâlâ’nın, “her zorluğun yanında” mevcut bulunduğunu îlân ettiği “kolaylığı” keşfedebilecek basîrete sahip olabilmekte…

Rabbimiz taşıyamayacağımız imtihanlardan cümlemizi muhafaza buyursun. Hayatın değişen şartları karşısında derya gönüllü olarak mukâvemetimizi muhafaza etmeyi, tevekkülü elden bırakmamayı lûtfeylesin. Bizi gözlerimizin aydınlığı olacak eş ve zürriyetlerle nîmetlendirsin. Âmîn.

 

[1] Bkz: 02. 04. 2015 tarihli, Türkiye İstatistik Kurumu Haber Bülteni, sayı: 18628.

[2] “Hakiki sabır, (musîbetin) ilk ânında gösterilendir.” (Buhârî, Cenâiz, 32)

[3] Bkz: Yûsuf sûresi, 18. âyet vd.

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle