SEVDİĞİNDEN KORKULUR MU?

Abdülkâdir Geylânî hazretleri şöyle buyurdu:

“Geniş ol, Allâh’ın fiillerinden korkma!...”

(Fethu’r-Rabbânî)

 

Sevgi, içinde korkuyu da taşıyor. Ve insan, kendisinden çok, sevdikleri sözkonusu olunca korkuyor. Kaybetmekten korkuyor, ayrı düşmekten… Mecnûn hastalanıp da hekim iğne yapmak isteyince, “Leylâ’yı incitirsin!” demişti ya hani, o da sevdiğinin incinmesinden korkuyor!..

Tanıdıkça hayatı, insanların zulümlerinin nerelere varabileceğini görünce; tahrib gücü yüksek bombalar, insanlığa dâir hayalleri yıkınca, savaşın çocuklarının gözlerinde kıyâmetin kopuşunu seyredince…

Merhametin, yetim başlardan elini çekişini gölge gölge izleyince, insanların kendi nefislerine zulmüne tanıklık edince…

Korkuyor insan, hem de çok korkuyor!..

Yüreğine uzanamadığı bir gençlik uçurumdan düşerken, sessiz çığlıklarını dalga dalga ruhunda duyunca…

Korkuyor; sebepsiz değil…

Lâkin her şey O’nun izniyle ve bir hikmetle değil mi? Bu dünya sebepler dünyası değil mi? Sensin Rahmân, biz îman ettik; bizdeki merhamet kırıntısı da Sen’den…

Hem sevgi, içinde ümidi de taşıyor. Kardelen; celâlin içinde saklı cemâl değil mi? Değil mi mutluluk, uçurumlarda bile açan bir çiçek?!. Zulüm yağdırılan şehirlerde, bombalanan bir ev değil, içindeki gönülken; izbe sokaklarında çocuklar hâlâ çember çeviriyor. Soğuktan çatlamış ellerinde yüreğinin sıcaklığı hissedilen bir baba, evine ekmek götürürken, âilesinin gözlerindeki şükür parıltılarıyla ısınıyor. Çetin ve şiddetli soğukların ardından, eriyen karların altında uyanan toprak gerinirken çiçekler neşv ü nemâ buluyor, nârin ve yumuşak vücûduyla bir solucan toprağı deliyor.

Sekseninde bir nine, gözünden hâtıraları geçerken artık ısıramadığı elmasını alıp tıpkı küçük bir kız çocuğuyken ısırdığı elmaları kokladığı gibi kokluyor. Ve insanlar çılgınlık ateşiyle yanarken, Allâh’a “kul” olanlar, gecelerini kıyam ve secdede geçiriyor ve “Kul Peygamber”den öğrendikleri gibi “Onlar bilmiyorlar!..” diyerek Rahmân’dan bağış diliyorlar. Bir yandan da Mevlânâ’dan şu kıssayı okuyorlar:

“Îsâ -aleyhisselâm- çok tebessüm eder ve Yahya -aleyhisselâm- çok ağlardı. Hazret-i Yahya, Hazret-i İsa’ya dedi ki:

“-Sen galiba Hâlık Teâlâ’nın incecik mekirlerinden (hile ve imtihan gereği olan tuzaklarından) gereği gibi emin olmuşsun ki gülüyorsun!..”

Hazret-i Îsâ da cevâben dedi ki:

“-Sen de Hâlık’ın, latîf, garip ve gizli olan inâyet (yardım) ve lutuflarından pek ziyâde ümitsiz olmuşsun ki, böyle (durmadan) ağlıyorsun!..”

Bu mâcerâda evliyâdan bazı kimseler hazır idi. Bu iki zâttan hangisinin hâli ve kimin makamı daha âlî (yüce) olduğunu Hak Teâlâ’dan suâl ettiler. O da:

“-Bana zannı en güzel olanın makamı daha âlîdir ve Ben kulumun zannı indindeyim. Ben kulumun zannı olan mahaldeyim.” buyurdu.” (Fihi mâ fih, sh: 47)

Rahmân sensin, iman ettik!..

Celâlin içindeki cemâli; kahrın içindeki lutufları göster bize… Sana zannımızı güzel eyle!..

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle