Zerafet, Ayrıntıda Gizlidir

Allah Teâlâ güzeldir, güzel olanı sever. Burada güzellikten kasıt ne? Kaş-göz güzelliği mi? Tabiî ki hayır! Zaten yaratılanların hepsi güzeldir. Dış güzellik, yıpranır, yaşlanır ve câzibesini kaybeder. O hâlde, nasıl güzel insan olunur?

Güzel insan olmanın yolu, güzel müslüman olmaktan geçer. Güzel müslüman olmanın yolu da; İslâm’ı güzel anlayıp güzel yaşamaya bağlıdır.

İslâm, hayattır. Fıkıh da dînimizin kurallarıdır ve dolayısı ile hayatın tâ kendisidir. Dolayısıyla, her müslümanın fıkıh ilmini iyi öğrenip uygulaması, hayatını dînî prensipler çerçevesinde güzel bir müslüman olarak yaşaması için elzemdir.

Fıkıh; sözlükte bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vâkıf olmak demektir. Istılah olarak; bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi, anlaması ve idrak etmesidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Allah kendisi için hayır dilediği kimseyi, dinde fakîh (dînî hükümlerin inceliğini kavrayan âlim) yapar.” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 10; Müslim, İmâre, 175)

 O hâlde bizzat kendi hayrımız için; bilmediklerimizi hiç vakit kaybetmeden öğrenmeye çalışmalı, eksiklerimizi telâfî etmeli, öğrendiklerimizi de tatbik ederek dinimizi en güzel şekilde yaşama gayreti içinde olmalıyız.

Amelsiz ilim, insana ancak yük ve vebâl olur. Bu sebeple ilim, kuru kuruya, sırf bilgi öğrenmek için öğrenilmez. İlmin gayesi istifade ve amel etmektir. Rabbimiz, “ilmi ile amel edene, bilmediğini öğreteceğini” vaad ediyor. (Bkz: el-Bakara, 282)

Kulluğun temeli sahih bir akîde ve sağlam bir îmandır. Bu îman, ibâdetlerle ete-kemiğe bürünür; ilim ve ahlâk ile ziynetlenir.

Müslümanlar, vitrindeki elbiseler misali farklı farklıdır. Hepsi aynı kıymet ve güzellikte değildir. Bazısı İslâm’ı yaşadığını düşünür; ama namazların biri vardır, birisi yok… Kılsa bile tam vaktinde değil!.. Vaktinde kılsa, neyin “farz”, neyin “vâcib” ve neyin de namazı bozan “müfsid” olduğunu bilmez. Kıraati eksiktir, hepsi tamdır tâdil-i erkân ve huşûu eksiktir. Kimisinin orucundan yanına sadece kuru bir açlık kalır. Kimisi zekâtı-sadakayı bilmez, doğru düzgün vermez. Kimisi ibâdetlere düşkündür, ama haram-helâl hususunda hassâsiyet göstermez, kul hakkına riâyet etmez. Giyim-kuşamı ve insanlarla olan münâsebetleri gayr-i müslimlere benzer. Edep ve hayâdan bîhaber, tesettüründe dikkatsiz nice müslüman vardır.

Hâlbuki İslâmiyet bir bütündür. İnsanın bildiği hâlde güç yetiremediği kısmı bir tarafa, herkes bildiğinin hepsini uygulamakla mükelleftir. Bile bile hem kapitalist gibi ticaret yapıp budist gibi yeyip içip müslüman gibi ibadet edilemez.

 Mademki, müslümanız ve birinci vazifemiz Allâh’a kulluk… Neden kulluğumuzu en güzel şekilde yapıp -tâbiri câizse- İslâm’ı yaşama hususunda ihtisas yapmayalım?! Zira en mutlu insan, Rabbine lâyığı ile kul olabilendir.

Bazı müslümanlar da vardır ki; yaşayışlarına dost-düşman herkesin gıpta ettiği, imrendiği…

“Müslüman; elinden, dilinden ve kendisinden hiç kimsenin zarar görmediği kişidir.” (Buhârî, Îman, 4-5; Müslim, Îman, 64-65) hadîs-i şerîfinin âdeta canlı bir örneği…

Onlar, sıkıntılarını yalnızca Cenâb-ı Hakk’a bildirirler; her şeyi Allah’tan isterler. Başlarına bir belâ geldiğinde onu kendilerinden bilip:

“-Ben ne hata yaptım da Rabbim, bunu bana verdi?!” derler. Ya da:

“-Bu benim imtihanım!” diyerek yine Mevlâ’ya yönelirler. İbâdetlerini farzına, sünnetine, âdâbına riâyet ederek vaktinde îfâ ederler. Beş vakit namazlarını cemaatle kılıp, nâfilelerle de Allâh’a yaklaşırlar. Oruçlarını, sadece ağızları ile değil, bütün âzâları ile tutarlar. Harama yaklaşma korkusu ile şüphelilerden dahî uzak dururlar. Zekât ve sadakalarını hakkıyla ve fazlasıyla verirler. Sözlerinde dururlar, güvenilir kimselerdir. Her hâlleriyle müslüman oldukları anlaşılır.

Hayatları ve idealleri, Allâh’ın rızasını ve dostluğunu kazanmaktır. Ötesinde bir ümitleri ve onu kaybetmekten başka bir korkuları yoktur. Bu insanları, hem Rabbim sever, hem de kullarına sevdirir.

Detaylar önemlidir. Zarâfet ayrıntılarda gizlidir.

Dinimizin prensiplerini ana hatlarıyla ikiye ayırmak mümkündür:

Fetvâ hayatı ve takvâ hayatı… Fetvâ asgarî prensipler… Herkesin mutlaka riâyet etmesi gereken hususlar… Bir de takvâ var. Gözleri, gönülleri yükseklerde olanlar için… Üstün kulluk ölçüleri, inceden inceye hassâsiyet ve rakîklik… Günahlardan ve inkârdan ateşe düşmekten kaçar gibi kaçmak, sevaplara cennete koşar gibi koşmak… Öncülerden olmak… Hayırda ilklerin öncüsü olmak… Rabbin rızâsına kavuşana kadar yorulmamak, tazeliğini ve enerjisini kaybetmemek…

Rabbim, cümlemizi örnek müslümanlardan kılsın. Bizleri; bilmediklerini öğrenen, bildikleri ile de amel eden, Cenâb-ı Hakk’ın meleklerine “İşte benim kulum!..” diyerek işaret ettiği bahtiyarlardan eylesin! Âmin!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle