Meryem’in Gözyaşları

“…gözyaşı okyanusunun derinliklerinden

devşirilir incilerimiz…”

 

İnsan yüreği, binbir çeşit manzaranın çizildiği bir tablo gibi... Onun ebrûlî kıvrımlarından dökülen muammâları çözmenin sancılarını yaşarız her dem. Zordur, kendi târiflerimizin mânâlarında satır satır dolaşmak... Yüreğimizdeki siyâhî rötuşların derinliğini koca bir merceğin altında seyretmek... Bazen yok olup gitmeyi isteyecek kadar çetin bir hesâbın eşiğine bırakır bizi…

Tanımak, zor da olsa güzeldir… Kaybettikten sonra hakîkati fark etmenin acısına tercih edilir… İşte böyle anlarda içimizin boşluklarına seslenen, uyuşan taraflarımıza can veren isimler vardır… Eksikliğimizi, şahsındaki güzellik ve sâfiyetle tamamlayan nûrânî sîmâlar.. Şimdi biraz durun ve bütün kavgalarınızı susturup içinizi dinleyin… Sessizliğin huzur veren dopdolu boşluğuna bırakın kendinizi bir an... Âyetlerin serinliğine…

Boş ve anlamsız bulmayın bu söylenenleri… İçimize dönmeyeli bir hayli zaman olmuştur. Kim bilir?! Belki çocukluğumuzdaki bir küskünlük kadar uzak... Anne sesi kadar tatlı, kardeş kadar yakın, özlemlerimiz kadar sıcak...

İçime nice zamandır böylesi bir isim doğuyor... İnsanlığımızın, gitgide yozlaştığı ve gitgide hanımefendilik iffet ve zarâfetini kaybettiğimiz bir devrede, Kur’ân serinliğinden acaba kim seslenir içimizin dertlerine, bir düşünün!..

Kapatıyorum gözlerimi…

Bir zamandır içimde nazlı nazlı iç çekiyor, bir ay yüzlü sevda... Güzelliği büyüdükçe derdi derdimden büyük oluyor... Ağlıyor bazı geceler, suskunluğuna inat!..

Dizlerimin dibinde… Değil!.. Daha da yakın!..

İçimde bir Meryem ağlıyor şimdilerde...

Ya niçin?

Niçin ağlar, yüreğimizdeki Meryem?!. Zor değildir anlamak… Gönül gözümüzü açıp şöyle bir kendimize bakmak yeterlidir: Televizyonların teşhir kurbanı, gencecik kızlarımızın zehirlenen ruhları... Modern (!) özentilerin, sahte gülüşlerinin ardına saklanan taptaze çığlıklara; gündelik hâdiseler gözüyle değil, vicdânın sesine kulak vererek duymak kâfidir.

Gözlerimi kaldırıp bakamazken aydınlık çehresine... Yine o güzelliğine sığınarak, yüreğimizdeki susuzluğu hissedişini duyarak, bugün “iffet güneşi Hazret-i Meryem” diyeceğiz... Dilimiz döndüğünce, gönlümüz yettiğince... Kabul buyurur musunuz?

* * *

Hazret-i Meryem… Bir iffet âbidesi... Kur’ân-ı Kerîm’de adı zikredilen yirmi beş peygamberle beraber, ismi anılan tek hanım... Farklı sûrelerde olmak üzere ismi otuz altı yerde geçiyor.

Cenâb-ı Hak O’nun üstünlüğünü Âl-i İmran Sûresi’nin 42. âyetinde şöyle ifâde eder:

 “Hani melekler demişlerdi: «Ey Meryem!.. Şüphesiz Allah seni seçti, seni temizleyip arındırdı ve seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı.»”

Yine başka bir âyet-i kerîmede:

“Kitapta Meryem’i de an!.. Ki o, ırzını korumuştu. Biz de ona (onun rahmine) Rûhumuz’dan üfledik. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmiş ve Rabbine gönülden itaat edenlerden olmuştu.” (et-Tahrîm, 12)

Fahr-i Kâinât Efendimiz ise, Hazret-i Meryem’in, İslâm kadınlarının içindeki müstesnâ yerini şöyle ifade eder:

“Zamanındaki kadınların en hayırlısı İmran kızı Meryem’dir. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı Hazret-i Hatice’dir. Fâtıma, İmran kızı Meryem dışında Cennet kadınlarının seyyidesidir.”

Hiçbir mertebe, kolaylıkla elde edilmez!.. Ve hiç bir şeye, yok yere kıymet verilmez!..

Ya teşvik vardır işin içinde, ya da alın aklığıyla çıkılan bir zorluk… Ondan sonra gönül hoşluğuyla anılan, taptaze, duru bir isim kalır geriye... Bu yüzden Hazret-i Meryem deyince, şöyle bir duruyoruz… O’nu, Rahman’ın katında saf ve güzel kılan ve hanımlara baş tacı eden sebepleri düşünüyoruz önce..

O zaman hiç acele etmeyelim… Ve yolculuğumuza devam edelim... Kimi bir anne duâsının duruluğunda, kimi bir başına Mâbed’in koridorlarında... Gâh Cibrîl’i telâşla karşılayan ay yüzün, pembe ve utangaç sîmasında… Gâh sancılı günleri gölgeleyip ikrâmlayan bir hurma ağacının altında… Mesîh’in, münkirleri şaşkına döndüren bebek soluklarında... Konaklayalım biraz... “Yazmak değilse de, düşlemek kolaydır.” deyip devam edelim…

Tarihî kaynaklara göre, bundan 2000 küsur sene önce Filistin’de doğmuştur Hazret-i Meryem... Soyu Davud -aleyhisselâm-’a dayanır. Babası İmran ve annesi Hunne’nin, uzun bir süre çocukları olmamıştır. Bir evlâtları olursa, onu mâbede bağışlayacaklarına dâir bir adakta bulunurlar. Kurân-ı Kerim’de ismi geçen dört âileden biri olan «İmran Âilesi»ne, Allah, bir kız çocuğu ihsan eder. İsmini; «sürekli ibadet eden, âbide, mâbede adanmış» anlamlarına gelen «Meryem» koyarlar.

O dönemde Yahudiler, Romalılar’ın esâreti altındadır. Mesih (Kurtarıcı)’nın gelerek kendilerini kurtaracağı günü beklemektedirler. Ve Hazret-i Meryem, Yahudiler’in bütün beklentilerinin odak noktası olan kutlu bir nebînin taşıyıcısı olacaktır.     

Rivâyete göre, Meryem doğmadan, babası İmrân vefat eder. Annesi doğumundan bir süre sonra, onu mabede götürür ve âyet-i kerîmede ifâde buyrulduğu üzere, şöyle duâ eder.

“Hani İmran karısı demişti ki: «Rabbim karnımdakini, tam hür (her türlü bağımlılıktan hürriyete kavuşturulmuş) olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabul buyur!.. Şüphesiz Sen (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) tam olarak bilensin!..»”

“Onu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu bilip dururken:

«Rabbim doğrusu bir kız çocuğu doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ona «Meryem» adını koydum. Kovulmuş şeytana karşı, onu ve soyunu, Sen’in korumanı diliyorum.» dedi.” (Âl-i İmrân, 35-36)

Her türlü bağımlılıktan hürriyete kavuşturulmak... Bir dakika… Burada şöyle bir duraksamalı… Mâbede adanmamış mıydı Meryem? Ve bu adanışla ömrünü oraya vakfedecek ve belki de başka mekânlara yolu çok az uğrayacaktı. Bizim tâbirimizle, ne gençliğinin tadını çıkaracak, ne de gönlünce gezip tozacak... Öyleyse bu, neyin hürriyetiydi?

Kuşlar kadar hür olmayı isteriz hepimiz... Göklerde pervâsızca, engel tanımadan uçmak, hürriyetin birebir târifi oluverir içimizde... Fakat yanılmamalı!.. Bir av, yiyeceği bir şeyler kestirmeye görsün gözüne... Göklerin hür şâhı, bir anda yerdekilerin tutsağı hâline geliverir…

Ne büyük benzerlik…

Hürriyeti, hep sınırlı şeylerde aramakla geçer ömrümüz… Halbuki hür olmanın derinliğindeki sonsuzluk duygusu harekete geçirir yüreğimizi... Bizse, her şeyde olduğu gibi düz bir mantıkla harekete geçer, işin sadece coşku boyutunu tercih ederiz.

Bir de nefsimizin iştihâsı da girdiyse işin içine… Tamam… Coşku, nefsâniyetle birleşir: “Ben, hürriyetim!..” diye dikilir karşımıza... Besleriz, içimizdeki hürriyet iştihâsını... İstediğimiz her şeyi yapmanın hırsına düşeriz… Ve hiç anlamadan, isteklerimizin esâretine girer ve yine hiçbir şeyi fark etmeden hür olduğumuzu haykırırız caddelerde, sokaklarda…

İnsan, elbet bir şeylere sığınıp bağlanacak… Ancak bağlandıklarının sonsuzluğu ve kudreti kadar özgürdür, insan... Sonsuzluk semâsının ufuklarını seyreden ruhlara nispetle, kokuşmuş bir özgürlüğe prangalanmış yüreklerimiz... Gönlümüz, ıssız sokakların yırtıcı pençesinde… Kanıyoruz...

İffet âbidesi Hazret-i Meryem’in doğduğu andan itibaren başlayan hürriyet ve sâfiyet yolculuğunun ilk durağındayız. 21. asrın hanımlarına, onun Hakk’a bağlılıkla taçlanan hürriyetinden mühim mesajlar var. Evet, içimizde bir Meryem ağlıyor şimdilerde!.. Yıllar yılı âzâd edemediğimiz gözyaşlarımızın tutsağıyız… Otursak onunla diz dize, onun gibi ağlayamayız… Sorgulamalı o vakit: Hürriyetimiz nerede?!. (Devam Edecek)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle