Sanat Harikası İnsanın Var Oluşu -11- Mucizevi Temel İnşası -1-

Her türlü detay düşünülerek, mikro hesaplarla olgunlaştırılan üreme hücrelerinde şâhit olduğumuz bu hârikulâde hâdiseler, bir insanın yaratılmasında rol alma gayesine mâtuftur. Yalnız başlarına yaratılışta kullanılamayan bu hücrelerdeki mükemmel hazırlıkların sebebini, ancak iki hücre birleşmek üzere bir araya geldiklerinde anlayabiliriz.

Birbirinden habersiz iki insanın vücudunda, yeni bir insanın oluşumu için yapılan hazırlıklar, tamamen birbirini tamamlamaya yöneliktir. Bu hücreler, daha önce birbirlerini görmedikleri halde, biri diğerine ait olan vücut yapısını da, hücre yapısını da teferruatına kadar bilmekte, karşılaşılabilecek her türlü problemin hesabını yapmakta ve mevcut engellerin her birine karşı mükemmel tedbirler almaktadır. Sanki üreme organlarında “bilgi işlem merkezi” yer almakta ve hücreler, takdir edilmiş buluşma için özenle hazırlanmaktadır.

Anne ve babadan gelen üreme hücrelerinin buluşmasına “fertilizasyon: ilkah” denilmektedir. Bu birleşmeden önce hücreler, olgunlaştırıldıkları üreme organlarından ayrılmak zorundadırlar. Bu ayrılış, kadın bedeninde hayız döngüsünün ortasına gelen zamanda olmaktadır. Yumurta hücresinin hareket kabiliyeti olmadığı gibi, yürüyecek herhangi bir uzantısı da yoktur. Olgunlaşması tamamlanan yumurta hücresinin etrafını çevreleyen folikül hücreleri, salgıladıkları sıvının basıncıyla yumurtayı, yumurtalıktan dışarı bırakırlar. Karın boşluğuna fırlayan yumurta hücresinin imdadına yetişilmezse, insanın mayasının yarısı burada hebâ olup gidecektir. Daha yumurta, yumurtalıktan ayrılmadan, tüpler saçaklarıyla yumurtalığı yoklamaya başlamıştır bile…

Hayız döngüsünün tam ortasına tekabül eden bu yoklama sürecini yöneten hormonal sistem sayesinde, yumurta, karın boşluğunda başıboş bırakılmaz ve nazikçe saçaklar tarafından yakalanıp tüplerin içine atılır. Tüplere alınan hücrenin ömrü, 24 saattir. Bu zaman zarfında babadan gelen hücreyle karşılaşmazsa ve aşılanma olmazsa, yumurta hücresi ölür ve rahmin dışına atılır. Dolayısıyla zaman sür’atle ilerlerken, yumurta canlıyken aşılanma gerçekleşmelidir.

Babadan gelen hücre, üretildiği yerden sinir sistemi ve hormonların tesiriyle ayrılır. Bu ayrılışta hücrelere özellikli bir sıvı eşlik etmekte, bu sıvının yapısı da bazik karakterde olmaktadır. Ayrıca şeker molekülleri ihtivâ eden bu sıvı, üreme hücresine uzun yolculuğu esnasında enerji sağlamakla vazifelidir. Yani hücreler, yola azıklarıyla çıkarılmaktadır.

Hazneye gelen üreme hücrelerinin sayısı milyonlarcadır. Sayının yüksek tutulmasının sebebi, yumurtaya ulaşma yolunun zorlu ve uzun olmasındandır. Zira bu yolculuğu milyonlarca hücreden sadece 1.000 tanesi tamamlayabilir. Bunlardan da sadece bir tanesi içeriye girmeyi başarabilir.

Üreme hücrelerinin geldiği yer, karanlık ve asidiktir. Yani askerler âdeta kezzap yağmuruna tutulurlar. Ancak önceden aldıkları tedbir imdatlarına yetişir. Beraberlerinde getirdikleri bazik sıvıyla, ortamı nötralize ederek ölümden kurtulabilirler. Yine de pek çoğu burada hayatını kaybeder. Yumurta hücresi, yaklaşık 20-25 cm uzaktadır. Erkek üreme hücresi, bilmediği, karanlık ve asidik bir ortama girmiştir. Nerede ve ne kadar uzakta olduğundan habersiz olduğu yumurta hücresine canlılık süresi içinde ulaşmak zorundadır. Tüpler, iki tanedir. Zaman kısıtlıdır, yumurta hücresi çok uzaktadır, ömrü kısadır. Erkek üreme hücresi, doğru adrese bir an önce ulaşmalı ve taşıdığı emaneti yerine bırakmalıdır. Yaklaşık 74 gün bununla ilgili eğitim görmüş ve hazırlık yapmıştır.

Bütün bu hâdiseler, insan vücudunda meydana gelirken, en bilgin insanlara bile parmak ısırtacak derecede akıl almaz detayları ihtiva eden kimyasal reaksiyonlar aksamadan bedenlerde yürütülürken, âciz insanın bunlardan haberi bile olmaz… Bu habersizlik bir rahmet tecellîsidir aslında... O kadar âciziz ki, herhangi dünyevî bir işi üstlenip de yürüttüğümüzde sonuca sâlimen ulaşana kadar bir dünya stres yaşarız. Her bir mikro adımın hayatî öneme sahip olduğu vücut fabrikasında faaliyetler yürütülürken bu işlere vâkıf olsaydık hâlimiz nice olurdu, kim bilir?!

Tıp fakültesinde öğrenciyken; hangi organ ve sistemimiz anlatılsa, onların mükemmel işleyişi karşısında acze düşer, o sistemimizle ilgili bir hastalığa yakalandığımızı zannederdik. Sadece satırlardan anlatılması bile bizi hayret ve dehşete düşürürdü. Yani azıcık bir bilgi kırıntısı bile bizi hastalık hastası yapmaya yeterdi.

Hâlbuki o bilgiler satırlara geçip gün yüzüne çıkmadan önce de, biz bunları okumadan önce de bu mükemmel işleyiş hep vardı. Biz bunları okusak da, okumasak da bu mûcizevî işleyiş devam ediyor. Ama Rabbimiz o kadar şefkatli ve merhametli ki, bizi hiçbir sıkıntıya uğratmadan her işimizi mükemmelce çekip çeviriyor. Âdeta hayatımız kâbus olmasın diye, bizi içimizde cereyân eden teferruatlı işlerden habersiz yaşatıyor. Yani bunları yürütme zorunluluğunu bize yüklememiş, çünkü buna bizim gücümüz yetmez. Ancak bizim Kendisinden bîhaber yaşamamamızı, gâfil olmamamızı, âgâh olup bu mükemmel işleyişin sahibini bilmemizi, tanımamızı istiyor. Bunun yolu da okumaktan geçiyor. Ama neyi, nasıl okumak?

Pek çok fabrika çalışır insan vücudunda; milyarlarca hücre, çeperlerindeki iyon kanallarını açıp kapatarak birbiriyle haberleşir. Sinir hücreleri trilyonlarca mesajı ilgili yerlere iletir. Kan hücreleri damar ağında kilometrelerce yol kat eder. Sindirim sistemi yenilen lokmayı atomuna kadar parçalar. Üreme sisteminde yeni bir insanın yaratılışı için hummalı hazırlıklar yapılır, ilh… Yine de bir sineğin kanat çırpışı kadar bile ses duymayız. Çıt bile çıkarmadan, yorulmadan, itaatkâr bir şekilde, âsî olmadan çalışır, aklı-şuuru olmayan hücrelerimiz… Her şey, bütün kâinat, gözbebeği insana hizmet hâlindedir, onun hizmetine âmâdedir. Sanki her zerre, sayfalar dolusu kitap ihtiva etmektedir, her satırı ibret dersleriyle dolu olan… Başıboş yaratılmadığımızı, bu mükemmelliklerin sebepsiz olmadığını ve sonucun da hesapsız olmayacağını haykırmaktadır.

Önümüze açılmış bir kitap halinde kâinat okunmayı beklemektedir. Biz de yaratılışımızın temelini oluşturan milimetreden daha küçük bir hücreden başladık okumaya… Aylardır bitiremedik okuya okuya…

Allâh’ım! Bu okumayı bize kolaylaştır, firâset ve basîret ver. Rabbim, bizleri Sana kul olma şerefiyle şereflendir. Böylece yaşat ve haşret. “Rabbim! Biz Seni, Sana lâyık bir mârifetle tanıyamadık!” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 520) diyen O Güzeller Güzeli Habîbin -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ümmet eyle bizi de ne olur! O Efendiler Efendisi, geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmasına rağmen, inci tanesi gibi gözyaşları dökerek nasıl gayret gösterdiyse kulluk yolunda, bize de bir ömür O’nun izinde olmayı nasîb eyle… Âmîn.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle