Sıhhat, Sünnet Üzere Tutulan Oruçtadır

Bütün seneyi dolaşarak seyreden, bu sene de eğitim dönemine ve uzun günlere tekâbül eden Ramazân-ı Şerîf ayına kavuşmuş bulunmaktayız. Rabbimiz’den niyâzımız; “bizden önceki ümmetlere de farz kıldığı” bu ibadeti, bütün kalbimizle bir ibadet niyeti ve neş’esi içinde geçirebilmek ve yüce kelâmında buyurduğu gibi, “günahlardan sakınarak takvâya erebilmek”!..[1]

Sözlükte, “bir şeyden uzaklaşmak, bir şeye karşı kendini tutmak” mânâsına gelen oruç; şer’î bir terim olarak; “tutmaya ehil olan kimselerin, niyet ederek imsaktan itibaren Güneş’in batışına kadar orucu bozan şeylerden korunmaları; yani yeme, içme, ilaç kullanma veya cinsel isteklerden uzak durmalarıdır”.

Müslüman, ergenlik çağına girmiş, akıllı, bu ibadete güç yetirecek sağlığa sahip olan, mukîm (yolcu olmayan) kimselere Ramazan orucunu tutmak farzdır. Oruç tutamayacak bir hastalığı olan kimsenin, müslüman ve mütehassıs (uzman) bir hekimin bilgisine başvurması gerekmektedir.

Daha önceki senelerde de derginin bu sayfalarında, üç aylar vesîlesi ile oruçla alâkalı olarak pek çok yazı kaleme almış idik. Meslek itibariyle, daha çok orucun sağlığa faydalarını zikrettiğimiz bu yazılarda, dünyanın çeşitli yerlerinde oruçla alâkalı yapılan ilmî çalışmalardan bölümler aktarmıştık. Bu çalışmaların hiçbirinde orucun sağlığa verdiği zararlarla ilgili bir netice elde edilemediğini açıkça belirtmiştik.

Bununla alâkalı olarak Fas’ın Kazablanka şehrinde, müslüman-gayr-i müslim dünyanın dört bir yanından gelen araştırmacıların takdim ettiği “Sağlık ve Ramazan” konulu çok sayıda araştırmada; orucun herhangi bir hastayı ya da tıbbî durumu daha kötü yaptığına dair bir neticeye rastlanmadığı ifade edilmiştir. Prof. Dr. Münip Yeğin ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaların neticesine göre, oruç tutanların kan şekerlerindeki düşme, normal hudutlarda kalmış, vücut için zararlı kimyevî maddelerde artış olmamış, yağ asitlerinin seviyesi ise düşmüştür. Orucun kan kimyasına menfî bir tesiri olmadığı tespit edilmiştir.

Prof. Dr. Said Kapıcıoğlu ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir çalışmada ülser teşhisi almış olan hastalar incelenmiştir. Ramazan ayında gece 2’de sahur verilerek oruca niyet eden bu hastaların mide asit değerleri, sabah 8’den akşam 7’ye kadar yarım saat aralıklarla ölçülmüş ve bu değerin sabah 10’dan sonra giderek azaldığı, öğle saatlerinde bu hastaların daha da rahatladığı hayretle müşâhede edilmiştir.

Aynı hastalar, Ramazan ayı dışında oruca niyet etmeden aynı denemeye tâbî tutulmuş; yani gece 2’de yemek verilip ertesi gün mide asit seviyeleri ölçülmüştür. Yemeğin kendilerine ne zaman verileceği söylenmeyen bu hastaların mide asit salgısı, sabah saatlerinden itibaren giderek artmış ve öğlen saatlerinde yüksek seyretmiştir.

Oruca niyet etmenin mide asit salgısında meydana getirdiği düşüş, dikkatleri celbetmiştir. Bu sebeple orucun mide asit ifrâzâtını artırdığını, böylece ülserli hastalarda durumu daha fenâ bir hâle getirerek kanama, delinme gibi ârazlarda artışa sebep olacağını söylemek yanlış olur. Haydarpaşa Numûne Hastahânesi, Vakıf Gurebâ Hastahânesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 20 yıl süreyle incelenen ülserli hastalarda, orucun mide kanaması ve delinmesine sebep olup olmadığına bakıldığında, orucun böyle menfî bir tesiri olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca Ramazan ayında oruç tutan ve ilacını alan mide hastalarında şifa oranı, oruç tutmadan ilacını alanlara göre daha yüksek bulunmuştur.[2]

Oruca niyet ile mide, şartlı reflekse girmekte ve asit ifrâzâtının en mühim safhasında meydana gelen blokaj ile salgı azaltılmaktadır. Ek olarak, oruç tutmanın verdiği iç huzuru da mide rahatsızlığı olanları ayrıca rahatlatmaktadır.

Ülser dışındaki çeşitli mide-bağırsak hastalıkları, kalp-damar hastalığı, yüksek tansiyon, obezite, psikolojik birtakım rahatsızlıklar, iyi huylu tümörler ve kanserler gibi çok geniş bir yelpazede yer alan hastalıklar, oruç ile tedavi imkânı bulmaktadır.

Dr. Henry Lahman, Saksonya’nın Dresden şehrindeki hastahânesinde ve Batı Almanya’da 29 klinikte oruç ile tedavi yaparken; Dr. Otto Buchinger, “Şifalı Oruç” kitabında, “Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır.” demektedir.

* * *

Topraktan yaratılan ve yine oradan gıdalanan insanoğlunun yemeye karşı olan zaafı, bir yandan bedene enerji taşırken; haddinden fazla yemek, diğer yandan bedeni tüketmektedir. İnsan açlık hissetmese de atıştırmaktan kolay kolay geri duramaz. Sürekli hazım ve depolama ile uğraşan sindirim sistemi, ne istirahat için ne de toksik maddeleri sistemden uzaklaştırarak kendini revize etmek için zaman bulamaz.

Normalde sindirim sisteminde atomlarına kadar ayrıştırılan gıdalar, vücudun temel ihtiyaçları için kullanılır. İhtiyaç duyulandan fazla miktarda gıda alındığında ise, bunlar yağ şeklinde çeşitli yerlerde depolanır. İyice yakılamayan gıda artıkları ise, zamanla hayâtî doku ve organlarda birikerek kalp-damar hastalıkları gibi ciddî rahatsızlıklara zemin hazırlar.

Oruç ile; bu atıkların yakılması, hücre içinde biriken toksinlerin uzaklaştırılması ya da zararsız hâle getirilmesi ve vücudun yenilenmesi için mükemmel bir fırsat yakalanır. Bu zararlı maddelerin hücre içinden uzaklaştırılması, onların karaciğer, böbrek, deri, akciğerlere yönlendirilmesi ile olduğundan; açlıkla beraber kokan bir nefes, ter, dışkı ve koyu renkli idrar meydana gelmektedir. Yine bunların atılmasına bağlı olarak hâlsizlik, isteksizlik, yorgunluk, baş ve eklem ağrıları görülebilir.

Oruca başlanan ilk günlerde bu şikâyetlerin öne çıkması, ilerleyen günlerde ise ortadan kalkması, vücudun oruca sağladığı uyumu göstermektedir. Ramazan ayından önce gelen iki ayda da nafile oruç tutmaya çalışanlar, yıl içinde de çeşitli vesîlelerle sünnet üzere oruç tutanlarda bu şikâyetler görülmemektedir.

Bu sene tuttuğumuz Ramazan orucu ile yaklaşık 16-17 saatlik bir zaman zarfında yemeden-içmeden uzak duracağız. Bu süre, devamlı yemeyi âdet edinenlere uzun görünse de, vücudumuzda depolanan yağ, karbonhidrat ve proteinlerin yakılması ile açığa çıkan enerji, değil 17 saat, hiçbir şey yemeden haftalarca yetmektedir. Mükemmel yaratılmış vücut sistemimiz, bu kadarlık bir zamanda aç ve susuz durmamızla hiçbir şekilde zarar görmemektedir. Pek çok düzenleyici mekanizma devreye girerek, bünyemizdeki kan şekeri seviyesini, su-tuz miktarını ve kandaki pek çok hormonu dengede tutmaktadır.

Bir sene boyunca her bakımdan yıpranan vücut sistemi için oruç, bulunmaz bir nimettir. Ramazan’da farz kılınan orucun üst üste bir aylık süreye tekâbül etmesi, 11 ay boyunca sürekli yiyerek kendini tüketen bir bedenin, bütünüyle bakıma girerek yeniden hayata dönmesi mânâsına gelmektedir.

Elde ettiği enerjinin üçte birini hazım faaliyetleri için kullanan bedenin uzun günlerde oruca nasıl hazırlandığı ve iftarı nasıl karşıladığı, ehemmiyet arz etmektedir. Zira Ramazan ayında en sık karşılaşılan şikâyetler; hazımsızlık, midede ekşime ve yanma, ağrı, gaz, kabızlık gibi sindirim sistemi ile alâkalı olmaktadır. Bu şikayetler de uzun günlerde oruç tutmaktan değil; iftarı ve sahuru sünnetten uzak bir anlayış içinde yapmaktan, gün içinde yememeye karşı gösterdiğimiz sabrı, iftar sofrasında yitirmekten, orucu rûhâniyetine uygun bir anlayış ile edâ edememekten, açlık ile sabrın tâlimini yaptıran bu ibadeti lâyıkıyla anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Bunun en bâriz tezahürünü, hazırladığımız abartılı iftar sofralarında rahatlıkla görebiliriz.

Bu sebeple sahur ve iftarı nasıl yaptığımız önemlidir. Gün içinde tok tutacak, yavaş hazmedilen, gıda değeri yüksek, kalorisi düşük gıdalar sahurda tercih edilmeli, (kahvaltı şeklinde bir sahur, kuru baklagil ve kuru meyveler, tahıllı ekmekler gibi) bir yudum su ile de olsa sahur atlanmadan yapılmalı, sıvı olarak kafeinsiz içecekler tercih edilmeli; iftar sofrasında îtidal bozulmadan sabırla, bütün âzâlara tutturulan bir orucun şükrü ile yemeğe başlanmalı, lokmalar iyice çiğnenerek yutulmalıdır. Hurma, zeytin ve ardından içilen çorbadan sonra akşam namazı için verilen mola ile sindirim sistemi hazım faaliyetlerine hazırlık için zaman elde etmiş olur. Namazı müteakip yenilen hafif yemekler ile, ardından kılınacak yatsı ve teravihe de hazırlanılmış olur. Zira ağır yemekleri müteakip insanda yorgunluk ve uyku hâli ortaya çıkar. Bu da senede bir ay bizi ziyarete gelen kıymetli günleri değerlendirme fırsatlarının kaçırılması mânâsına gelir.

Her konuda bize misal teşkil eden Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, nezih hayatına ve hadîs-i şerîflerine baktığımızda, orucu nasıl tutmamız gerektiğini, hangi zamanlarda orucu tavsiye ettiğini, hangi orucun faziletli olup hangisinin menedildiğini de görmekteyiz. Haftada Pazartesi ve Perşembe günlerini, ayın ortasındaki üç günü ve bazı mübârek günleri oruçla ihyâ etmemizi tavsiye ederken, bazı oruç çeşitlerini de yasakladığını görüyoruz; her günü oruçlu geçirmek, “savm-i visal” gibi aralıksız oruç tutmak vb...

Son zamanlarda giderek artan “açlık oruçlarını” bu mânâda değerlendirdiğimizde, Peygamber Efendimiz’in tavsiyeleri arasında böyle bir orucu bulamıyoruz. Bununla beraber açlık oruçlarının sünnete hamledilmesini hekim olarak idrâk edememekle beraber, verdiğimiz seminerlerde:

“-Oruç, sıhhat bulduran bir ibadet iken açlık orucunu tavsiye eder misiniz?” gibi sorulara da muhatap olmaktayız.

Biz, âcizâne, hekim olarak sünnet orucunun faydalarını anlatıp bu konuda yazılar kaleme aldık. Kaldı ki, oruç bir ibadet olduğundan, sadece perhiz ve sağlık için niyet alan kimsenin elde edeceği kazanç da ona göre olsa gerek... “Bir ibadet neş’esi ve niyetiyle oruç tutmak…” diyerek yazıya başlamamızın sebebi de buydu.

Ramazan orucu, farz kılınan bir ibadettir. Ve bu şekilde niyet edilerek tutulur. Sağlığa olan faydaları, kişiye Allâh’ın lûtfudur. “Sağlığıma kavuşayım!” diyerek farz oruca niyet etmenin uygun olup olmadığı hakkında konunun ehli olan âlimler söz söyleyecektir. Lâkin açlık oruçları ile alâkalı sorularla son zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız için; daha önceki yıllarda da dergide bahsettiğimiz şekilde bu konuda tekrar bir hatırlatma yapmakta fayda mülâhaza ediyoruz.

Bir hekim, yıllarca gördüğü tahsilin neticesinde, kendisine gelen hastayı sadece kitaptaki bilgilerle bir robot gibi değerlendiremez. Yaş, cinsiyet, psikolojik faktörler gibi sebeplere bağlı olarak aynı hastalık kişiden kişiye farklı seyredeceği için, tedavisi de farklılık arz eder. Zira “tıpta hastalık yoktur, hasta vardır.” Yoksa hastalığını öğrenen herkes, ilâçlarını alıp kendi kendini tedavi etmeye kalkardı.

Her türden hastalığa ve her yaştan hastaya, tedavi maksadıyla uygulanan açlık oruçlarına bu bakımdan temkinli yaklaşmak gerekiyor. İslâmî prensiplere göre tutulan oruçtaki gibi bir niyet koyulmayan, ayrıca iftarı ve sahuru da olmayan bu orucun, sağlık üzerinde birtakım yıkıcı tesirleri olacağı göz ardı edilemez. Oruç tutmaya niyet edildiğinde vücut sisteminde birtakım mekanizmalar devreye girerek yeni duruma uyum sağlarken, kan şekeri, kan basıncı, su-tuz dengesi gibi bünye için hayatî olan pek çok unsuru da dengede tutmaktadır. Aynı durumun sadece “aç kalındığında” görülmeyeceği âşikârdır.

Ameliyat öncesi ve sonrasında hastalar ağızdan gıda almaktan men edilerek bir nevî oruç tutturulurlar. Lâkin bu durumda bile, bir yandan damardan beslemeye alınırlar ki, enerji açığı meydana gelerek başka sıkıntılara sebebiyet vermesin.

Açlık ve az yemenin insan beden ve ruh sağlığına faydaları olduğunu her fırsatta dile getirmekteyiz. İnsanın mide kapasitesi bellidir. Günlük enerji ihtiyacını karşılayacak bir yeme tarzı yeterlidir. Oburluk, karışık beslenme ve israfın arttığı, obezitenin giderek yaygınlaştığı günümüzde bu daha da önemlidir. Lâkin her şeyde îtidalli olmak gerekmektedir. Uzun süreli açlıkların bünyede birtakım değişikliklere sebep olacağını unutmamalı, diyet yapılırken de bir uzman görüşüne başvurarak bir beslenme programı çıkarılmalıdır. Bu programlarda kişilerin sağlık problemleri, sosyo-ekonomik durumları, yaşları, cinsiyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. “Tek tip gıda” ihtiva eden, enerjisi düşük, vitamin ve minerali eksik, piyasaya sürülen diyet formüllerinin sağlık değil, hastalık sebebi olacağı unutulmamalıdır.

Yukarıda zikrettiğimiz sebeplerden ötürü, hastalıklarla ilgili alternatif tedavi metotlarından faydalanırken de ehil bir hekime danışılmalıdır. Günlerce üst üste tutulan açlık oruçlarını, dervişlerin çilehânede yaptıkları riyâzatlara kıyaslamak yanlıştır. Zira bu eğitimin, “mânevî hekim” tâbir edebileceğimiz mürşid tarafından kontrol edilmesi ve yapılma gâyesinin farklılığı, onu, günümüzde yayılan açlık oruçlarından ayırmaktadır.

Yazımızı bitirirken, eğitim sezonuna ve sınav dönemine denk gelen bu ayda, “İmtihana girecek olan öğrencilerin oruç tutmaları, zihnî fonksiyonlarını yavaşlatır mı?” sorusuna da kısaca cevap vermek faydalı olacaktır. Beynin en mühim enerji kaynağı glikozdur, yani kandaki şekerdir. Oruçta devreye giren mekanizmalar, kan şekerini dengede tutmaktadır. Bu, yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir. Bir miktar açlık, zannedilenin aksine zihnî fonksiyonlar için faydalı da olacaktır. Açlık, beyni uyararak birtakım hormonları salgılatır; zihnî aktiflik ve uyanıklık meydana getirir. Mide tıka-basa doldurulduğunda ise, dikkat dağınıklığı, uyku hâli ortaya çıkar. İşyerlerindeki kazaların daha ziyâde öğle yemeğini müteâkip zamanlarda meydana gelmesi de bunu desteklemektedir. Hâfızaya ve dikkate faydalı olduğundan; öğrenciler, imtihana girecekleri zaman rahatlıkla oruçlarını tutabilirler.

Acıkmadıkça yememek, yerken îtidalli (dengeli) olmak, doymadan sofradan kalkmak, bütün vücut sistemini sıhhate kavuşturacak olan altın kurallardır. Sünnet üzere tutulan oruç ile bu taçlanmaktadır. Faydalarını saymakla bitiremeyeceğimiz orucu gerçek mânâda idrâk edebilseydik, tüm senenin Ramazan olmasını arzu ederdik.

Rabbimiz cümlemize şu mübârek günleri rûhâniyetine uygun bir şekilde ihyâ edebilmeyi, sırf O -celle celâlühü- emrettiği için bu teslîmiyet ile oruçlarımızı tutabilmeyi nasip eylesin. Âmin.

 

[1] Bkz. el-Bakara, 183.

[2] Daha geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı, “Din ve Bilimin Işığında Oruç”; Yazıcıoğlu M., “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayı ile İlişkisi” Haydarpaşa Numûne Hastanesi İhtisas Tezi, Ataseven A.-Aydınoğlu K. ve arkadaşları, “Ülser Perforasyonunun Açlıkla İlişkisi” Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, 1975, VI, 203.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle