Ehl-İ Takvâ, Ol Kişidir Ki…

İnsanoğlu tarih boyunca Rabbini tanımaya çalışmış, her gördüğü eşyada ve yaşadığı hâdisede Yaratıcı’sından izler aramıştır. Kulunu çok iyi tanıyıp ona şahdamarından daha yakın olan Rabbi ise, insanoğlunun bu ihtiyacına, gönderdiği ilâhî kitaplarıyla cevap vermiş, kendisini anlatmış, tanıtmıştır.

 Muhâtabı bilmek ve tanımak, iletişimi artıran en önemli sebeplerdendir. Nitekim insanoğlu, Allah Teâlâ’nın ebedî ve ezelî hayat sahibi olduğunu, “el-Hayy” ism-i şerîfiyle öğrenmiş; O’nun varlığını her dâim yanıbaşında hissetmiştir. “el-Kayyûm” ism-i şerîfiyle, var olan her şeyin yönetim ve idâresinin O’nun tasarrufunda bulunduğunu idrâk edip yüceliği karşısında tesbih ve tazarrûda bulunmuştur. Hayatın her zorluk ve meşakkatinde ise “el-Velî” ismiyle yalnız olmadığını hissetmiş, “el-Vedûd” ism-i şerîfiyle O’nun kullarını çok sevdiğini öğrenmiş, ümitvâr olmuştur.

 

Takvâya Yürüyüş

Âlemlerin Rabbi’nin bir ism-i şerîfi de “ve-he-be” kökünden gelen “el-Vehhâb”dır. Sözlükte, “karşılıksız her yerde ve her zaman bolca bağış yapan” mânâsına gelen “Vehhâb” ismi, ıstılâhî mânâda ise; “Mübâlağa (fazlalık) ve devamlılık bildirerek hiç durmadan hîbe eden, hastalara şifâ, dertlilere devâ veren, çocuğu olmayanlara çocuk ihsan edip yolunu kaybetmişlere hidâyet sunan, isteyip arzu eden herkesi hüküm ve hikmetle ikramlandırıp saltanat lutfeden, duâlara cevap veren…” demektir.

Birbirinden müstesnâ, yüzlerce, hattâ binlerce isim ve sıfatla müsemmâ olan Allah Teâlâ’nın, kendisine değer verdiği bir kul olarak dünyaya gelmek ve halifesi olarak vazifelendirilmek insanoğlu için çok büyük bir şereftir.

Bu kadar yüce ve cömert bir Rabbe itaat ve tesbihte bulunmak da, akıl sahibi bir kul olmanın hem îcâbı ve hem de var oluş sebebidir. Sonsuz hazinelere sahip bir hükümdara sunulacak hediyeler de alelâde olamaz; tâat, hamd ve senâlar îtina ister, nakışlar hassasiyet ister. Gönüllerin saf, katıksız, ince; seslerin, kısık ve mahcup olması gerektir. Yaşanılan her demde, yapılan her işte, önce Mahbûb’un rızâsı aranır, muhabbeti gözlenir. Gece-gündüz denilmez, seherler beklenir, uğruna, kaftanlar koltuklar terk edilip yollar aşılır.

Namazlar, Sevgili’ye en yakın olmanın haz ve huzuru içinde tâdil-i erkânla, en efdal zikir olan uzun kıraatlerle kılınır. Tesbihler, tehliller Sevgili’ye hitap etme arzusuyla gönülden, ıslak gözlerle söylenir. Sevgili’nin yanlarında bulunduğu yetimler, mazlûmlar, dullar, kırık gönüller daha sık ziyaret edilir, ellerinden daha kavî tutulur.

* * *

 İsmi “takvâ” olan bu davranışı, Hazret-i Ömer; “yolda yürürken etekleri yerden iyice sakınmak, Rabbi incitmemek için hatadan kusurdan korunmak” olarak târif eder. Ebûbekir Şiblî Hazretleri; “Kalbi, eşya sevgisinden uzak tutup, eşyanın Rabbi olan Allâh’a çevirmektir.” der. Bir başkası ise; “Âhirette sana fayda vermeyecek şeyleri, dünyadayken terk etmek.” diye vasıflandırır.

Takvâ Ehli

 Takvâ; Allah Teâlâ’nın sevdiklerini sevmek; sevmediklerinden, râzı olmadıklarından uzak durmaktır. Ehl-i takvâ olan “müttakî” ise; Hâbil gibi, sahip olduğu nimetlerin en değerlisini Allâh’a sunabilendir.

Hazret-i Hacer gibi, kimsesiz çöle bırakıldığında; “Eğer bunu Rabbin emrettiyse, O bizi yalnız bırakmaz.” diye zirve bir tevekkülle ilâhî emre teslim olabilendir.

İsmail -aleyhisselâm- gibi, Allâh’ın irâdesine boyun eğip bıçağın altına yattığında; “Babacığım! Sana emredileni yap! İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.” diyebilendir.

Yakup -aleyhisselâm- gibi, en sevdiği evlâdı, göz aydınlığı Yûsuf’u elinden alındığında, güzel bir sabırla; “Ben hüznümü ve kederimi, yalnızca Allâh’a şikâyet ederim.” diyerek sabredebilendir.

Yusuf -aleyhisselâm- gibi, güzel ve mevkî sahibi bir kadından gelen teklife karşı zindanı tercih edip “Ben Allah’tan korkarım!” diye haramlarla arasına uçurumlar koyabilendir.

Süleyman -aleyhisselâm- gibi; yeryüzünde hiç kimseye verilmeyen nimet ve saltanat içinde yaşarken bile “Bunlar Rabbimin lütfudur” diyerek şımarmadan, içinde bulunduğu nimetlerin şükrünü edâ etmeye çalışandır.

Eyyûb -aleyhisselâm- gibi; Allah’tan gelen her türlü imtihana sabredip isyan etmeyendir.

Şuayb -aleyhisselâm-’ın kızları gibi; iffet ve hayâ sahibi olabilendir.

Meryem’in annesi Hanne gibi, yıllar sonra Rabbinin verdiği yavruyu, henüz doğmadan yine O’na adayıp; “Rabbim, benden bunu kabul buyur!” diyerek Allâh’a, varlığını ve sahip olduğu her şeyini adayabilendir.

Meryem gibi; bir kadın için en zor imtihanlara tâbî tutulduğunda bile Rabbinin emrinden kıl kadar sapmayandır.

Lokman -aleyhisselâm- gibi; Allâh’a şirk koşmayan, anne-babasına itaat eden, namazı kılan, iyiliği emreden kötülükten sakındıran, alçakgönüllü, mütevâzi çocuklar yetiştirebilendir.

* * *

Hıfz edip koruyan, gözetleyip seven, nimetleriyle sevindiren, devamlı sûrette ikram eden Allah Teâlâ, müttakîliğin yollarını da anlatmış, pratik metodlarını vermiştir. Bu meyanda kudsî bir hadîste şöyle buyrulmuştur:

“Kulum kendisine farz kaldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum, Bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse onu mutlaka veririm, Bana sığınırsa onu korurum.” (Buhârî, Rikâk, 38)

* * *

Kendileri için Rabbin rızâsının yanında Adn cennetlerinin hazırlanmış olduğu ehl-i takvâ kimselerden olabilmek için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de sık sık şöyle duâ etmiş, ümmetine de tavsiye buyurmuştur:

“Ey Allâh’ım! Ben Senden hidâyet, takvâ, iffet ve hiç kimseye muhtaç olmayacak zenginlik istiyorum.” (Tirmizî, Deavât, 73)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle