Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Yeni bir “Velâdet (Mevlid) Kandili” arefesindeyiz. Yıllardır uyguladığımız gibi, bu sene de Velâdet-i Nebî münasebetiyle dergimizin bu sayısını Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anmaya ve anlamaya tahsis ettik. Bu sayıda Peygamber Efendimiz-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Şefaati’ni gündem olarak belirledik.

Kıymetli okuyucularımız; gün geçmiyor ki, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in büyüklüğünü, güzelliğini ve haklılığını ortaya koyan bir hâdiseyle karşılaşmayalım. Tarih ilerledikçe, zaman eskidikçe İki Cihan Seyyidi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gençleşiyor. O’nun çağlar ötesinden önümüzü aydınlatan hikmet ve tavsiyeleri, her gün hepimize ter ü taze yeni ufuklar açıyor, ümid ve heyecanımızı tazeliyor.

Biz, Allah Teâlâ’yı O’nun vâsıtasıyla tanıdık. O’nun vesilesiyle Kur’ân-ı Kerim’le muhatap olduk. O’nun şahsında “en güzel insanın” ve “en güzel kulun” özelliklerini öğrendik. Dünyada O’nun “Âlemlere rahmet olarak gönderilişi”nin izlerini sürdük, O’nun rahmet yağmurları altında ıslandık. İnşâallâh ümidimiz ve duâmız, O’nun şefkat kanatlarının âhirette de bizi sarıp sarmalamasıdır.

Bugün maalesef hâricî ve dâhilî birtakım art niyetli insanların estirdiği propaganda rüzgârı ve algı operasyonları neticesinde, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsiyeti, sünnet-i seniyyesi, faziletleri, O’nun elinde gerçekleşmiş mûcizeler vs. hep tartışma odağı hâline getirilmek isteniyor. O Efendiler Efendisi, “sıradan, basit, hiçbir vasfı, fazileti ve yetkisi olmayan bir postacı” hükmüne indirilmek isteniyor.

Bu basit bir ifade veya gözden uzak tutulacak “hafif bir ilmî tartışma” değil! Bu nübüvveti anlamamanın, anlamak istememenin neticesi… Bu, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sağlığında O’nun nübüvvetini kabul etmemenin başka bir adı… Kaba ifadesiyle:

“-Sen bir şeyler söylüyorsun, ama ben senin söylediklerini çok da ciddiye almıyorum!” laubâliliğinin ete-kemiğe bürünmüş şekli!..

Oysa Kur’ân-ı Kerîm, insanları ve hattâ ashâb-ı kirâmı Peygamber Efendimiz’e karşı edebli olmaya çağırıyor. O’nun sözü üstüne söz söylemeyi, O’na karşı sesini yükseltmeyi yasaklıyor. O’nun emrettiği şeyleri, “Allâh’ın emri” olarak görmeyi, O’nun yasaklarını “Allâh’ın hududu” bilmeyi emrediyor. Hattâ O’nun verdiği hükme, gönlünde en küçük bir burûdet olmadan teslim olmayı, Allâh’a îmanın şartı kabul ediyor. Allâh’ı sevmenin ve Allâh’a itaat etmenin, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet ve bağlılıktan geçtiği vurgulanıyor. Kur’ân-ı Kerim daha ne desin, görmek-duymak isteyene Allah Rasûlü’nü nasıl takdim etsin?!

Peygamber Efendimiz’in haber verdiği şefaat hususuna gelince, Ehl-i Sünnet Îtikadı, âhirette şefaatin hak olduğunu kabul eder. Kur’ân-ı Kerim’de buna işaret eden birçok âyet yanında, Peygamberimizin de mânevî tevâtür derecesine ulaşacak nisbette şefaat hakkında hadîs-i şerîfleri vardır. Mesele şefaatin nasıl olacağı? Bir-iki cümle ile özetlemeye çalışırsak:

Şefaat, Allâh’ın izniyle, Allâh’ın izin verdiği kimselere ve yine Allâh’ın izin verdiği kimseler tarafından yapılacaktır. Bu, “kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağı” Allâh’ın adâleti gölgeleyen bir durum değil, aksine Allâh’ın fazl ve ikramını ispatlayan bir hâldir. O, sevdiği ve affedeceği kullarına, sevdiği kullarını vesile ederek affetmektedir. O’nun fazl u ihsanı geniş, afv ve merhameti sonsuzdur. Biz de “en sevdiği kulu” hürmetine, kendisinden afv, mağfiret ve nihayetsiz ihsanını bekleriz.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle