TELEVİZYONUN FAYDALARI

Fayda dedimse anla, o da benim kinâyem,

Beş kuruşluk kâr için, beş bin zarar çekemem!

 

İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Öğretmenimizin sorduğu bir soruya, doğru cevabı vermek için, kendimden pek emin parmak kaldırdığımda, bir de baktım ki, kocaman bir denizin ortasında yapayalnız kalakalmışım. Değişik bir duyguydu. O sene, “yalnızlık”la ilgili yaşadığım ikinci ciddî tecrübe olduğunu hatırlıyorum. Çok şaşırmış, biraz da ürkmüştüm.

Sanki, içinde bulunduğum toplumda bir yabancıydım. Evet, benden başka tek bir kişi bile yoktu işte parmak kaldıran. Nasıl olurdu? Herkeste olur da bizde nasıl olmazdı? Âhh baba, âh! Bu yaptığın iş miydi? Âhh anne ah! Niye arkadaşlarım biliyordu da ben bilmiyordum? Karnımı doyuruyorlardı, elbisemi dikiyorlardı, aç ve açıkta değildim; ama yeter miydi? Yetmemişti işte bak!.. Âh keşke oyuncak almayalar da onu alalardı. Ben de şimdi böyle ortalıkta cascavlak kalmazdım! Anlayacağınız, çok kısa bir süre içinde, hâfızamda binbir geçit yapmıştı, nice düşünce… Diyeceksiniz ki, seni bu kadar zora sokan, üstelik de cevabını bildiğin soru ne? Şu:

“- Kimin evinde televizyon yok çocuklar?”

Şimdi tebessüm ediyorum o güne… Çocukluk işte…

* * *

Sonraki günlerde öğrendim ki, meğer herkesin evinde ondan varmış. Zaten, yakın zamanda babam da eve bir tane getirmişti. O da kurum kurum başköşeye kurulmuştu da, böylece tanışmıştık. Çizgi filmler, uykudan önceler, yorgan altından gizli gizli, annelerle babaların seyrettiği filmleri seyretmeceler (mâlum, öyle ayrı bir yatak odamız yoktu), reklamlar derken, aman bir de baktık ki, bizim dünyamızın dışında nice dünya varmış. Ben de sanırdım ki, koca uzayda bir biz yaşıyoruz.     

Çocukluk ve gençlik çağları, televizyonla daha içli-dışlı olduğumuz zamanlardı. Artık, sohbeti yapan, konuyu açan muhterem “televizyon”du ve tüm âile fertleri onu dinliyordu. “Aman kızım, seyret ki ibret olsun”, denilen kimi filmlerden, ne de ciddî zararlar gördüğümü unutmadım. Çizgi filmler içine sokuşturulmuş çirkin sahneler ve mesajlardan, nasıl olumsuz etkilendiğimi de...

Yirmili yaşlara gelmeden önce, şuna karar vermiştim: Televizyon zararlıdır ve eve alınmamalıdır. “Ama çok faydalı programlar da var” diyenlere ise cevabım şöyle olmuştur:

“-Beş kuruşluk kâr için, beş bin zarar çekemem!”

Üstelik o yıllar, filmlerde bir öpüşme sahnesi çıkıverecek olsa, insanların utanıp sıkıldığı, hemen kalkıp kapattığı yıllardı. Üstelik o zamanlarda, bugün olduğu gibi onlarca kanal ve çanak anten yoktu. Demem o ki, bugüne kıyasla o gün televizyon, yunmuş yıkanmış, pek mâsum bir şey gibi görünüyordu. Şimdi? Elbet anlatmaya gerek yok, takipçileri daha iyi bilir.

Zira duydum ve gördüm ki, çoğu evlerde, bir tanesi yetmez olmuş. Salon az gelmiş, birer tane de mutfağa ve yatak odasına alınmış. Hatta artık, eski model televizyonların cakası zayıfladığından, mümkünse misafirlerin ağırlandığı salondaki televizyonlar, “plazma” denilen cinsten alınıyormuş. Neyse, biz lafı fazla uzatmayalım da, gelelim konunun esâsına:

* * *

 

Can alıcı soru şu:

“Ne işe yarar televizyon? Eğer olmasaydı, nelerden mahrum kalırdık?”

Cevap:

Ayol, sorduğunuz da soru mu? Tövbe deyin! Çağımızın en gerekli teknolojik ürünlerinden biridir. Öyle hakkında atıp tutmuşuzdur; zararlı filan demişizdir; ama faydaları saymakla bitmez. İşte bakın:

Biiir!

Salondaki televizyon, yani “plazma” olan, misafirler geldiğinde açılır. Usûlden kısa bir hâl hatır edilip, sonra (neredeyse cümleten bütün gözler “fal taşı” vaziyetlerinde) o gece yayınlanacak olan filme ya da programa bakılır. Arada abuk bir reklam girer ya da ahlâksız bir sahne çıkıverecek olursa, usûlen, “Allah cezanızı versin, hiç utanma kalmadı kardeşim, şuna bak yaaa!” denir. Bir yandan yemeye, bir yandan seyretmeye devam edilir.

Vakit geç olup da uykular gelince, evli evine gider, köylü köyüne… Sonra herkes yatar da dinlenir mi? Hayır. Bazıları evlerinde ve köylerinde de seyretmeye devam ederler. O kadar ki, gece yarılarına, sabahlara kadar, sınırsız bir seyir söz konusu olabilir. Herkes de uyumuştur ya nasılsa, gözlerle nice günaha girilir. “Hem nasılsa Allah da bilir, bizim ne zayıf kul olduğumuzu... Affeder canım!..” gibi cümlelerle vicdan, güyâ serinletilir.   

Birinci faydayı özetleyecek olursak, televizyon misafir sohbetlerinin şâhı, geceleri uykusuzluk ve yalnızlık çekenlerin arkadaşıdır. (!)

İkiiii!

Bir diğer faydası, yayınladığı yemek programlarıyla, bir yemek târifi kitabı gibi hizmet ediyor olmasıdır. Yazık, zaten kadınlar ne yemek pişireceklerini, erkekler ve çocuklar da ne yiyeceklerini bilemez durumdadırlar ya, bakın işte ne güzel, televizyon, bu işi de kolaylaştırmaktadır. “Bugün şunu pişirin!”, yetmez, “Yanına da bunu pişirin!..”, der; seyredenlerin parası yetecek mi, yetmeyecek mi düşünmeden, bol keseden tavsiyelerde bulunur. Yemeden yaşayamayan bir toplumun, bu programlara bunca tâlip olmasındaki hikmet nedir, takdir edersiniz.

Kısacası, televizyon, ne yemek yapacağını düşünenler için, süper bir rehberdir. (!)

Üüüç!

Küçümsemeyin, üçüncü bir faydası daha var ki, mutlaka söylenmeli!.. Bazı anneler, adını “yemiyor” koydukları küçük çocuklarına yemek yedirebilmek için televizyon açarlar. Zavallı çocuğun da oradaki görüntülere bakarken, aynı yetişkinler gibi, farkında bile olmadan ağzı açık kalır. İşte tam bu sırada kurnaz anne, kaşığı çocuğun ağzına dayar. Ve çocukcağız, yemeği yer yutar. Ne vakit, fazla yemekten rahatsız olup mızmızlanacak olsa, anne kumandadaki düğmelere dokunarak sesi açar ve “Bak, bak, bak!..” diyerek, çocuğun dikkatini televizyona çeker. Sonra “Huuuuup!..” diye kaşıktaki yemeği tekrar yavrunun ağzına doldurur.

Özetleyecek olursak, televizyon, yemek yemek istemeyen yaramaz (!) çocukların yemek yemesini sağlayan bir yardımcıdır.

Dööört!

Bu faydası, yine anneler açısındandır… Ne zaman bir misafir gelecek ya da bir iş yetişecek olsa, ayağa dolanmasın diye çocuk, televizyon karşısına oturtulur. Pek tabiî ki, kontrolsüz bir şekilde, yavrucak her çeşit çizgi filmi ve aradaki her çeşit reklamı seyreder. Bu sırada anne, evi süpürür, tozu alır, börek çörek pişirir, süslenir püslenir, misafirini karşılar.

Şimdi bu cümleleri de özetleyelim: Televizyon, çocukların ayağa dolanmasını engelleyen bir dadıdır. 

Beeeş!

Bu da babalarla ilgili... Baba işten gelir. Çok yorgun olduğu için, yolda hep koltuğa uzanmayı ve kumandayı eline alıp haber, maç ya da dizi seyretmeyi hayâl etmiştir. Hakkıdır da canım! Yani o kadar para kazanmaktadır. Plazma TV bile almıştır! Anlamaz ki, bu çoluk-çocuk ondan daha ne istemektedir. Bilmez ki, bu kadın, ne demeye akşamları hep, bizimle ilgilen biraz diye dırdır etmektedir!? Öff! Nankördür bu insanoğlu zaten! Yaranılmaz! O hâlde, televizyona daha da çok yakınlaşmalı, onunla daha da çok vakit geçirmelidir.

Kısacası televizyon, erkekleri ev ahâlisinin fırtınalarından kaçıran, bir sığınak, bir liman gibidir.

* * *

Daha da sayardık; ama neme lâzım, nazara gelir. Şimdi, karşınıza çıkıp itiraz edecekler olur. Aldırmayın! Zaten bilirim, siz, “Televizyonu evinizden çıkarın!..” diyen büyüklere bile aldırmazsınız ki, ufak itirazları dikkate alasınız.

O hâlde, ahbaplığı ve sohbetleri felce uğrattığını; yanlış yönlendirmelerle, toplumun gidişâtını kötüleştirip, huzursuzluklara sebep olduğunu; çocukların eğitiminde fazlasıyla rol alarak, nice zarara yol açtığını; âilevî ilişkilere, kimi zaman çok ciddî bir şekilde muhabbeti baltalamak sûretiyle zarar verdiğini söyleyecek birileri çıkarsa, zaten umursamazsınız. Değil mi ama ya, “Tee Vee” olmasaydı, nereden öğrenecektik, bilmem neredeki edepsizin kaç adamla yattığını? Nasıl görecektik, filanca yerde tatil yapan sanatçı (!)nın gizli fotolarını? Nasıl alışacaktık kolsuz bluzlara, elbisesiz vücutlara? Nasıl özenecektik, “reklam ediliyor” diye bir şey sandığımız hayatlara, ürünlere, markalara? Nasıl kanacaktık fâsık haberlerine, yalanlara, dolanlara?!

Kimileri de çıkar, der ki, şimdi; televizyon karşısında yapabileceğiniz tek faaliyet, kumanda elde kanal değiştirmekten ibarettir. İnsanın kulaklarını ve gözlerini esir alır. Beynini gereksiz nice fikir ve haberle doldurur. Kalbini meşgul eder. Onun vesilesiyle, normalde evinize bile almayacağınız insan tiplerini, gece-gündüz salonunuzda ağırlarsınız ve zamanla o yadırgadığınız tiplere alışırsınız. Haberlerde, göğüs dekolteli spikerler, magazin programlarında giyinik mi, çıplak mı belli olmayan edepsiz kadınlar, kadın mı, erkek mi olduğu zor ayırt edilebilen kadınımsı erkekler… Dizilerde, ne dînî, ne de kültürel değerlerimizle uyuşmayan, âile tipleri. Sapık anlayışlar, haram ilişkiler, mâsum gösterilmeye çalışılan fitne fücurlar…

Hâsılı, nice ipe-sapa gelmez hayat tarzları, çok normalmiş gibi, öyle bir servis edilir ki, düşüncelerinizdeki değişimin farkına bile varmazsınız. Olsun, milletin demesiyle mi canım! Hem bu sözleri de zaten beyiniz ciddiye alsa, siz almazsınız. 

Çok da ilginç bir zaaf vardır: Televizyonda biri bir şey söylerse, kesinlikle doğrudur sanılır. Biri televizyona çıkarsa, şüphesiz meşhur olur ve komşu ya da akrabaysa, gururla anlatılır. Çok gülünçtür; ama vâkıadır bunlar.

“-Yahu kadın, senin hiç mi aklın yok, nasıl inandın bu safsatalara!..” dese de gülmeye kalksa bir adam, hanımı belki de küser. Ama zaten, “akıllı ve düşünen” insan azdır. Öyle olmasaydı, zarardan hakkıyla kaçınan, takvalı bir toplum olurduk ki, durumumuz ortada…

Hem aman, ne gerek var düşünmeye? Battı balık yan yan gider, a canım! Alın, alın! Üç tane de az gelir. Lütfen, banyoya da bir tane alın. Dünyadan haberiniz olsun! Olanı biteni kurcalayın! Gerçi, haberiniz oldu da ne oldu? Afrika’daki aç insana yardım, Amerika’daki obeze diğergamlık mı götürdünüz? Haberlerden haberdar oldunuz da, uygulanmakta olan çözümler mi ürettiniz? Bir programa dalıp, bilmem ki kaç namaz geçirdiniz? Geç vakitlere kadar tartışma programlarına dalıp, kaç sabah namazı kaçırdınız? Ama yok, yok, olsun. Seyretmeseniz de açık olsun. Açın!.. Reytingleri siz yükseltin! Siz olmasanız, ne olur bu kanalların hâli... Batar giderler maâzallah, ekmeksiz aşsız kalırlar, yazık değil mi?! 

Gerçi bendeniz, televizyon karşısında kontrol sağlayamayan, nefsine uyuveren biri olduğumu keşfettiğim için, kendi evime hiç sokmadım. On beş senedir televizyonla işim yok, eksikliğini de duymadım. Bugün gelse de öğretmenim, yine:

“-Evinde televizyon olmayan var mı?” diye soracak olsa, sekiz yaşındaki kendinden emin hâlimle, yine parmak kaldırırım. Üstelik bu sefer, yalnız kalsam da dokunmaz o kadar…

“-Bizim evimizde televizyon var; ama biz sadece faydalı programları seyrediyoruz” diyen mübârek kardeşlerimi, cân u gönülden tebrik ederim. Ne diyeyim, helâl olsun! Zira onlar, demek ki benim gibi nefislerinin esiri değil, hâkimidirler… O hâlde elbet, hürmet yüklü bir selâmı da hak ederler…

Selâm, Allâh’ın selâmı, gönderdim gitsin, sözüm bir mânî olsun, dâim söylensin:

 

Fayda dedimse anla, o da benim kinâyem,

Beş kuruşluk kâr için, beş bin zarar çekemem!

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle