Gelişme Hızlanıyor

  1. haftada fetüsün ağırlığı 100 grama ulaşmış; baş, vücuda göre orantılı bir hâl almaya başlamıştır. Bu dönem, hareketliliğin anneler tarafından fark edilmeye başlandığı zaman dilimidir. Halk arasında buna “bebeğin canlanması” adı verilir. Ancak o, anne rahmine düştüğü andan itibaren canlıdır. Aslında embriyo 6 haftalık iken, hareketleri başlamıştır, fakat bunu anneler hissedemezler.
  2. haftada dolaşım ve boşaltım sistemleri mükemmel çalışmaktadır. Fetüs, amniyon sıvısını yutar ve mesanesinden atar. Bu sıvının yutulması, sindirim ve boşaltım sistemlerinin hem çalışmasını, hem de gelişerek doğum sonrasına hazırlanmasını sağlar.
  3. haftada, akciğerlerin içinde hava keseleri gelişmeye başlar. Bunların faaliyeti doğumdan sonra olacaktır.

Gözler, göz kapakları ile korunmaya alınmış ve gerçek yerine oturmuştur. Kaşlar ve kirpikler gelişir. Göz gibi hassas bir organın etrafında gelişen bu yapılar, hem ona estetik bir görünüm katarlar, hem de zararlı tesirlerden muhafaza ederler.

Yüzde yağ birikmeye devam eder.

  1. haftada, peynire benzeyen kalın, yağlı bir madde, su geçirmez bir bariyer gibi fetüsü sarar ve amniyon sıvısının zararından onu korur. Sinirler de başka bir yağ tabakası ile korunmaya alınmıştır. Bu korunma, aynı zamanda sinir sisteminde hızlı ve akıcı iletimi de sağlar. Böylece düzenli ve uyumlu hareketler yapılabilir. Nabız ve solunum hareketleri ritmik hâle gelmiştir. Hekimin annenin karnına koyacağı muâyene aleti ile fetüsün kalp sesleri dinlenebilir.

Yine bu haftada, yeni doğmuş bir bebek gibi uyuma-uyanma periyotları kendini gösterir.

  1. hafta, anne rahminde geçirilecek sürenin de yarısına gelindiğini gösterir. Boyu 16 cm, ağırlığı 255 gram olmuştur. Yüzü daha olgunlaşmış; başı, vücuda daha da orantılı hâle gelmiştir. Derisi kalınlaşmış, arasında kıl folikülleri ve ter bezleriyle bütün tabakaları oluşmuştur. Kafa derisindeki kıllar, diğer yerlere göre daha fazla uzar. Kız bebeklerde rahim gelişimi başlar.
  2. haftadan sonra fetüsün gelişimi daha hızlı şekilde devam eder. Kas gelişimi belirgindir. Anneden bebeğe geçen bağışıklık hücrelerinin transferi başlar. Bunlar onu doğumdan sonra 6 ay daha koruyacaktır. Koku, tat alma, dokunma gibi duyuları taşıyacak olan sinirler, beynin kendilerine ait özel bölümlerinde gelişir. Hâfıza ve düşünme fonksiyonlarıyla alâkalı olarak, hücreler arası bağlantılar artar. Bu haftalarda, seslere hafif tepkiler verebilir.
  3. hafta civarında, ağırlık 360 grama ulaşır. Cilt altı yağ kalınlığının artması sebebiyle fetüs, yeni doğan bebek görünümü almaya başlar. Gözlerin gelişimi tamamlanır. Vücudun hastalıklara karşı savunması için gerekli beyaz kan hücrelerinin gelişimi, yutma hareketlerinin artması ile kalın bağırsakların hareketleri başlar.

Akciğerlerin havayı içine çekebilme yeteneğini biraz daha fazla kazandığı zaman dilimidir. Bu, erken doğumlarda önem arz etmektedir.

  1. hafta civarında kaş ve kirpik gelişimi tamamlanır. Beyin gelişimi hızlanır. Erkek bebeklerde testisler yerlerine doğru iner, sperm hücrelerinin üretimi ve testosteron salgılanması başlar.
  2. hafta, yüzü de vücudu da gelişmiş, bir bebeğe daha çok benzer durumdadır. Cilt, hâlâ altındaki organ ve kemikleri biraz göstermektedir.

Bebek, anne rahminde sessizlikte yaşamamaktadır. Annenin organlarının ve dolaşımının sesi, kendi çıkardığı sesler, dış dünyadan gelen sesler gibi pek çok sese mâruz kalır. Uyanık olduğu bütün zamanlarda sesleri dinler, bunlara korku refleksi şeklinde tepkiler verir. Annesinin sesini daha doğmadan tanır ve diğer seslerden ayırt edebilir. Anne, karnına hafifçe vursa bile fetüs uyanabilir.

  1. haftada ağırlık yarım kilo, boy 21 cm’dir. O, uzmanlara göre, artık dışarıda yaşayabilme sınırına ulaşmıştır. Bu yüzden bu hafta bir dönüm noktasıdır. Ancak akciğerler hâlâ çok yetersiz ve hava kesecikleri olgunlaşmasını tamamlamamıştır. Doğumdan sonra akciğerler için elzem olan maddelerin üretimi başlamıştır. Bu akciğerlerin genişlemesine yardımcı olacaktır.

El ve ayakların derisi, vücudun diğer yerlerine göre daha kalındır. Cildi sarmalayan yağ tabakası, bebeğin suyun içinde şişmesini önler. Erken doğan bebeklerde bu madde ciltte bol miktarda bulunmuşken, zamanından geç doğumlarda bulunmaz. Bu madde, doğumdan sonra da bebeği koruyacağı için doğumdan sonra birkaç gün içinde kendiliğinden kaybolması beklenir, su ile yıkanmaz.

Zamanından önce doğan bebeklerde en ciddi problemlerden biri, akciğerlerin yeterli olgunluğa ulaşmamasıdır. Akciğerlerin genişlemesinde çok önemli bir maddenin üretimi başlamadan, bebek, dış dünyada yaşayamaz. Zira sadece birkaç dakika oksijensiz kalmak, pek çok hayâtî fonksiyonu durduracaktır. Anne karnında akciğer solunumu yapmadığı hâlde, dış dünyada yaşamaya hazırlanan fetüs; gelişiminin ikinci yarısına geldiğinde bu önemli maddenin üretimine başlar.

40 hafta suyun içinde yaşadığı ve annenin kanındaki oksijeni kullandığı hâlde, sonunda buradaki hayatının biteceğini ve mâcerasına başka bir âlemde devam edeceğini biliyordur. Farklı bir dünyanın şartlarına odaklanarak gelişimini sürdürür ve gerekli adımları zamanı geldiğinde tereddütsüz atar. İşte bu adımlardan biri, nefes alıp vermede hayatî öneme sahip bir madde olan “sürfaktan”dır.

Derin bir nefes alıp verirken ne kadar büyük bir nimete sahip olduğumuzu hiç düşündük mü? Peki ya almanın ayrı, vermenin ayrı bir nimet olduğunu? Havayı içimize nasıl çekeriz, nefes alırken atmosferden içimize çektiğimiz şey nedir? Nasıl hücrelerimizin içine kadar girer ve tekrar geri çıkar?

Bu, gözümüzle göremediğimiz şey bize nasıl hayat kaynağı olur? Akciğerlerimizin içinde nasıl bir fabrika vardır ki, dışarıdan gelen maddeyi analiz ederek onu vücut hücrelerinden gelen atık madde ile değiştirir? Vücudun buna ihtiyacı olduğunu nereden bilir?

Trilyonlarca hücreye uğradıktan sonra, binlerce kilometre yol kat’ederek gelen kandaki atıkları göğüs kafesinin içindeki daracık alanda saniyeler içinde nasıl değiştirir? Hücrelerin ihtiyacı olan oksijenin devamı nasıl sağlanır? Akciğerlerimiz bir balon gibi şişip inerken hiç zorlanmazlar mı?

Bütün bunların ve konuyla ilgili aklımıza gelebilecek diğer soruların cevabını, bir sonraki yazıya bırakalım. Lâkin bunca nîmetin ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok nîmetin şükrünü hiçbir zaman bırakmayalım, inşâallâh.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle