MİSYONERLİK

Latince “missio” kelimesinden türetilen “mission” (misyon) sözlükte; vazife, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel vazife anlamına gelmektedir.

Misyon faaliyetlerinde çalışanlara ise “misyoner” denir. Bu isim genel anlamda, belli sınırlara bağlı olmayıp, mesajını her tarafa yaymaya çalışan inanç ve düşünce mensupları için kullanılabilen bir ifadedir. Bugün ise bir terim olarak, “kiliselerin hıristiyanlığı, hıristiyan olmayan ülkelerde yaymak gâyesiyle oluşturdukları kuruluş ve bu kuruluşlarda faâliyet gösteren kimseler” için kullanılmaktadır.

Hıristiyan misyonerler, hareket noktası olarak Hazret-i Îsâ’nın İncil’de geçen şu ifadesini almışlardır:

“İmdi siz gidip bütün milletlerden şakird edinin. Onları Baba, Oğul, Kutsal Ruh ismi ile vaftiz eyleyin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin.”

Bugünkü hıristiyan misyonerler de “havârîler”i, “ilk misyonerler” olarak kabul etmekte ve onların yolundan gittiklerini ileri sürmektedirler.

 

Tarihçe:

İlk devirlerde hıristiyanlığın yayılmasında önemli faaliyet gösterenler arasında Pavlos başta gelir. Yahudi iken Hıristiyanlığı kabul ettiği ilan eden Pavlos, çalışma alanı olarak putperestlerle, Avrupalıları seçmiştir. Hıristiyanlığı onlara kabul ettirebilmek için, hıristiyanlıktaki bazı hükümleri değiştirmiş, bazı hükümleri kaldırmıştır. Bazılarını ise faaliyet gösterdiği toplumlarda var olan inançlarla değiştirerek onlara hıristiyanlığı kolayca benimsetmeye çalışmıştır. Pavlos’un “hıristiyanlığı yaymak adı altında, onu bozduğu” genelde paylaşılan bir görüştür.

Pavlos’la beraber ve ondan sonra da çeşitli azizler, “misyoner” olarak görev yapmışlardır. Bu hususta ilk öncüler, Katoliklerdir.

Roma Katolikliği, Avrupa’ya hâkim olduktan sonra dünyanın her tarafında yaşayan insanları hıristiyanlaştırmaya çalışmıştır. Bu arzusuna ulaşmak için önce kılıç yolunu denemiş ve böylece “Haçlı Seferleri” başlamıştır. Dünyaya hâkim olma gayesindeki hıristiyanlığı durdurabilecek tek dinin, İslâm olduğu düşünüldüğü için ilk hedef İslâm toplumları olmuştur. Ancak hıristiyan dünyası, müslümanlarla mücâdelelerinde kılıçla başarılı olamamışlardır.

Paris Katolik Enstitüsü tarafından çıkarılan bir kitapta Rahip Samuel Zwemer bu durumu şöyle ifade eder:

“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslâm memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, önce hıristiyan âdetlerini, hıristiyan bayramlarını, hıristiyan kültür ve ahlâkını aşılayalım.”

Görüldüğü üzere ilk olarak insanlara kendi dinlerini anlatma yolunu seçen misyonerlik, daha sonra Haçlı seferlerine başlamış, bunda da istediği başarıyı elde edemeyince taktik değiştirmiştir. Hıristiyanlığı hâkim kılma hareketini, kültür ve mânevî değerlere sızarak “Müslümanların yaşantılarını Hıristiyanlaştırmak” şeklinde yeniden düzenlemiştir. Ancak bu durum, misyonerlik vazifesini üstlenecek olanların ciddî biçimde yetiştirilmelerini gerektirmektedir. Zira artık kılıç zoruyla hıristiyanlığı kabul ettirme devresi nihayete ermiş, yeni taktik ve propagandalarla insanların rûhuna sirâyet etme devresi başlamıştır. Bu noktada istenen bilek gücü değil, zekâ, kabiliyet, güçlü bir beden dili, kültür, siyaset ve toplumda kabul gören şahsiyetlerdir.

 

Bir Misyoner Nasıl Yetişir?

  1. Misyınerlik yapmak üzere okullardan, âilelerinin izniyle en zeki, çalışkan ve kabiliyetli çocuklar seçilir. Misyonerlik yapacağı ülkelerin okullarında özel bir eğitimden geçirilir. Bu, o yerin insan ve kültür yapısını tanıması içindir.

Çocukluktan itibaren yetiştirilmeleri onların ideolojilerine hâkim olup, Hıristiyanlığı yayma fikrini bir heyecan hâline getirmek içindir. Bu yüzden dünyanın en ücra köşesine gidecek şekilde bir vazife şuuru ve sevgisi aşılanır.

  1. Misyonerlere mümkün olduğu kadar meslekî eğitim de verilir. Doktorluk, hemşirelik, hastane hizmetleri misyonerlik için en önemli ve tesirli vazifelerdendir. Zira insan hâlet-i ruhiyesine nüfûz edebilme noktasında en mühim strateji, kalben ve bedenen zayıf düşülen, teselliye ihtiyaç duyulan anlardır.
  2. Her misyonere, mâlî yönden büyük destek sağlanır. O da bulunduğu ülkedeki işsiz, fakir ve kimsesizlere mâlî destek sağlayarak propaganda yapar.
  3. İslâm ülkelerinde faaliyet gösterecek misyonerlere; Arapça, İslâmî bilgiler ve İslâm düşünce tarihi öğretilir. Bunun yanında onlar, müslümanlarca Hıristiyanlığa yöneltilecek tenkitler hususunda çok iyi hazırlanır. Onlara ne gibi itirazların yapılabileceği ve o itirazlara nasıl cevap verecekleri öğretilir. Ayrıca İslâm’a ve Müslümanlara hangi konularda tenkit yöneltebilecekleri de öğretilir. Birden fazla dil öğrenmeye teşvik edilir.
  4. Tanınmış şahsiyetleri veya kendileriyle başka gâyelerle temâs kurmuş kimseleri, hıristiyanlığı kabul etmiş gibi gösterirler. Vaftiz listeleri neşredip onların adlarını kullanırlar.
  5. İslâm ülkelerinde dînî tedrisât yapılan yerlerdeki zeki, fakir ve yardıma muhtaç öğrenciler tespit edilir. Bu öğrenciler, dil öğretme, maddî yardım, gezi imkânı gibi yollarla hıristiyanlığa yaklaştırılır.
  6. Kadınlara, kadınlar kanalıyla, onların eliyle de aileye ve dolayısıyla cemiyete nüfuz etmeye çalışırlar.

Burada dikkat edilecek birkaç husus vardır:

  1. Misyonerlerin çocuk denecek yaşta yetiştirilmeleri, yani ekseriyetle genç olmaları
  2. Kendilerine muhatap olarak daha ziyâde gençleri seçmeleri
  3. Kültür ve cemiyete nüfûz etme noktasında kadınların ele alınması

Bilindiği üzere toplumu ayakta tutan çekirdek yapı, âiledir. Âileyi ayakta tutan ise elbette ki, annedir. Gençlere gelince, o toplumun enerji ve heyecan potansiyelidir. Bu yüzden bir toplumda gençlerin hareket ve fikriyâtını, buna ilâveten de kadınların duygu ve zaafını yakalamak demek, o toplumun muhtemel bir dejenerasyona hazırlanması demektir. Bunun içindir ki, misyonerler hedef kitle olarak, kadın ve gençleri tercih etmişlerdir.

 

Misyonerlerin Metotları

Bir misyoner, vazifesine başlarken Hıristiyan olduğunu mümkün olduğu kadar gizlemeye çalışır. Konuşmalarında “Hazret-i Îsa, vaftiz, Mesih” gibi ifadeleri kullanmamaya titizlik gösterir. Zira halkın büyük bir kesimi, bilinçli olmasa dahî hıristiyanlığa ait bu gibi ifadelere karşı hemen tepki gösterebilir. Bunun için ifadelerine dikkat eder, sempatik görünerek kendilerini sevdirmeye çalışırlar. Hazreti İsa’yı ilâh olarak kabul edişleri dahî ancak hıristiyan dost çevresine dâhil olduktan sonra anlaşılacak bir durumdur. Bu misyonerlerce “inkültürasyon (ikiyüzlülük)” olarak ifadelendirilen bir metoddur. İnkültürasyon; kültürlenme, şartlara uyma anlamına gelir. Kökü Pavlos’a dayanır. İncil’in “Resullerin İşleri” adlı bölümünde belirtildiği üzere Pavlos, sünnet olma karşıtı olmasına rağmen, talebesi Timateyus’u sünnet ettirmekten kaçınmamış, Mûsâ şeriatına inanmadığını söylemesine rağmen arınma törenlerine katılmakta beis görmemiştir.

Bu durum, misyonerlerin metotlarında bazı ahlâkî sorunların olduğunu açıkça göstermektedir. Yani “Birini Hıristiyan yap, nasıl yaparsan yap!..” mantığı görülmektedir.

Hakîkatte ise, dinin gâyesi, insana güzel ahlâk kazandırmak, ibadet ve muâmelâtta ikiyüzlülükten uzaklaştırarak ihlâs sahibi bir insan hâline getirmektir. Buna binâen Mevlânâ Hazretleri; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!” buyurarak iki düşünce arasındaki ahlâkî yapının derin farkına işaret etmiştir. Bu da misyonerlerin dinden öte siyâsî bir hedef çizdiklerinin ve hizmet ettikleri dinin “hak/gerçek” olma özelliğini yitirdiğinin en açık göstergesidir.

Mümkün olduğu kadar “Bilmiyorum.” cevabı alacakları soru ve problemleri gündeme getirirler. Bu soruları peşpeşe sorarak şüphe oluşturmaya çalışırlar. Bunu ise dînî bilgisinin ne kadar fazla olduğunu göstererek, propagandasına uygun bir ortam hazırlamak için yaparlar.

Hakîkatte sordukları sorular, müslüman âlimler tarafından defalarca cevaplanmış ve iddiaları çürütülmüştür. Eğer gâye “inançlar arası diyalog” kurmak olsaydı, dînî bilgileri sağlam olan bir kimse seçilirdi. Böylece sağlıklı bilgilenme yoluna giderek ortak bir zemin elde etmeye çalışırlardı.

Misyonerlerin kullandıkları metotlardan biri de “dairesel akıl yürütme” yöntemidir. Buna göre, ileri sürdükleri bir sözde delili anlamak o konuya inanmayı gerektirir. Mesela Teslis’in târif ve delili ona inanmaya bağlıdır. Bu durum, aklın işleyişine aykırıdır. Zira akıl, bir hususta önce delil ister, kabul buna bağlıdır.

Bu yüzden İslâm’da önce anlamak, tatmin olmak esastır. Elbette ki, İslâm, dininde de teslîmiyeti gerektiren, akıl sınırlarını aşan gaybî konular vardır. Ancak İslâm, akla ters gelen değil, aklı aşan konularda teslimiyet ister. Aklın idrak edebileceği seviyedeki her husûsu da izah eder. Bu durum ise, şüphe değil, kulun Rabbine duyduğu îtimad ve güvenin neticesidir.

 

Takip Ettikleri Metotların Odak Noktaları

  1. Dînî ve Kültürel Yapı

Misyonerler, hıristiyanlığı yaymak için gittikleri ülkenin önce dînî, içtimâî ve kültürel durumunu inceleyip öğrenirler. Sonra da o ülkenin maddî ve manevî değerlerini, kültürünü yozlaştırmaya ve yıkmaya çalışırlar. Bu noktada ise en büyük hedef, İslâm kültürüdür. Zîra İslâm medeniyeti, kökünü Asr-ı Saâdet’ten almış ve bu kökü Endülüs’le Osmanlı’yla besleyerek dev bir çınar hâline getirmiştir. Ve elbette ki, bir medeniyeti ayakta tutan en büyük âmiller; onu başlangıçta oluşturan din, kültür ve ahlâkî yapıdır.

Bu yüzden misyoner bir İngiliz casusu olan Hampher’e rehber olarak verilen “İslam’ı Nasıl Yok Edelim” isimli kitapta;

“Müslümanların ırkçı ve milliyetçi duyguları kamçılanarak eski kültür, dil ve tarihe sıkı sıkıya bağlı olan düşüncelerinin hedef alınması…” gerektiğine dikkat çekilmiştir.

 

  1. Harp, Deprem vs. Felaket Bölgeleri

Harp, yangın, deprem vb. zamanlarını kendilerine fırsat bilip yardıma muhtaç olan bu insanlara destek vererek onların sempatisini kazanmaya çalışırlar. Kendisine sağlanan mâlî destekle o bölgeye, sözüm ona, yardımda bulunurlar. Bu şekilde muhatapta bir minnet duygusu uyandırır ve yakınlaşma sağlayarak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar.

Bilhassa fakir ülkeleri tercih etmeleri de bu sebepledir.

Misyonerliğin yaymaya çalıştığı hıristiyanlık, şu an dünya üzerinde Avrupa’daki tesir sahasını kaybetmeye başlamış, bu sebeple çalışmalarını diğer kıtalarda bilhassa Orta Asya, Ortadoğu ile bilumum İslâm ülkeleri ve özellikle Güney Kore’de yoğunlaştırmıştır.

 

  1. Gençlik

İslâm ülkelerindeki faaliyetlerinde, genç neslin dinden ve millî değerlerden uzak yetişmesine çalışırlar. Bundan sonra “hiçbir değer taşımayan” kişilere “bunalım” devrelerinde “kurtarıcı din” olarak hristiyanlığı sunarlar.

Yine Hampher’in rehber kitabı “İslâm’ı Nasıl Yok Edelim?”in bir bölümünde şu ifadeler yer alır:

“…Müslüman genç erkek ve kızlar arasında kayıtsızlık ve dinsizliği yaymalıyız. İslâm’a yönelik şüphe ve kuşkular uyandırmalıyız. Kiliseye bağlı okullarda ahlâka ve İslam’a uymayan kitaplar ve yayınlar dağıtılmalı, gayr-i ahlâkî ilişkiler için spor merkezleri kurulmalı, gençlerin gayr-i müslim dostlar edinmelerini sağlamalıyız. Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup gençlerin katıldığı dernekler kurmalıyız. Mümkün olan her vesîleyi kullanarak Müslüman gençliği tuzağa düşürmeliyiz.”

Bunu sağlamak için ise gençlerin, âileleriyle olan bağlarına temas ederek:

“…Âilelere nüfûz edilerek, baba-evlad ilişkileri, sömürü kültürünün etkisinde kalacak şekilde düzenlenerek, artık büyüklerin nasihatlerinin dinlenmeyeceği derecede bozulmaya çalışılmalıdır. Gençleri dînî inançlarının etki alanından çıkararak din âlimleri ile ilişkilerine son vermek böylelikle mümkün olacaktır…” denmektedir.

Bilindiği üzere gençler, ikna ve etkiye en açık, değişime en yatkın grup olarak bilinir. Bu yüzden lise ve üniversite öğrencileri misyonerlerin en çok ilgilendikleri kesimdir. Nitekim Türk Protestan lideri İhsan Özbek’e göre, son on yılda hıristiyanlığı yarısı üniversite, yarısı da lise mezûnu kimselerdir. Özellikle Batı kültürü ile doğrudan ve yakın temas içerisinde olan yabancı okullar ve yabancı dil kursları misyonerlerin daha rahat çalışma imkânı buldukları yerlerdir.

Gençler tarafından bu derece kabul görmeleri, gençlerin “Batı medeniyetine” karşı “aşağılık duygusu” içerisinde yetiştirilmeleriyle de bağlantılıdır.

Bu yüzden gençlerin, âile içi sevgi ve anlayışla kucaklanması ve iyi bir eğitimden geçirilmesi şarttır. Ayrıca bu tertemiz yüreklere, İslâm’ın “en doğru ve en son ilâhî din” olduğunu yaşayarak öğretmeli, şahsiyetlerine müslümanın izzet, şeref ve haysiyetini nakış nakış işlemelidir.

 

  1. İbadetler

Hıristiyanlığın kolay, İslâm’daki “namaz, oruç… gibi” ibâdetlerin zor olduğunu ileri sürerler. Haftada bir kiliseye gitmekle dînî vecîbelerden kurtulmanın mümkün olabileceğini telkin ederler. “Hıristiyanlığın sevgi ve kolaylık, İslam’ın zahmet ve şiddet dini olduğunu” öne sürerler.

Yine Hampher’in “İslam’ı Nasıl Yok Edelim” kitabında bu durum şöyle açıklanır:

“Müslümanları ibadetlerinden alıkoymak ve şüphe uyandırmak gerekmektedir. Özellikle “Allâh’ın, kulların ibadetine ihtiyacı yoktur” konusu üzerinde ısrarla durulmalıdır…”

“İmamlara ve cemaatlere yönelik çeşitli ithamlarda bulunarak cemaat namazlarının ortadan kaldırılmasına çalışılmalı, halkın cemaat namazlarına gelişi azaltılmalıdır. Bu konuda özellikle cemaat imamının şahsiyeti yıpratılmalı, halk ve imam arasındaki ilişkiler koparılmalıdır…”

“…Haccı anlamsız göstererek Müslümanları Mekke yolculuğundan alıkoymak gerekir. Aynı şekilde dînî toplantılar, merâsimler, hedeflerimiz için tehlikedir, şiddetle önüne geçilmelidir…”

Bu ifâdelerin yanı sıra Hıristiyanlığa dâir sevgi ve güven ifade eden şöyle bir alternatif sunarlar:

“…Sen Îsâ’ya inan, Allah da senin saadetini tescil etsin. Bunu tescil ettikten sonra o senin kurtarıcın olacaktır. Îsâ (a.s.)’ın seni kurtarmak için çarmıha gerildiğine inan, böylece kurtulursun…”

Böylece yegâne kurtarıcı Îsâ; sevgi ve barış dini olarak da hıristiyanlık gösterilir. Hatta Peygamber Efendimizin savaşlarından ve bunu bildiren âyetlerden, azab âyetlerinden bahsederek İslâm’ın “şiddet dini” olduğunu aşılamaya çalışırlar.

Hakîkatte ise İslâm’da hiçbir ibadet gâyesiz değildir. Her biri insanın terbiyesi noktasında âdeta bir mektep gibidir.

Mesela namazla, kula dâimî bir ihsân (Allâh’ın kendisini her ân gördüğü) duygusu, oruçla açlık ve sıkıntı hâlinde olanların hâlini düşünmek, zekâtla insanlara bir şeyler vermenin lezzeti, hacla uhrevî bir tâlim/teslimiyet öğretilir. Bütün bunların gâyesi ise kulda güzel ahlâkın hâsıl olmasıdır.

 

  1. Kur’ân ve Kur’ân İlimleri

Açtıkları üniversite, kolej ve benzeri okullarda tefsir, hadis, fıkıh gibi İslâmî ilimlerle, gidecekleri bölgelerin kültürlerini öğretirler. Buralarda yetiştirdikleri oryantalistleri, “ilmî inceleme” adı altında hedef ülkelere göndererek oradaki müslümanların gönlünü bulandırmaya çalışırlar.

1-Bu hususta misyonerler, oryantalistler tarafından hazırlanmış, çeviri hataları ve anlam bozukluklarıyla dolu olan Kur’ân-ı Kerîm meâlleri kullanırlar. Bu kasıtlı çeviriler sayesinde hıristiyan kilisesinin düşünce yapısı kolaylıkla hakîkat kabul edilebilir hâle gelecektir.

Yine aynı kitapta Kur’ân-ı Kerîm hakkında şöyle bir ifade geçer:

“…Müslümanların elinde bulunan Kur’ân’ın gerçek Kur’ân olup olmadığı yolunda şüpheler uyandırılarak, eksik veya fazlalığı bulunan «yeni Kur’ânlar» bastırılıp halk arasında dağıtılmalı, şüphe ve kuşku uyandırılmalıdır...”

Cenâb-ı Hak, bunlara hitâben Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:

“Ey İncil’in tâkipçileri! Dininiz(in temel olan hakikat)in sınırlarını aşmayın ve Allah hakkında hakikati söyleyin.” (Nisâ, 171)

2-Aynı zamanda Kur’ân-ı Kerîm’de siyâk ve sibâk (cümle ve metin içerisindeki durumu) açısından birbiriyle bağlantılı olan âyetlerini bölerek, kendi isteklerine göre yorumlarlar.

Kur’ân-ı Kerîm ise böyle bir teşebbüse âdeta cevab verir bir tarzda şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Ey geçmiş vahyin tâkipçileri! (Doğru olduğuna) bizzat kendiniz şâhid olduğunuz hâlde onu eğri göstermeye çalışarak  (bu ilâhî kelâma) îmân edenleri neden Allâh yolundan alıkoymaya çabalıyorsunuz? Allâh yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (Âl-i İmrân, 99)

Tüm bunların yanı sıra…

Kur’ân-ı Kerîm’i bu nisbette incelemeleri ve birçok hakikatin farkına varmalarına rağmen ondaki ilâhî işaretleri idrak edememeleri ne hazîn bir neticedir.

Cenâb-ı Hak, böyle kimselerin durumunu şöyle beyan eder:

“Onlar Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 26)

Ve yine onlara hitaben:

“Ey geçmiş vahyin tâkipçileri! Neden hakkı bâtıl ile saklayıp örter ve (pekala) farkında olduğunuz hakikati gizlersiniz?” (Âl-i İmrân, 71)

Elbette ki Kur’ân-ı Kerîm üzerindeki bu bâtıl gayretler, netice vermemiştir ilelebet de vermeyecektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Hicr Sûresinin 9. âyetinde:

“Muhakkak ki o Kur’ân’ı Biz indirdik. Onun koruyucusu da Biziz!..” buyurarak onu kıyamete dek muhâfaza edeceğini va’d buyurmuştur.

 

 

Şule KOLAY

 

 

 

 

Kaynaklar

  • Dikkat Misyoner Var (M. Engin Noyan)
  • Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam (Erdoğan Baş-Salih İnci)
  • Gerçek Hayat (11 Şubat 2005 sayısı)
  • Altınoluk (Mayıs 2004)
  • Dinler Tarihi (İlahiyat Yayınları)

 

 

 

 

 

Batılılar geldiklerinde ellerinde “İncil” vardı, bizim elimizde topraklarımız... Bize gözlerimizi kapayarak duâ etmemizi söylediler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde “İncil”; onların ellerinde ise topraklarımız vardı...

(Kenu Kenyattu-Kenya Kurucu Devlet Başkanı)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle