Çocuk Terbi̇yesi̇nde Anneni̇n Rolü -2-

Annenin, çocuğun terbiyesindeki rolünün büyük oluşu, meselenin öneminin kavranmasıyla doğru orantılıdır. Çocuk, öğrenme ihtiyacından dolayı dâima bir rehbere muhtaçtır. İlk terbiyeci ve rehber olan anne, evlâdına mükemmel bir terbiye verebilmek, dînî bilgileri öğretebilmek için dîninin kendisinden istediği şeyleri bilmesi, pratik terbiye ve ahlâk ilmine vâkıf olması gerekir. Çocuk, fıtraten hayrı almaya meyilli olduğundan, annesinin verdiği, onun kazandırdığı prensipleri, özellikle dînî olanları alır, zevkle tatbik eder. Bunlar, onun şahsiyetinin oluşmasında birer çekirdek vazifesi görür. Zaten, “Dinin ilk öğretmeni annedir.” denilmiştir.[1]

Annelerin evlatlarına dînî terbiye verirken, sıcak, şuurlu, sevdirici bir metot uygulamaları şarttır. Anneler, korkutmadan sevdirerek, çocuğa kendi sahibini ve kâinattaki her şeyin de sahibi olan yüce Rabbini tanıtmalıdırlar. Anne, evlâdına Allah Teâlâ’yı dâima affeden, mükâfâtlandıran, koruyan vasfı ile güven telkin edecek şekilde bildirmelidir. Anneler, en güzel ahlâkı bizzat şahsında yaşayan, Kur’ânî prensiplerle beslenmiş sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâtü vesselâm-’ı da çocuklarına sevdirerek tanıtmalıdırlar. Allâh’ını ve Peygamberini seven bir gönülden, iyilikten başkası beklenebilir mi? Tabiî bunun için anne, öncelikle bizzat kendisi Peygamber Efendimizin sünnetlerini yaşamalı, sonra da çocuğun uygulamasında ona yardımcı olmalıdır. Anne yapınca, çocuk annesine olan güveninden dolayı ister istemez normal bir davranış gibi kendiliğinden uygulayacaktır. Nasıl ki anne, çocuğun beslenmesine, giydirilmesine, hastalanmamasına dikkat ediyorsa, aynı hassasiyeti dînini anlatma hususunda da göstermelidir.

Annelik, kolay bir olay değildir. Bebekleri ve küçük çocukları anlayabilmek, âdeta bir tür psikolog olmayı gerektirir. Bir annenin en büyük mutluluğu, topluma şahsiyetli bir evlat hediye etmesidir. Bu sebeple anneler, mürebbiyelik vasıflarına lâyık bir sorumluluk şuuru içinde bulunmalıdırlar. Anne, evindeki öğretmenlik işini ciddiye almalı ve ona göre davranış sergilemelidir. Zira çocuk için anne; modeldir, rehberdir. Usta iyi olursa, çırak iyi yetişir. İş bilmezlerin elinde nice cevherler işe yaramaz hâle gelebilmektedir. Annenin elinde işleyeceği öyle bir cevher vardır ki o; üzerine titrediği, gözünün nûru yavrusudur. Bile bile anne elindeki yavrusunu ateşe atar mı? Elbette atmaz.

Her türlü yanlış ve sapık cereyanların içindeki gençlerimiz, ne yazık ki ihmal edilmiş yavrularımızdan başkası değildir. Anneler, göz göre göre evlatlarını ateşe atmamalı, çağı geçmeden, çocuğunun kalbini îmânî bilgilerle doldurmalıdır. Biz onları hayırlı şeylerle doldurmazsak, zaman içerisinde şer, kendilerini istilâ eder. Daha sonraki pişmanlıklar da bir fayda vermez.

Diğer taraftan “temyiz (7, 8) yaşına kadar kız ve erkek çocuğun terbiyesi tercihen, fıtraten, şefkat ve merhamet yönleriyle erkeklere galebe çalan kadınlara emânet edilmelidir. Bu yaştan sonra erkek çocukların daha çok erkeklerle, kız çocukların da kadınlarla muhatap olması evlâdır.”[2]

 Sünnette belirtilen bu husus oldukça önemlidir. Kız çocuğunun ev hanımlığı yönüyle kendisine lâzım olacak şeylerin öğretiminde kadın özelliklerine göre, erkek çocuğun da erkek olma özelliklerine göre yetiştirilmesini bizzat nebevî terbiye istemektedir.

Kız çocuklarının, küçük yaştan itibaren annelerine gerektiğinde arkadaş, gerektiğinde her şeyini danıştığı bir öğretmen, yeri geldiğinde de rûhunu arıtan bir sevgi kaynağı olarak bakması ve böylece hayatı güvenle yaşayan, problemsiz genç kızlar olarak yetiştirilmesi elzemdir.

Öğretmenlik mesleğimin gereği kendi öğrencilerimle olan müşâhedelerimde; kız çocuklarının özellikle ortaokul çağlarında (13-15 yaşları arasında) birtakım fizyolojik gelişim ve bedenî değişim sonucu her şeyi problem yapan, gözü dışarıda olan, câzip şeylere hemen kayıveren bir hâlet-i rûhiye içinde olduklarını gördüm. Bu yaştaki çocuklarımızın en büyük şikâyetlerinin, “annelerinin kendilerini anlamadıkları, başkalarının yanında kendilerini küçük düşürdükleri, bu yaşta dayak yedikleri, insan yerine konulmadıkları…” gibi hususlar olduğunu üzülerek söylemeliyim. Onların bu şikâyetlerinde pek de haksız olmadıkları kanaatindeyiz.

Bu sebeple annelerimizin, çocuklarına sâhip çıkarak âdeta toplum mühendisleri gibi vazife yapmaları gerekmektedir. İçinde yaşadığımız çağda, ahlâksızlığın alabildiğince yaygınlaştırılmaya çalışıldığını hepimiz üzülerek müşâhede ediyoruz. Hele de kız çocuklarımızda genel ahlak kâidelerinin dışına çıkan öyle fevrî davranışlar görüyoruz ki, bunlardan ne yazık ki ruhûmuz zedeleniyor.

Lütfen sevgili anneler, bu çocuklar bizim!.. Onlara küçük yaşta verilmesi gereken temel değerlerimizi, ortak paydalarımızı, mânevî ve kültürel birikimlerimizi doğru aktaralım. Bunun için samimâne, emekler sarf edelim.

Önemli bir hakikat şudur ki; annelerin en büyük meşguliyetleri, evlatlarının eğitilmesi ve yetiştirilmesi olmalı, işlerinin çokluğu onu bu aslî vazifesinden kat’iyen alıkoymamalıdır. Aksi takdirde, annenin onca ümit ve emeklerle yetiştirdiği en değerli varlığı olan evlâdı; bambaşka dünyaların insanı hâline gelebilir. Varsın, babaların aşırı vazife külfetleri, önemli toplantıları, iş gezileri olmayıversin. Annelerin de; dikişleri, nakışları, dantel ve örgüleri, kızlarının çeyizleri yapılmayıversin. En güzel çeyiz, evlâdını güzel ahlak sahibi yapacak olan “İslâmî terbiye”dir. Bundan daha güzel bir miras ve çeyiz olur mu?

Özellikle anneler, kız çocuklarının üzerinde fazlaca durarak, onların hayâta hazırlanmasında en büyük destekleri olmalıdırlar. Hem bir eğitimci, hem de bir anne olarak bulûğ çağına girme dönemlerinde annelerin kız çocuklarına daha anlayışlı davranmalarını, evlatlarının günlük yaşantılarını onlara hissettirmeden tatlı bir tâkibe tâbi tutmalarını tavsiye ederiz. Örneğin okuldan eve geldiğinde gününü nasıl geçirdiğini sorarak, bıkmadan onun anlattıkları dinlenmelidir. Bu metot, çocuk için bir boşalmadır, rahatlamadır, günümüz tâbiriyle stres atmaktır. Daha sonra anne, çocuğun yanlış yaptığı konuları tek tek belirterek; “böyle olmalıydı”, “sana böylesi yakışırdı” gibi yapıcı sözlerle hatâları giderilmelidir. Ya da doğru ve güzel davranışlarını takdir edici bir şekilde beğendiği söylenmelidir. Aslâ tehditkâr ve sitemkâr olmamalı, annenin o anki rûh hâli ne olursa olsun evlâdına aşırı bir öfke göstermemeli, haddinden fazla sinirlenmemelidir. Ancak, böyle bir hata yapılmışsa, gerektiğinde anne özür dilemeyi de bilmelidir ki, evlâdı da özür dilemeyi öğrensin. Çocuğun anneyi anlamayacağı düşünülmemelidir. Fakat maalesef hanım yazar arkadaşımızın söylediği gibi: “Ne Ulviye hanımın ulvî değerlerden, ne Melek hanımın meleklikten ne de Hayriye hanımın hayırdan haberi var.”[3] Maalesef gerçek bu!

Demek ki, neticede bir çocuğun davranışlarındaki tutarlılık, ahlâkındaki güzellik, çevresindeki başarısı, annesinden belli oluyor. Anne, terbiyede merkez konumdadır. Ruh güzelliklerini, yavrusuna yaşayarak aktaran merkez şahsiyet, annedir. Anne, evlâdını bir kanaviçe gibi işleyen usta bir el, basiretli bir göz ve hassas bir kalptir.

Annelik, hem kendi ailesine kucak açmak hem de topluma kucak açmak demektir. Anneler yetiştirecekleri çocukları yaşadığımız topluma hazırladıklarına göre, annelerin o toplumu tanımak ve o toplumun problemlerini bilmek gibi bir zorunlulukları da vardır. Hatta öyle ki anne, sadece içinde yaşadığı toplumu değil, dünyada olup bitenlere karşı da ilgili olmak durumundadır. Etrafındaki müspet veya menfî gelişmelere kulaklarını tıkayan anneler, kendi insanî sorumluluğunu îfâ etmiyor demektir. Bu, çocukların gözünde annelerin mevkiini ve itibarını da yükseltecek bir unsurdur. Çocuklar, her geçen gün olup bitenleri keşfettikçe, anne ve babasının geride kalmış kimseler değil, kendisiyle aynı çağda yaşayan, hatta fikir, ideal ve yetişme tarzıyla kendisine daha çok ufuklar açacak kimseler olduğunu hissetmeli ve onlara olan sevgi ve saygısı artmalıdır.

[1] Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, İstanbul, 1976, sh: 319; Neda Armaner, Din Psikolojisine Giriş, İstanbul, 1976, sh: 15.

[2] İbrahim Canan, Hazreti Peygamberin Sünnetinde Terbiye, İst, 1982, s. 364.

[3] Bakiye Marangoz, ‘Çocuğumuzu Nasıl Eğitelim?’ İstanbul, 1988, s. 97.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle