Altyapı Hazırlayamazsak, Nasıl Bir Gençlik?

“«Kim var!» diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert «Ben varım!» cevabını verici, her ferdi «Benim olmadığım yerde kimse yoktur!» duygusuna sahip bir dâvâ ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...” (Necip Fâzıl Kısakürek)

* * *

Genç kelimesi, dilimize Farsça’dan geçmiş bir kelime… “Hazine, define” mânâlarına geliyor. Gerçekten de gençlik çağı, akıp duran hayat ırmağı içerisinde bir hazine mesabesindedir. Gençlik, insanın en zinde, en canlı, en üretici dönemi olduğu kadar en fazla gelgitlerin yaşandığı, şeytan ve nefsin binbir oyunu ile karşı karşıya kalındığı, sorgulamaların zirveye çıktığı da bir dönem...

Bir büyüğümüzün ifade ettiği gibi, bir milleti nasıl bir geleceğin beklediğini tahmin edebilmek zor değildir. O milletin gençlerinin nelerle meşgul olduklarına, enerjilerini, istidatlarını nereye sarf ettiklerine bakmak yeterli olacaktır.

“Ağaç yaş iken eğilir.” sözü, çocukluk ve gençlik çağlarında insana verilen şeylerin kalıcı olduğunu ne güzel anlatır. O hâlde iyi veya kötü olmak, gençlik döneminin nasıl geçirildiği ile irtibatlıdır. Geç kalınmış ya da ihmâl edilmiş bir dinî eğitim, mâsum bir gencin hayatında kapanması güç, büyük bir yara açmak demektir.

Hayatı boyunca kendisine “Nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyanın gayesi nedir, sonum ne olacak?” sorularını sormamış, hattâ bu soruları sorma ihtiyacı hissettirilmemiş bir gencin hayatının ne mânâsı olabilir ki?!

Kâinâtta boşluğa yer yoktur. Bizim doğru duygu ve düşüncelerle besleyemediğimiz çocuk ve gençlerimiz, kendilerini doyuracak başka kaynaklar bulacaklardır. Bazen boş ve bâtıl inançlar bir sarmaşık gibi onu kuşatacak, bazen ise kendi hâline terk edilmiş bir arazide biten zehirli dikenler gibi çeşitli inançsızlık ve kötü alışkanlıklar onu kendi girdabında boğmaya çalışacaktır. İş işten geçtikten sonra, zararlı fikir ve alışkanlıklarla ayrı ayrı uğraşacağımıza, baştan daha tertemiz fıtratla bize teslim edilmişken onu hayra yönlendirelim, kötülüklerden uzak tutalım.

Allah inancı, bir insanı, hayatın her aşamasında yanlışa düşmekten korur. Zenginlik ve refah içindeki bir genç, bu inanç sayesinde israftan, bencillikten, insanlara tepeden bakmaktan, sefahatten ve sefâletten korunur. Tam aksi bir hâlde, gücü nisbetinde çalıştığı hâlde bir türlü fakr u zarûretten ya da çeşitli hastalık ve musibetlerden kurtulamayan bir genç de başına gelenlerin Allâh’ın takdiri olduğunu düşünerek sabır, rızâ ve teslimiyet içinde bulunur. İsyan, şiddet ve çevreye zarar vermekten kendisini korur. En ufak bir sarsıntıda “Neden ben?” feryat ve şikâyetlerine başvurmaz. Kendi dahil, kimsenin hayatına kastetmez.

* * *

Son yıllarda gençler arasında, tabiri câizse bazı “moda akımlar” peydâ oldu. Farklı üniversite çevrelerinde, internet kafe ve arkadaş muhitlerinde pek çok gencimiz, adını bilmedikleri değişik inanç ve fikir akımlarının keşmekeşi altında kaldılar, kalıyorlar. Bu çevrelerde kimi zaman Uzakdoğu din ve felsefelerinin birer yansıması olan Yoga, Reiki, Transandantal meditasyon gibi “entelektüel sportif akımlar” (!) gencin ruh dünyasındaki boşluğu doldurmaya çalışıyor. Aslında her biri Uzakdoğu dinlerinin bir ibadet ritüeli olan bu düşünce ve hareketler, çocuklara verilen mâsumâne bir şeker gibi takdim ediliyor.

Aynı şekilde “İngilizce Kursu” adı altında açılan mahalle “kültür dernekleri”, örtülü bir misyon yerine getirerek farklı ihtiyaçlarla bu dili öğrenmek isteyenleri avlamaya çalışıyorlar. Zaman zaman İngilizce öğreten ülkelere yapılan “öğrenme turları” veya “kamplarla” dil öğretirken din ve inanç bezirgânlığı da yapıyorlar.

Aynı şekilde internete koydukları ilginç sorularla gençleri ağlarına düşürmeye çalışıyorlar. Gençlere, “hayatın mânâsızlığını”, “bir Tanrı’nın olamayacağını”, “insanların bir Tanrı olup olmadığını tesbit edemeyeceğini, “eğer bir Tanrı varsa bile insanların hayatına karışmadığını”, “insanların her konuda istediklerini yapabilecek bir hürriyete sahip olduğunu” vb. pek çok düşünceyi farklı formatlarda sunuyorlar.

Neticede kafası karışık, gönlü karışık, içinde binlerce şüphe ve vesvesenin gezdiği, kime, nasıl müracaat edeceğini bilmeyen bir gençlik ortaya çıkıyor. Annesi namaz kılan, dedesi hacca gitmiş bazı gençlerimiz bu tehlikeli girdaplarda kayboluyor.

Bir toplumun en önemli kesim, gençliktir. Gençliğin en önemli kesimi de üniversite gençliğidir. Çünkü üniversiteler, toplumun fikrî, ilmî, siyâsî vb. konularda yönetildiği, şekillendirildiği merkezlerdir. Bugün üniversitede okuyan gençler, 5-10 yıl sonra toplumda bir yer edinip toplumu değiştirip dönüştürme fırsatına ulaşabilecek kimselerdir. Bu yüzden üniversitedeki gençliğe ulaşmak, onları, kendi maksat ve istekleri doğrultusunda yetiştirmek isteyen birçok teşkilat, dernek ve vakıf isimleriyle faaliyetlerini sürdürmektedir.

Gençler arasında, daha geniş imkânlara sahip olmak, daha etkili bir çevrede bulunmak, söz sahibi olmak, adam yerine konmak isteyen birçok kişi, bu tür gayelerle kurulmuş dernek ve vakıf çatıları altında organize olup “yıkıcı” ve “bölücü” faaliyetlere teşebbüs edebilmektedirler. Yaptıkları mücadeleler için maddî ve mânevî mükâfâtlarla taltif edilip teşvik edilen gençler, daha çok “can yakacak” faaliyetlere gönüllü olarak başvurmaktadırlar. Böylece “yeni bir gelecek inşa edecek gençleri”, “geleceği yok edecek canavarlar” hâline dönüştürmek sûretiyle topluma iki defa ihanet edilmektedir.

O hâlde bize çok iş düşmektedir. Öncelikle her birimiz kendi evladımıza sahip çıkmalıyız. Onların ihtiyaçlarını, beklentilerini fark etmeli, mümkün olduğu kadar bunları karşılamaya çalışmalıyız. En başta söylediğimiz gibi, gençlik bir hazinedir. Onu hoyratça yok etmemeliyiz.

Bunun dışında gençlere ulaşmak için ortak faaliyet alanları oluşturmalı, var olan dernek ve vakıflardan bu gâyeye hizmet edenleri desteklemeli, bulunduğumuz yerde bu gibi faaliyetler yoksa bunları tesis etmek için öncü olmalıyız. Çünkü bugün ulaşamadığımız gencin yarın yapacağı yanlışlardan şikâyet etme hakkımız yoktur.

Çocuklarımızı, büyüyüp genç olmalarını beklemeden dînimizle, örf-âdet ve değerlerimizle tanıştırmalı ve kaynaştırmalıyız. Birçok şey için yarın, geç olabilir. Bugün atılan küçük bir tohum, yarın büyük bir ağaç olabilir. Bugün ihmal edilen bir diken, yarın bizim evimizi de sarabilir.

Din eğitimi verecek kimselerin de yaz-kış demeden çocuk ve gençlere ulaşmaya çalışması, onları İslâm’ın güleryüzü ile tanıştırması gerekir. Dîni, ifrat ve tefritten uzak, ümit ve korku dengesini gözeterek ve tedrîci bir şekilde öğretmelidir. Îman kalbe oturmadan ibâdet ve muâmelâtla ilgili konularda aşırı baskı yapmak, insanları dinden uzaklaştırabilir. Dilimiz ve gönlümüz, “sevgi mektebi” hâline dönmelidir. Aksi hâlde din eğitimi için çocuğunu Yaz Kur’an Kursu’na getiren bir velinin şu sözü kulaklarınızda çınlayacaktır:

“-Hocahanım, kızıma Kur’ân okumasını öğretin yeter. Ben dînî dersleri almasını istemiyorum!..”

PAYLAŞ:                

Fatma Çatak

Fatma Çatak

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle