Türk Kadınının Dertleri

İnsanlık tarihinde kadının yeri hep konuşulmuş-tartışılmış. Kimi toplumlarda kadın kutsanmış, hatta tapınılan ilâhlar olarak kabul edilmiştir. (Eski Roma, Hitit vb. eski milletlerin kadın tanrıçaları gibi) Bazı topluluklarda, erkeklerin üzerinde yöneten bir güç olmuşlar, Kimi dönemlerde de cadı îlân edilerek öldürülmeye kalkışılacak kadar aşağılanmışlardır.

Kadın üzerinden pek çok senaryo yazılmıştır, Hazret-i Havva’dan bu yana... Ve kadın, birçoğunda bilerek baş aktör olmuştur. Ya da arka planda, kendi adına yazılanlardan habersiz verilen rolü sorgulamadan oynamıştır.

Hakikatte hanımlar, toplumun en önemli yapıtaşlarıdır. Bu yapı, orjinal hamurunun dışında, öz benliğine zarar verecek bir kirlenmeye uğrarsa, toplumun sağlam kalesi olmak yerine yıkılış merkezi konumuna gelmiş olur.

Neticede olan, kadınlara biçilen kıymetin kaybıdır. Kıymetin kaybı, kaybedilen kıymetin önemince ve büyüklüğünce takdir edilir. Şimdi kaybedilen, huzurun sahipleridir. Kaybedilen, ahlâkın bekçileridir. Kaybedilen, iffetin muhâfızlarıdır. Muhâfızı kaybedilince değerler de bir bir yitirilmiştir.

Geçen sayımızda da, bunda da yer aldığı gibi, kadının aslî güzelliğini bozan bir çok sebep varken, toplumumuzda kadına yönelik en büyük tehlike olarak hürriyetinin sınırlandırılması kabul edilmektedir.

Dinin örtüsü altında, kadının özgürlüğü sınırlanmış gibi gösterilmektedir. Sınırlayan, gerçekte din midir? Yoksa kadın, öncelikle zihinlerde mi mahkûm edilmiştir?!.

Kadının özgürlüğü adına konuşanlar, özgür platformlarda yer alan dindar kadınları çeşitli bahanelerle dışlayarak, aslında ne kadar samimiyetsiz olduklarını göstermişlerdir.

Nedense başörtüsü, kasıtlı olarak sadece kırsal kesimde yaşayan halkın sembolü olarak gösterilmiş, böylece başörtülü olanlar da câhil kimseler olarak kabul edilmiştir. “Açık olmak”, “modern ve bilgili olmak”; “kapalı-örtülü” olmak ise câhil ve geri kalmak sayılmış.

Başörtülü olanlar, okuyup önemli vazifeler aldıkları zaman, bu kez başörtüsüne siyâsî bir anlam yüklenmiş ve kadın, yine dışlanmış. Her hâlükârda toplumda Müslüman kimlikle yer almak, kadınlar için ciddî bir problem teşkil etmeye başlamış. Bu konuda Nazife Şişman şöyle bir tespitte bulunmaktadır:

“Bilindiği gibi İslâm, Anadolu topraklarında 1.000 yıldan beri yaşamaktadır. Müslüman kadınlar, başlarını tarih boyunca hep örtmüşlerdir. Hatta 19. yüzyıla kadar dünyanın pek çok yerinde, özellikle halkı Hıristiyan olan Avrupa ülkelerinde de kadınlar başlarını genellikle örtmekteydiler. Kadın kıyafetlerinde, başörtüsünün ortadan kalkması dâhil pek çok değişme, «Sanayi Devrimi, Aydınlanma…» gibi bir dizi ekonomik, sosyal ve felsefî gelişmenin sonucudur. Bu nedenle nevzuhur bir gelişme olarak sosyolojik mercek altına alınması gereken bir olgu varsa, bu da kadınların artık başlarını örtmeyişi olmalıdır.”

Aslında Türkiye’nin kadınlara dair çok ciddî problemleri var. Öncelikle onlar üzerinde durmalı ve enerjimizi, kısır tartışmalarda tüketmek yerine, bu alanlara teksif etmeliyiz.

Öyleyse Türkiye’de kadının yeri nedir? Problemleri nelerdir? Kadını, psiko-sosyal yönden tehdit eden asıl problemler nelerdir?

Okuyun ve siz karar verin, hangisi gerçekten kadının hürriyetini ve gelişimini sınırlamada daha çok etkilidir?!.

 

Şiddet ve Muhatabı Kadınlar

Her geçen zaman diliminde kadına yönelik şiddet artıyor. Özellikle âile içi şiddet, % 90’lara varmış durumda... Kadınlar, «Kocasıdır; sever de, döver de!..» zihniyetiyle hırpalanıyor. «Nâmus cinayetleri» adı altında katlediliyor. Zorla evlendirilen, öldürülen ya da intihara zorlanan kadın haberleriyle tüylerimiz ürperiyor.

4 farklı ilde nâmus gerekçesiyle işlenen cinâyet haberlerini belki hatırlarsınız. Ardından nâmus cinayetlerine halkın bakış açısını ortaya koymak için bir araştırma yapıldı. Sorulara cevaplar:

-%84 kadınların cezalandırılması gerektiğini söylerken cezanın ne şekilde olacağı sorusuna ise cevaplar hayli ürkütücü:

% 33 zehirlemeli, bir kısmı burunları kesilmeli, kulakları kesilmeli ya da saçları kazınmalı…

Bir insana layık görülen cezalara bakınız!.. Peki aynı suçu işleyen erkeğe ne ceza uygulanmalı?!.. Eğer ceza suça tatbik ediliyorsa, işleyen kim olursa olsun, aynı ceza uygulanmalı… Aksi hâlde ceza, suça değil; kadına layık görülüyor demektir.

Türkiye’de kadınların % 97’si fizîkî ya da psikolojik şiddet gördüğünü söylüyor. Bunlardan % 46’sı “ara sıra”, % 15’i “sık sık” şiddete uğradığını söylüyor.

Ekonomik yetersizlik ve sosyal hayattaki pek çok sebep, âile içi şiddeti doğuruyor.  Başvurular genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden geliyor. Büyük çoğunluğunun eğitim düzeyi, gelir seviyesi ve evlilik yaşı oldukça düşük. Yetkililer, kadınların eskiden:

“–Annem yaşıyor, ablam veya kız kardeşim yaşıyor ve katlanıyor ben de katlanmalıyım.” derken, dış dünyaya açıldıkça:

“–Ben de insanım ve bunu hak etmiyorum!..” diye düşünmeye başladıklarını söylüyor.

Ayrıca sadece eğitim düzeyi ve ekonomik seviyesi düşük kadınların değil, ekonomik sıkıntısı olmayan, iyi eğitim almış kadınların da şiddet yaşadığı belirtiliyor. Aynı zamanda bu tip kadınların, toplum içindeki konumları itibariyle konuşmakta zorlandıkları, problemlerini kimseyle paylaşamadıkları ifade ediliyor.

Görüşülen kadınlara, “Eşin neden dövüyor?” diye sorulduğunda çok fazla sebep sıralanıyor. Kadınlar eşlerinden:

“– Niçin o tarafa baktın, saçını neden taradın ya da taramadın, yemeğin tuzu neden eksik!..” gibi basit bahanelerle bile şiddet görebiliyor.

 

Kadının Çaresizliği

Kadınların çoğu işsiz ve eğitimsiz!.. Kendini başka türlü kanıtlayamayan erkek, zekâsının, yeteneğinin, eğitiminin, kültürünün, hatta parasının eksikliğini; kaba kuvvetle kapatıyor.

Kadın, âile dışında bir hayat tanımadığı veya o hayattan korktuğu için çâresiz boyun eğiyor. Ancak o da intikamını kendinden daha güçsüz olan çocuklardan alıyor. Dayak yiyen çocuk, başka çocukları ya da hayvanları döverek çıkarıyor acısını... Şiddet zinciri, böylece halka halka tüm topluma yayılıyor.

Şiddet gören kadınların kendilerini güvende hissedecekleri bir ortama ihtiyaçları var. Bu ve benzeri sebeplerle «Kadın Sığınma Evleri» açıldı. 1990’lı yılların ilk yarısında açılan kadın sığınma evlerinin şu anki sayısı “dokuz” ve ortalama kapasitesi 15-20 kişi ile sınırlı!.. Görüldüğü gibi bu evlerin sayısı oldukça yetersiz!.. Yeterli olsa da, çözüm mü?! O da ayrı bir mesele…

Zaten bütün şiddet mağduru kadınları buraya toplamaya da imkân yok!.. O hâlde çözüm, yine evin içinde olmalı!.. Erkeğin kaba kuvvet ve şiddet kullanmasına mâni olmalı, ya da kadına itibarını yeniden kazandırmalı!.. Böyle büyük ve çok yönlü bir problemin çözümü için, bu konuyla alakalı tüm kuruluşların mutlaka beraber çalışması gerekmektedir.

Kurtuluş gibi gördükleri sığınma evleri ve danışma merkezlerine, her gün Türkiye’nin birçok yerinden telefon geliyor. Yardım isteyecek kimsesi olmadığını belirten onlarca kadın, her gün ölüm tehdidiyle yüz yüze olduklarını söyleyerek yardım istiyor yetkililerden!.. Gidecek yeri olmayan, şiddet gören kadınlar; ilk önce ailelerine başvuruyor. Kimisinin annelerinden aldıkları cevap:

“– Ben de babandan dayak yiyorum, bu çok normal!..” oluyor ya da en anlayışlı âileler bile çocuklarını terk etmek şartıyla kızlarına kapılarını açıyorlar.

 

Şiddet Değil, İşkence

Bazı sosyal hizmet uzmanları, karşılaşılan şiddetin boyutlarının çok farklı olduğunu söylüyorlar. Evini ve çocuklarını terk etmek durumunda kalan, vücutları ütüyle yakılan, gözleri kör edilen, yıllarca eşi eve geldikten sonra kapı önüne koyulup her gece sokakta sabahlamak zorunda bırakılan kadınlar olduğunu ve yaşadıkları şiddetin de işkence boyutunda olduğunu söylüyorlar.

Aslında toplumumuzda şiddet, maalesef bir güç elde etme ve sergileme şekli olarak kullanılıyor.

 

Eğitim Seviyesi

Ülkemizde kadınların eğitim yetersizliği de diğer önemli bir problem!.. Dinimiz, bu hususta çığır açmış ve ilim öğrenmeye kadın-erkek herkesi teşvik etmişken, müslüman bir toplumda bu kadar çok câhil kadın bulunmasının sebepleri neler olabilir?

Allah Rasûlü, ashabını her fırsatta okuma ve yazmaya, farklı dilleri öğrenmeye teşvik ederek ilmi ve ilim ehlini yüceltmiş ve câhiliye karanlıklarını medeniyet ışığıyla aydınlatmıştı. O büyük Peygamber’in inşâ ettiği medeniyet ikliminde, bütün dünyaya ilim, hikmet, irfan, merhamet, hizmet ve şefkat dağıtılmıştı.

Ama ya günümüzde?! Ya ülkemizde?!

Türkiye’deki kadınların kendi hakları, yaşadıkları toplum ve çağ ile ilgili ve elbette dînî kültür ve medeniyetimizle ilgili bilinçlendirilmesi için çok ciddi bir eğitim hamlesine muhtacız.

Çünkü ülkemizde okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı % 20,1 iken, okuma yazma bilmeyen erkek nüfus oranı ise %5,4. (Türkiye genelinde okur yazarlık oranı % 83.2)

Anayasada okuma yazma öğretiminin ücretsiz olduğu belirtilmesine rağmen, eğitim oranındaki düşüş, en çok yoksul kız ve kadınlar arasında görülmektedir.

Bu kızların eğitim ve yetişmeleri için sadece okul eğitimi de yeterli değildir. Hanımları, âile içi ve sosyal alandaki ilişkileri hakkında da geliştirecek kurs ve seminerler düzenlenmelidir.

* * *

Tabiî, bu söylediklerimizin yanı sıra güzel gelişmeler de olmuştur. Olacaktır da… Üzüntüye sebep olan çirkin manzaraların ardında, gözleri kamaştıracak güzelliklerin yer alması gibi denizlerin yüzeyindeki kirlilik, derinliklerdeki benzersiz incileri gölgelemektedir. Perdelerin arkasında kalan bu güzellikler, gözlerden hep gizli kalmıştır.

Biz, sağlıklı düşünen, kendi ayakları üzerinde durabilen, hiçbir şartta özgüveni sarsılmayan, mânevî değerlerine sahip çıkan, bilgili ve kültürlü bir hanım topluluğu arzuluyoruz.

Ve biliyoruz ki, bir toplumun geçmişi nasılsa, geleceğinin de öyle olma ümidi çoktur. Umuda doğru kuru bir yolculuk değil işimiz ve çabamız; birbirimizi sahiplenelim ve yaramıza birbirimizin elleri ile merhem sürelim.

Sevgi toplumlarının aziz sahipleri olan hanımlara, en derin muhabbetlerimle…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle