Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Sun’î ve geçici gündemlerin içinden, gönül ve hayat gündemimize hitap eden bir konu ile huzurlarınızdayız: Misafir, misafirlik ve misafirperverlik…

Günümüzde unutulan, terk edilen, ihmal edilen ve gittikçe basite alınan bir konu bu… Hâlbuki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Allâh’a ve âhiret gününe îman eden kimse, komşusunu rahatsız etmesin. Allâh’a ve âhiret gününe îman eden kimse, misafirine ikrâm etsin…” (Buhârî, Nikâh, 80; Müslim, Îman, 74) buyurmuş.

Yani misafir ağırlamak, îmanın işaret ve umdelerinden birisi… Niye böyle?

Çünkü misafirine ikram eden kimse, bunu, genelde bir menfaat beklemek için yapmaz. Misafire, hele tanımadığı bir misafire izzet ü ikramda bulunan; Allâh’a ve âhirete inanmadığı takdirde, âdeta boşa gitmiş bir ikramda bulunmuştur. Îman olmadığı zaman bu bir “enâyilik” gibidir. İnsan, durup dururken “hiç işinin düşmeyeceği” birisine, neden evini, sofrasını, gönlünü açsın ki?!

Tamamen her şeyin “bencillik” ve “menfaat” üzerin kurulduğu bu “yeni dünya düzeninde” insanlar, kendisi için yaşarlar ve menfaati uğruna, “kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezler”. Ancak karşılığında hiçbir şey temin edeceklerini düşünmedikleri yerlere ve kimselere “bir zırnık” bile vermezler.

İşte misafire ikram, bu sebeple “Allâh’a ve âhirete îman”ın bir işareti ve îcabıdır. Verdiğini, “Allah için veren”; bir karşılık bekliyorsa “Allâh’ın rızâsını” ve “âhiret mükâfâtlarını” ümid eden bir mü’min için; misafirinin zengin-fakir olması, tanıdık-tanımadık olması çok da önemli değildir. Hatta bir menfaat ve mukabele gölgesi düşmesin diye, yapmış olduğu iyilik ve ikramlardan bir “teşekkür bile” beklemez. Hatta ikramın yerini bulması için fakir, garip, dul, yetim vb. gerçek ihtiyaç sahiplerine iyilik ve ihsanın daha makbul olduğunu düşünür.

Câhiliye Arapları da misafire ikram etmek hasletiyle övünürlerdi. Ancak onların sofrası, fakirlerden çok zenginlere açıktı. Çünkü “bir” verirken karşılığında “pek çok şey” alacaklarını düşünür, hiç değilse bu hususta “nâm salmak” isterlerdi.

Hâlbuki İslâm, sadece zenginlerin dâvet edildiği sofraları kerih görmüş, insanların gönül dünyası ve takvâsına göre ağırlanmasını tâlim etmiştir.

Bugün gönül darlığımız sebebiyle, evlerimiz küçüldü. İnsanlar, bırakın dışarıdan, tanımadıkları kimseleri evlerinde misafir etmek; kendi akrabasını bile ağırlamak istemiyor. Hatta sırf “artı meşakket ve yük endişesiyle” fazla çocuk bile istemiyor. Bu yüzden evlerimiz küçülüyor. Para ve imkânlar, küçük bir zümrenin elinde toplanmaya devam ediyor. Denge bozuluyor, insanlar bozuluyor.

Bencil, cimri, gününü gün eden, kaba-saba insan tipleri çoğalıyor. Tam da bu noktada medeniyetimizin misafir kültürünü hatırlamaya ihtiyaç var. Misafirler, bereketiyle geliyor. Soframıza ortak oldukları gibi, muhabbetimizi ve îmanımızı mayalıyorlar.

Bugünkü bencillik ve menfaatperestlik düzeninden kurtulmak için, uzak-yakın misafirlerimize evimizi, gönlümüzü, soframızı açmaya ihtiyaç var. Tabiî, misafirlerin de kendi hak ve hudutlarını bilmeleri şartıyla…

Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emânet olunuz.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle