İNSANI YÜCELTEN FAZÎLETLER: HAYÂ VE İFFET

Allah Teâlâ, insanı “en güzel kıvamda” (ahsen-i takvîm) yaratarak, onu varlıkların en şereflisi kılmış ve yeryüzündeki “halîfe”si olarak takdir buyurmuştur. Ancak; bir imtihan sahnesi olan bu âlemde, değeri ile mütenâsip olarak en mükemmel şekilde techiz edilen insana, iyiliğin engin ufukları ile, kötülüğün karanlık uçurumları arasında süzülme irâdesi de ihsan buyrulmuştur. Onu “melekiyet” mertebelerine yükseltecek bu kanatların en lâtiflerinden biri de hayâ ve iffettir.

“İffet, yeme-içme ve şehevî arzular husûsunda ölçülü olmak, aşırı ve süflî arzuları bastırıp dînin ve aklın emri altına almak sûretiyle fazîletli bir hayat yaşamaktır. İffetin muhâfazası ise daha çok hayâ duygusu ile sağlanır.”[1]

Hayâ ile ilgili olarak hadîs-i şerîflerde şöyle buyruluyor:

“Hayâ îmandandır ve hayâlı olan kimse cennettedir. Hayâsızlık ise kalbin katılığındandır; kalbi katı olan da cehennemdedir.” (Buhârî, Îmân, 16)

“Hayâ ve îmân bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider.” (beyhakî, Şuab, VI, 140)

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ve Hazret-i Meryem Vâlidemiz iffet ve hayâ timsâli olarak methedilirler.

“İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasıf nedir?” dense; herhâlde bunun en açık cevâbı, “hayâ ve iffet” olurdu. Nitekim canlılar içerisinde bu sıfatlarla mükellef olan sâdece insandır. Onun için, edep ve hayâdan mahrum insanlar; durumlarına göre, herhangi bir hayvana benzetilirler halk arasında... Bu sebeple; hayâ ve iffet tâcını takmış bir insan için, “utanmak (durumunda kalmak) en büyük cezâdır.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havva Vâlidemiz cennette yaşarlarken; şeytan onların ebedîliğe karşı olan arzularını kullanarak, yasak ağaçtan yemelerine sebep olmuştu. Bu yüzden edep yerleri kendilerine göründüğünde; onlar birbirlerinden ve Cenâb-ı Hak’tan hayâ ederek, cenneteki ağaç yaprakları ile örtünmeye çalıştılar. (Bkz: el-A’râf, 20-22) Allah -celle celâlühû-, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’a:

“-Bu Benim sana yazdığım bir kader olduğu hâlde, neden bunun ardına sığınmadın?’ diye sorunca; Hazret-i Âdem:

“-Rabbim, suçu ben işlediğim hâlde, nasıl Sana isnâd ederim.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

“-İşte bu edep yüzünden seni bağışladım.” buyurdu. Hazret-i Âdem edep etti, af diledi. (Bkz: el-A’râf, 23)

İblis edepsizlik etti, Hazret-i Âdem’e secde etmeyişinin suçunu Allâh’a isnad etti. (el-A’râf, 16-17; el-Hicr 39) Ve ebediyen lânet onun üzerine oldu. (Bkz: el-Hicr, 34-35)

Edep kişiyi yüceltir; kibir, ucup, hayâsızlık ise alçaltır.

“Utanmadıktan sonra dilediğini yap.” (Buhârî, Enbiyâ, 54) buyuruyor Allah’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

“Örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha hayâlı olan” (Buhârî, Edeb, 72) Peygamber Efendimiz; çırılçıplak bir hâlde Kâbe’yi tavaf eden câhiliye toplumundan, ilâhî feyizle dolup taşan sohbetleriyle gökteki yıldızlar misâli olan Ashâb-ı Kirâm’ı yetiştirdi. O Varlık Nûru ile aynîleşmeyi hayatlarının gâyesi edinen o mübârek insanlar; yüksek edeplerinden dolayı, başlarını kaldırıp da Rasûlullah Efendimiz’in yüzüne doya doya bakamıyorlardı bile...

 

Çağımız

Mâlûm; çağımız iletişim çağı… Bütün dünyadaki insanlar, teknolojideki ilerleyiş sayesinde kapı komşusu kadar yakınlaştılar. Bilhassa gençlerimiz, sosyal paylaşım sitelerinde saatlerce konuşuyor, kameralarla görüşüyor, facebook’larına en özel fotoğraflarını koyup, hiç tanımadıkları insanlara bu görüntüleri rahatlıkla gönderiyorlar. Mütedeyyin âile çocukları dahî muzır sitelere girip, uygunsuz filmler izleyebiliyorlar. Msn’lerde, cep telefonlarında argo tabirlerle anlaşıyorlar.

Liseli kızlarımız erkekler gibi yürüyüp, sigara içip, küfürlü sözleri yüzleri kızarmadan söyleyebiliyorlar. Kız-erkek arkadaşlığı, yani “flört” giderek artıyor. Kadın-erkek ilişkilerinde sınırlar alenî olarak çiğneniyor. İlkokula giden kız çocukları bile cinsellikten bahsedebiliyor; bu minvâlde özentiler sergileyebiliyorlar. Cinsel muhtevası olan uyaranlar, hemen hemen her yerde kullanılıyor. (Televizyon, internet, cep telefonları, sokaklardaki bilbordlar, mağazalardaki afişler v.s.)… Bu uyaranların artışı, yenilen ve içilen gıdalardaki hormonlar; bugün ülkemizde büluğa erme yaşını aşağılara çekmiştir. Kliniklere “erken ergenlik” teşhisiyle başvuran çocuklarımızın sayısı gittikçe artmaktadır.

 

Gençlerimize ne oldu?

Kapı arkasından dahi olsa yabancı bir erkeğe sesini işittirmeye hayâ eden ninelerden, internete video görüntülerini koyan kız torunlar; sokakta nazar ber-kadem yürüyen dedelerimizden, geleni geçeni mütecessis ve mütecâviz bakışlarla süzen delikanlılar nasıl yetişti? 30 yıl boyunca utanma duygusu üzerinde araştırmalar yapan ABD’li psikoloji profesörü Rowland Miller, 2010 yılında yayımladığı çalışmasında; son yıllarda gençlerin utanma duygusunun gittikçe ortadan kaybolmasının en büyük sebebinin teknoloji olduğunu belirtiyor.[2]

Sanal ortamda (facebook, twitter vs.) her düşüncesini rahatlıkla açıklayan gençler, giderek duyarsızlaşıyor. İki omuzlarında yer alan kayıt tutuculardan gâfil kalarak; “Kimse görmüyor, duymuyor, dilediğini yap, söyle!” anlayışıyla insanî duygu ve melekeleri, görgü, edep ve hayâları kayboluyor.

Esefle görülen o ki; toplumun da müsbet baskısı kalmadı artık… Eskiden, dışarıda yanlış bir hareket yapan çocukları güzellikle îkaz ve irşâd eden komşu büyüklerimiz vardı. Şimdi ise, ne komşuların umurunda, ne de îkaz edilen çocukların… Hattâ, “Doğrusunu kendisi seçsin.” diye düşünen modern (!) ebeveynler, çocuklarının yönlendirilmelerini kabul etmiyorlar.

Toplumda, bilhassa yarınlarımızın teminâtı olan bir kısım gençler, serseri mayınlar gibi dolaşıyorlar. Kendini herhangi bir şekilde (nasıl olduğu çok da mühim değil) ifade etmek, fert olmanın bir göstergesi… Edep ise bizâtihî kompleks ve utanç vesîlesi oldu. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” mantığıyla kimse kimseye bir şey söyleyemiyor. Şimdilerde, bu “özgüveni fevkalâde yüksek”, “sadece ben varım” diyen neslimize bir şeyler söyleyebilmek, yürek istiyor gerçekten... Zira; onlar, her şeyin en doğrusunu zâten biliyorlar (!)... Oysa ümmet olmak, şuurlu olmayı gerektiriyor. Ümmet olmak, kardeşini îkaz ve irşâd etmeyi gerektiriyor. Ümmet olmak, birbirini yıkayan iki el gibi olmak demek…

 

İnsan Beyni

Atalarımız; “Alındaki hayâ damarı çatlarsa, utanma duygusu kaybolur.” demişler. Cinsî uyaranların bombardımanı sonucu, insan beyninde neler oldu? Son yıllarda insan beyni ve duygusal sistemimizle alâkalı pek çok inceleme ve araştırma çalışmaları yapılmıştır. Bunlardan biri; çocukların görüntü yoluyla (televizyon ya da internet) duygusal davranışları öğrendiğine dairdir. Çocuk seyrettiği filmdeki davranışı, en ince detayına kadar beynine kaydediyor ve aynı şeyi kendisi yapıyor. Şâyet cezâ korkusu olursa; davranışı sergilemekten uzak duruyor. Ancak, teferruatlı bir şekilde seyrettiğini anlatıyor. Üstelik bu sonuca tek bir izleyişle varılıyor.[3] Çoğunlukla komşu kadınla çay içip laflamak gibi mühim (!) işleri olan anneler, minicik çocukları ekran başına rahatlıkla terk ederler. O ekrandan temiz ruhlara ne gibi zehirler aktığını hiç düşünmezler. Hâlbuki beyin, gördüğü her şeyi kayıt altına alıyor. Hiçbir detay atlanmıyor. İnsan hatırlamasa da; zaman geliyor, bunlar gün yüzüne çıkıyor; davranışlar şekilleniyor. Yani her bir uyaran, beyinde bir şey inşâ ediyor, ya da yıkıyor.

Japonya’da yapılmış bir çalışmada da; çizgi filmin bir karesine yerleştirilen bir ışık huzmesiyle beyne tesir ederek, “epilepsi nöbeti” ortaya çıkıp çıkmadığına bakıldı. Bu filmi seyreden 700 çocuk, epilepsi nöbetiyle aynı gün âcil servislere başvurdu.

 

Ekran Bağımlısı Beş Ülkeden Biriyiz

Dünyada ekran bağımlısı olan ilk beş ülke arasındayız. Şiddet, alışveriş çılgınlığı, cinsellik vs. oluk oluk ekranlardan beyinlere akıyor. Bilhassa çocuklarınki başta olmak üzere, şuuraltında dehşetli bir tahrîbat meydana geliyor. Kliniklere duygu durum bozuklukları ile başvuran çocuk ve ergenlerin %92’sinin durumu, seyrettiklerine bağlı… Bugün bu tahrîbatı, şiddet ve cinsellik ihtivâ eden bilgisayar oyunları derinleştiriyor. Yavrularımıza döğüşmeyi, adam öldürmeyi, hırsızlığı, cinselliği vs. öğreten ekranlar, evlerin başköşelerinde… Hattâ yetmiyor; mutfağa, yatak odasına sokuluyor. İnternet sınırsız alınıp, çocukların eline veriliyor. İhtiyâcı yoksa bile, ellerine bir de cep telefonu tutuşturuluyor. Bu kadar imkânın karşısında ne yapacağını bilemeyen gençlerimizin rûhu da, git gide yozlaşıyor; iffeti, hayâsı, saygısı… Kısacası insanî duyguları dumura uğruyor…

Frontal Lob ve Namaz

İnsan beyninde duygu dünyamızla, hissiyatımızla (öfke, saldırganlık, nefret, sevgi, merhamet, hayâ…) yakından alakalı olan bir bölge mevcuttur. “Frontal lob” denilen bu bölge, tam alına tekabül etmektedir. Namaz kılanlar üzerinde yapılan bir çalışmada; secdenin, frontal loba âdeta kan banyosu yaptırdığı, frontal lobu bol miktarda kanlanan bu insanlarda sevgi, şefkat, merhamet ve utanma duygularının namaz kılmayan deney grubundan daha fazla olduğu tespit edilmiş. Yine depresif ve saldırgan kişilerde, bu bölgenin aktivitesinde belirgin miktarda azalma olduğu hayretle müşâhede edilmiş.[4] “Secde et ve yaklaş.” (el-Alak 19) buyuruyor Rabbimiz… Secde mü’minin mirâcı; Allâh’a en yakın olunan yer; O’nun bizi her an gördüğü şuurunun, ziyadesiyle ikram ve ihsan edildiği makam!

Her geçen gün, ekranlarda yer alan edebe mugâyir görüntülerin de tesiriyle, gençlerimizin hayâ duyguları biraz daha aşınıyor. Flört normalleşti, çağdaşlığın bir gereği oldu âdeta; müstehcenlik, komedyenlik, argo tâbirler ise normal konuşma cümleleri hâline geldi. İnsanın müsbet enerjisini muhafaza eden elbiselerden sıyrılması, entellektüelliğin bir göstergesi sayılıyor; birçok ortaokullu ve liseli kızlarımız; kılık-kıyâfetleriyle, reyting rekorları kıran edebe aykırı filmlerde model olarak sunulan kişileri hatırlatıyor…

 

Sâdıklarla Beraber Olmak

Beyinde yer alan “ayna nöron”ların vazifesi, insanı zihnen beraber olduğu kişi gibi olmaya yönlendirmek ve ona benzetmektir. Bu sebeple bizi Yaratan; “sâdıklarla beraber olmamızı” emrediyor. (et-Tevbe 119)

Sadâkat için; ebedî kurtuluş için bu zarûrî… Bütün insanlığın ebedî saâdeti için; Kur’ân-ı Kerîm’in bizlere “en güzel örnek” (el-Ahzâb, 21) olarak takdim ettiği Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraberlik elzem… O Güzeller Güzeli, şöyle buyurmuşlar:

“Hiç şüphesiz ki; Allah bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, kendisinden emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’un olur. Lânete uğradığı ve mel’un olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı kopartılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)

Hayâ ve iffet, her insan için eşsiz bir fazîlettir. Hanımlarda ise, daha da güzeldir; başlarında nûrdan bir taçdır. Bu vasıflarla yücelen bir cemiyet, “Asr-ı Saâdet”e doğru yükselir; bir rahmet cemiyeti olur.

Şâirin dediği gibi:

Edep; bir tâc imiş Nûr-i Hudâ’dan

Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan.

 

[1] Dr. Murat Kaya- “İslâm”, Erkam Yayınları, İstanbul, 2009, sh: 399.

[2] Genç Dergi, sayı: 56, sayfa: 9.

[3] Bkz: http.//www.biltek.tübitak.gov.tr

[4] Mercek Dergisi, Aralık 2010.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle