Mesnevi Eczanesinden - 1 “HER YİĞİDİN GÖNLÜNDE BİR ASLAN YATAR”

“Her bitkinin yetişmesi için gereken bir süre vardır; tere iki ayda, gül bir yılda yetişir. Bunu duydun ya, içtiğin âb-ı hayattır, âfiyet olsun! Sen buna söz deme, âb-ı hayat de...” (Mesnevî; I. cilt, 2590-2595. beyitler)

Kendimizi bildiğimizde, bulduğumuzda O’na doğru yola çıkalım diye gönlümüzün derinliklerine ekilmiş, hayatımızın gel-gitleriyle sulanmış, rüyalarımızla beslenmiş, biraz olgunlaştığımızda kokusu genzimizi doldurmuş, hasreti burnumuzun direğini sızlatmış bir “kulluk ideali” var her insanın... Zaman zaman yaklaşıyoruz o ideale, heyecandan nefesimiz kesiliyor; zaman zaman uzak düşüyoruz, kahrımızdan un ufak oluyoruz.

Bizi neyin yaklaştırdığına ya da neyin uzaklaştırdığına kendi çapımızda fikirlerimiz oluyor. Bunlar; sağlaması, doğrulaması yapılmamış fikirler olsa da sözümüzün geçtiği insanlarla paylaşmakta bir mahzur görmüyoruz. Oysa bizim selâhiyetimiz yok.

İnsan, “-mış gibi” yapmakta usta, yahut şeytan “-mış gibi” hissettirecek vesveseler üretmekte usta… Bu yüzden kâmil mürşidler önemli... Yanılma payı, “kader ölçüsü kadar” olan kâmil örnek ve rehberler… Yolu çok iyi bilen, yolu başarıyla yürümüş olan, insanı çok iyi tanıyan ve yol tarif etmeyi de çok iyi bilen, hürmete lâyık şahsiyetler...

Hazret-i Mevlânâ’nın; insana bir yol rehberi olarak yazdığı Mesnevî-i Şerif üzerine yazılmış bir kitapta (Bang-i Âb, Sudâbe Kerîmî) tam gönül işi bir şerhle karşılaştım: “Hayrın Âmillerinden Bazıları”… Kişiyi hayra ulaştıran ve hayır üzere bulunduran hâl ve davranışlar... Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî üzerinden paylaştığı, tavsiye ettiği yedi şey... Heyecanla okudum.

Fakir de bu güzîde bilgiyi, kendi üslubum ve kelimelerimle rikkat-ı kalbiyye sahibi kardeşlerimin nazar-ı dikkatlerine arz etmek isterim.

“...Eğer hidâyete ermişsem, bu Rabbimin bana vahyettiği (Kur’ân) sâyesindedir. Şüphesiz O, işitendir, kuluna çok yakındır.” (Sebe, 50)

* * *

 İnsanı hayra yönlendiren birinci âmil, “inâyet-i Hak”tır, Allâh’ın yardımı... Yardım kelimesinin Arapça pek çok karşılığı olduğu için inâyet kelimesini olduğu gibi bilmek ve kullanmak önemli. İnâyet; Allâh’ın “karşılığı imkânsız” olan yardımıdır. Karşılıksız yardımıdır. “Karşılığı mümkün olmadığı için karşılıksız” olan yardımıdır.

İnâyet’in çoğunlukla gözden kaçan bir diğer mânâsı da “dikkat ve itina”dır. İnâyet-i Hak, Cenâb-ı Hakk’ın husûsî tecellîsine ve teveccühüne mazhariyettir. (Tabiî bu ifadeyi insânî ölçülerle değerlendirip haddi aşmak edebe aykırı olur... Bunu yapmaktan ve yapılmasına sebep olmaktan Rabbimizz muhafaza buyursun.)

Kişinin hayrı istemesi, hayra yönelmesi, meyletmesi Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyledir. İnsanı cehenneme sürükleyen cehennemî vasıflar, insanın toprak yanından neş’et ederken iyiliğe yönelten cennetlik vasıfları “Ve nefahtü” sırrına mazhar olan Rûh-i sultânîden lemeân eder. Dolayısıyla bütün iyilikler, güzellikler Rahmanî’dir.

Anadolu’da “insanın içinde olacak” diye ifade edilen, “öz”deki hayır ve iyilik duygusu, Allah’tan gelir. Kişiyi hayır üzere bulunduran dirâyet ve kuvvet de inâyet-i ilâhîdir. Kalbe bağlı olan, nefsin sultasına girmemiş akıl da melekî bir kuvvettir ve Allah’tandır yine... Böylece günahlardan sakınmak, isyânı terk etmek, sevapların ardınca koşmak, hayırda yarışmak, veren el olmak, hizmet eden olmak, fazilet gösteren olmak; mazlûmun, mahrumun ihtiyacını görmek, gözyaşlarını silmek, “günahların mahkûmları”na bile bir “sevap penceresi” açmak gibi pek çok hayrı, Cenâb-ı Hak ihsan etmiş olur. Bu fırsatı görüp, fark edip değerlendirmek, inâyetin şükrü olur ve şükür, ayrı bir şükrü getirir. O da inâyettir...

Ve dahî peygamberler ve kitaplarla kendisine giden yolu göstermesi...

Âh insan, “İhsânın karşılığı, ihsandan başka bir şey midir?” (er-Rahman, 60)

Hazret-i Mûsâ, inâyet konusunda muhteşem bir örnektir. Dünyaya gelişi, annesi tarafından suya salınışı, Firavun’un hanımının onu bulması, annesinin sütüyle büyümesi… Cenâb-ı Hak, Tâhâ Sûresi, 39. âyet-i kerimede:

“Onu bir sandığa koy da suya bırak. Su onu kıyıya atar. Bana da, ona da düşman olan birisi onu alır. (Ve ey Mûsâ) gözümün önünde yetişesin diye, sana katımdan bir sevgi verdim.” deyişiyle inâyetinin derinliğini, vüs’atini hissettiriyor anlayan kalplere... Hazret-i Mûsâ’nın bir ağacın altına oturup;

رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ

 “…Bana indireceğin her hayra muhtacım, yâ Rabbi!” (el-Kasas, 24) deyişi, inâyet-i Hakk’ı nasıl celbedeceğimize dâir işaretler taşır. Tam bir acziyet hâli… Geçmiş ve geleceğin donduğu nokta… Geriye dönüş yok. Gelecek ise karanlık, koyu, kopkoyu bir karanlık…

Allah, hem suçluluk duygusu içinde, hem de “iyilik edeyim” derken suça bulaşmış elleri yed-i beyzâya dönüştürür. Muîn’dir O...

Ejderha hüviyetindeki nefse, “Korkma, tut onu!” diyerek hükmettirir. Kâdir’dir O…

İnâyetiyle can Mûsâ’sı, nefs Firavun’una galebe çalar. Velî’dir O…

“Yoksa Mûsâ -aleyhisselâm- Firavun’u nasıl bir beceri gösterip alt edebilirdi?” (Mesnevî, III. cilt, 85. beyit.)

Bu mânâdan cebir çıkarmakta ataktır şeytan ve nefis, “İnâyet etmiyor demek ki, bak hayır üzere değilim, olamıyorum!..” diye tıslar hemen…

Böyledir, rubûbiyeti duymak, Rabbimiz Teâlâ’nın tecellîlerini okumak çabası, kulca bir mâneviyât ister. Evlât anne-babasına, köle efendisine, öğrenci öğretmenine nasıl minnet, şükrân, muhabbet ve hayranlıkla dolu olursa; kul, Mevlâ’sına onlardan daha tatlı ve yüksek bir seviyede minnet, şükran, muhabbet ve hayretle yönelir. İsyan edenler, kâmil olmayan ebeveyn ve öğretmenleri baz alarak konuşurlar. Güzel Allah’ımız ise, eksik, kusur, hata ve zulümden kesinlikle münezzehtir.

* * *

“Ruhlara binlerce lütuf saçan Allâh’ın lütuf sığınağına kaçmak lâzım...” (Mesnevi; I. cilt, 1839. beyit)

Kendi kendisinin çukur ve zindanlarında harap olan insanın âcilen fark etmesi gereken şudur ki, inâyet yıldızları, yine o nefsin çamurlarına aksi düşecek şekilde parlamadadır rûhun semâsında. En günahkâr insandan en kâmil insana kadar, kademe kademe her insana, aynı noktadan doğar inâyet güneşi. Kişi kendisi, ona yakın durur veya uzaklık içinde döner dolaşır. Ya nefsinin mihverinde yahut cana can katan sevgisinde Hak Teâlâ’nın....

 “Sevgi, acıları tatlıya çeker. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmektir.” (Mesnevî; 1. cilt, 2579. beyit)

* * *

“Aşktan başka bir inâyet ve saâdet yoktur ve başka bir şey gönle inşirah vermez, doğruya iletmez.” (Dîvân-ı Kebîr’den)

Kutuplara çekilmesin yürekler, ekvatora yaklaşsın. Dört mevsim ılıman iklim olsun, ağaçlar, tropikal meyveler, ışıl ışıl bir deniz olsun.

Gece çöktüğünde gökyüzü aydınlık olsun. Yıldızlar ve Ay parlasın sabah olana dek...   Kutuplara çekilip bitmez tükenmez kederler içinde az, az, pek az gün ışığıyla yetindiğini bilerek; aylar, yıllar, ömürler geçirmek, nefsin ahmaklığından ve şeytanın düşmanlığından değil de nedir?

Yine de Allah Teâlâ inâyet eyler o kara kışlara dahî baharlar bahşeder. Onları da büsbütün terk etmez aslâ. Yalnız ve yardımsız bırakmaz hiçbir kulunu…

Bize indireceğin her hayra muhtacız yâ Rab!..

İşte evlat bekleme ağacının altına, işte üniversite okuma ağacının altına, işte iş kurma ağacının altına; işte yaşlılık, işte hastalık, işte borç, işte yoksulluk, işte istidatsızlık, işte yalnızlık ağacının altına oturmuş bekliyoruz.

Bize indireceğin her hayra muhtacız, yâ Rab! Kendi elimizle bozmuş olsak da, hayatımızın gidişâtı Sen’in ellerindedir.

Kendi ayaklarımızla yürüyüp gelmiş olsak da yol hep Sana çıkar.

Kendi elimizle harap etmiş olsak da varlığımız Sana aittir.

Hak etmiş olduğumuz mahrûmiyetler altında, bize indireceğin her hayra muhtacız, yâ Rab!

“Kendi rûhumdan üfledim.” buyurduğun can ağacının altında, bize indireceğin her hayra muhtacız yâ Rab! (Devam Edecek...)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle