Söz Bu

İnsanoğluna lutfedilen cüz’î irâde ve akabinde sözle ifade, halifeliğin sembolü ve sorumluluğudur. “Cüz’î irâde”, Âlemlerin Rabbinin muhatabı olmayı gerekli kılarken “sözle ifade”, kimlik ve mensubiyetimizi belirlemektedir.

Söz, mukaddestir. Ruhlar, bir çift sözle “Kâlû belâ” diyerek İslâm olmuş; bir tek sözle, “kelime-i şehâdetle” İslâm dairesi içerisine kabul edilmiştir.

“Güzel söz, sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56)

Söz, ahiddir. Kul olarak Âlemlerin Rabbine, ümmet olarak Rasûlullâh’a, insan olarak da ana-babaya, akrabaya, evlatlara verilmiş ahidlerimiz mevcuttur. Ahidler, riâyet edilmeyi bekler. Rabbimiz, “Verdiğiniz sözü ve yaptığınız anlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (el-İsrâ, 34) buyurmuştur.

Ahde vefâ, insan olmanın şânındandır. Cenâb-ı Hak şöyle îkaz eder:

“Onlar Allâh’a söz verdikten sonra verdikleri sözü bozarlar, Allâh’In gözetilmesini emrettiği kimselerle ilgiyi keserler ve yeryüzünde bozgnculuk yaparlar. İşte onlar lânete uğramışlardır; cehennem de onlar içindir.” (er-Ra’d, 25)

Söz, emanettir. İlk günkü gibi hakkı, hakikati, adaleti te’yit için vardır. Rastgele kullanılamaz, mâlâyânî için israf edilemez. Çünkü her söz kaydedilmektedir, Kirâmen Kâtibîn melekleri tarafından... Kâf Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 18)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Kul, Allâh’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.

Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah o kimseye, o kötü söz sebebiyle, kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm, 5; Tirmizî, Zühd, 12)

Söz, önemlidir; vefâ ister, zerâfet ister, nezâket bekler. İlk günkü gibi gönle huzur vermek, el-Halîm ve er-Raûf olan Cenâb-ı Hakk’ın rengiyle renklenmek ister.

Sözün hakkı vardır. Dilden bir çırpıda ifadeye döküldüğünde, basit bir kelime değildir artık... Korunması gereken hukuku bulunur. Hattâ hesap gününde şâhitlik edecek bir dâvâlıdır artık o...

Söz dosdoğru olmalıdır; içine yalan, gıybet, iftira girmemelidir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve bire (üstün iyiliğe) yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (her hâli doğru) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)

Görüldüğü gibi, güzel ahlâk ve tatlı söz, cennete giden yolu kolaylaştırdığı kötü ahlâk ve yalancılık da insanın cehenneme düşmesine sebep olmaktadır.

Sözün değeri ve mânâsı yoksa susmak en hayırlısıdır. “Üsve-i Hasene” Mübârek Elçi, şöyle uyarır ateşten kurtardığı ümmetini:

“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin, ya da sussun.” (Buhârî, Rikâk, 23; Müslim, İman, 74)

Peygamber Efendimizin sevdiği söz sahipleri, mütevâzî, samimi ve doğru sözlü güzel ahlâk sahibi kimselerdir. “Güzel sohbet ediyor dedirmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar (kibirliler) ise, onun hiç sevmediği ve kıyamet gününde kendisine en uzak mesafede olacak kimselerdir.” (Bkz: Tirmizî, Birr, 71)

 

Dilin Âfetleri: Gıybet, İftira, Koğuculuk

Muaz bin Cebel -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“-Bir gün, «yâ Rasûlallah! Konuştuğumuz her şey amel defterimize yazılacak mı? Onlardan hesaba çekilecek miyiz?» diye sordum. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Anan sana ağlasın! Şunu iyi bil ki, insanları burunları üzere cehenneme düşüren şey, onların dillerinin söylediği kötü sözlerdir. Sen, sustuğun sürece dilinin âfetinden kurtulursun. Konuştuğun zaman senin için ya ecir yazılır ya da günah yazılır.” buyurmuştur. (Taberânî, Mecmau’z-Zevâid)

 Hâl böyle iken insanoğlu zaman zaman gaflete düşer de iki kişi arasında konuşulan özel bir sohbeti, farkında olmadan veya ciddiye almayarak üçüncü kişiye nakleder. Böylece kardeşinin sırrına ihanet etmiş ve onun hakkında yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermiş olur.

Bazen kardeşinin bildiği veya öğrendiği bir sözünü, davranışını, özelliğini; onun olmadığı bir yerde anlatır. Bilir ki, kardeşi bunu duysa, üzülecek, rahatsız olacaktır. Kendisini, “Ama söylediğim şey doğru!” diyerek tesellî eder.

Oysa bir insanın doğru bile olsa, kardeşinin hoşlanmayacağı bir özelliğini başkasına zikretmesi “gıybet”tir. Ve gıybet, kardeşinin ölü etini yemek gibidir. Eğer anlattığı özellikler, din kardeşinde yoksa, bu sefer o söz “iftira” hâline döner. Bu da ciddî bir kul hakkıdır.

Eğer konuşulan mevzular alelâde bir gevezeliği geçip laf taşımaya, ara bozmaya dönerse o zaman buna “koğuculuk/nemîme” adı verilir.

Nemîme; insanlar arasında birlik beraberliği azaltıcı, kırgınlık ve dargınlığa sebebiyet veren; kalplere kin ve nefret tohumları eken sözleri, birinden diğerine taşıma mânâlarına gelir.

Bu sözler, bir vücudun organları gibi, birlik bütünlük içinde yaşayan mü’minlerin, akraba ve arkadaşların birbirine kırılıp küsmesine, parçalanıp aralarına şeytanın girerek nefislerine yenik düşmelerine sebep olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu yüzden:

“Nemmâm (koğucu) Cennet’e giremez. buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 50; Müslim, Îman, 168)

Mü’mine yakışmayan koğuculuk, bilerek veya bilmeyerek insanlar arasında laf getirip götürmek, ileri -eri her işittiğini söylemekle olur. Nitekim Peygamber Efendimiz:

“Kişiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi yeter.” buyurmuştur. (Müslim, Mukaddime, 5)

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:

“Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice temizlenmezdi.” (Buhârî, Vüdû, 55; Ebû Dâvûd, Taharet, 11; Tirmizî, Tahâret, 53)

Ancak laf taşımanın ve yalan söylemenin de istisnâları vardır; iki kişi arasını düzeltmek için laf taşıyan, yalan da söylese koğuculuk yapmış olmaz. Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun sözler taşıyan (veya hayırlı konuşan) yalancı sayılmaz.” (Buhârî, Sulh, 2; Müslim, Birr, 101)

Ümmü Gülsüm -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:

“Ben Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu üç hâl dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Harpte, kişilerin arasını düzeltmekte, (âile birliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde…” (Müslim, Birr, 101)

O hâlde söz başlı başına büyük bir mesûliyettir. Âyet-i kerîmede insanın organlarına sahip çıkmasının önemi şöyle vurgulanır:

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan sorumludur.” (el-İsrâ, 36)

Rabbimiz, cümlemize “dil emaneti”nin hakkını vermeyi nasip etsin. Lisanımızı hayırlara anahtar; şerlere kilit eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle