HOŞGÖRÜNÜN BEŞ ALTIN KURALI

Karmaşa ve anlaşmazlık almış başını gidiyor, kimse birbirini tam olarak anlayamıyor ya da fazla anlaşmak istemiyoruz. Telefonda tartışıyoruz, trafikte tartışıyoruz, evde tartışıyoruz. Çocuklarımız okulda, bizler de onların veli toplantılarında tartışıyoruz. Televizyon programlarındaki oturumlarda koskoca eğitimli insanlar neredeyse birbirini öldürecek!.. Aynı dil konuşulmasına rağmen ortada bir tuhaflık var. Ya biz kendimizi ifade edemiyoruz ya da karşı taraf bizi anlamıyor.

Sosyal yönümüz zaten oldukça zayıflamış, derme çatma devam eden münasebetlerde hissedilen farklı tutumlar, hemen tartışmalara yol açıyor. Kimse burnundan kıl aldırmadığı gibi, herkes birbirine “haddini bildirme” çabası içine girmiş. Başkalarını olduğu gibi kabul etmeye öyle yabancılaşmışız ki, vahşi dünyanın en hızlı eleştiri okları çekenleri hâline gelmişiz. Toplum, tartışmaya bu kadar meyilli hâle gelmişken insanın içinden, pek de sosyal ortamlara girmek gelmiyor doğrusu... Stresin ne kadar zararlı olduğunu biliyoruz, ne işimiz var stresin göbeğinde?

Hem kendimizin, hem de toplumumuzun selâmeti için daha fazla hoşgörüye ihtiyaç duyduğumuz kesin; fakat bunu nasıl başaracağız? Beraber yaşamak zorundaysak bu dünyada, mecbûren hem anlatmalıyız kendimizi, hem de anlamalıyız ötekini…

Daha fazla hoşgörülü olmak isteyenlere, işte “beş tane altın kural”

 

İlk kural, sabırlı olmak

Sabır, güzel ahlâkın bütünlüğünü sağlayan en son parça gibidir. O olmadan güzel ahlak aslâ tamamlanamaz. Fakat insanların da tatbik etmekte en çok zorlandıkları hasletlerden birisidir. Özellikle söylenecek çok şey varken susabilmek en zorudur, dilinizin ucundaki kelimeler kontrolsüz bir şekilde son sürat dışarı fırlama telâşı içindedir. Öfke ile dizginlenemeyen ifadelerin tesiri öyle yıkıcı olur ki, bozduğumuzu, kırdığımızı tamir etmeye gücümüz yetmez. Sabır imtihanının kaybedenleri ise, kısa süre sonra vicdanlarında pişmanlığın ağırlığını hissetmeye başlarlar.

Sabır, müslümanlara Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatı ise, sabrın en zirve misalleri ile doludur. Bizlere hoşgörünün kapısını açacak; beraberinde mutluluk, huzur ve uyum getirecek ilk anahtar, sabırdır.

 

İkinci kural, kendimize değer katacak meşgaleler edinmek

Popüler medyada sıklıkla bahsedilen “Önce kendinizi sevin, kendinizi sayın…” gibi ifadelerin daha geniş izah edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Her insanın öncelikle kendisini sevip kendisine değer vermesi, bütün çevre ile uyumunu destekler. Ama insan bu sevgi ve saygıyı idâme ettirecek bir çaba içerisinde olmazsa, bu potansiyel sevgi ve saygı, onu nereye taşır? Ona boş bir hayranlık, gereksiz bir enâniyet ve bencillik yüklemez mi? Ön plana çıkmanın yolu, başkalarının sivrilmelerine müsaade etmemek değildir, kişinin uygun yollarla kendi gelişimini desteklemesidir.

Kişinin kendisine duyduğu sevgi ve saygıyı birtakım faaliyetlerle desteklemesi, geliştirmesi gereklidir. Daha fazla okumak, ilmini artırmak, bir sanatla meşgul olmak, çevreye hizmette bulunmak, gönlü zenginleştirmek gibi faaliyetler, insanları diğerlerinden farklılaştırır ve onlara değer katar. Kendine değer katan insan, her ne kadar farklı da olsa başkalarındaki kıymeti görebilir, böylelikle daha hoşgörülü olabilir.

 

Üçüncü kural, farklılıkları şahsîleştirmemek

Tutumlarımız; duygu, düşünce ve davranışlarımızı içeren bir bütündür. Duygu ve düşüncelerimizle, davranışlarımız bir uyum içinde olduğunda kendi içimizde tutarlı oluruz; davranışlarımız duygu ve düşüncelerimizi yansıtmıyorsa tutarsızlık yaşarız. Her zaman tam tutarlı davranabilmek, neredeyse imkânsızdır. Mesela depremzedeler için üzülüp yardımda bulunmak tutarlı bir davranışken; dünyanın çeşitli yerlerinde öldürülen çocuklar için hissettiğimiz öfke ile, katillerine maddî yardımda bulunan kuruluşların ürünlerini tüketmemiz tam bir tutarsızlıktır.

Biz kendi içimizde bile zaman zaman tutarlı olamıyorken; başkalarının duygu, düşünce ve davranışlarının bizimkiler ile aynı olmasını beklemek haksızlık değil midir?! Her insanın tutumu, şiddeti ve vasıfları açısından diğerlerinden farklıdır. Kendi yargılarımız, bizim için ne kadar kutsal, değerli ve doğru ise, karşımızdaki insanların da yargıları onlar için en az o kadar değerli ve doğrudur. Farklılıkları, sadece kendimize yönelik bir muhâlefet olarak idrak edersek öfkemizin artıp, hoşgörümüzün azalacağı bir gerçektir. İnsanların birbirlerinden farklı tutumlara sahip olması, ferdî tutumların daha değersiz olduğu mânâsına gelmez.

 

Dördüncü kural, hoşgörülü olmak, eziklik değildir

Farklı tutumlarla karşılaşıldığında; feverân edip fiyakalı hitaplar kullanmak, acımasız ve pervâsız ifadelerde bulunmak, ne yazık ki rağbet görmeye başladı. En ucuz polemikler bile en tesirli reklâm aracı olarak kullanılıyor. Tartışma başlatmak, kendini göstermenin kolay bir yolu olarak seçiliyor. Farklı duygu ve düşünceleri, saygı ile karşılamanın etiketi ise çoktan değiştirilmiş; “eziklik” olmuş. Anlayışlı olma faziletini taşıyacağımız yerde, “ezik olmamak” adına “hoşgörülü olmak”tan köşe bucak kaçar hâle geldik.

Hoşgörünün köküne kibrit suyunu dökenler, eziklik psikolojisinden bu şekilde kaçabileceğini düşünenlerdir. Ne yazık ki, “ezik” sıfatı edepli, hoşgörülü, tolerans sahibi insanlar için kullanılarak gençler, agresif tavırlara özendiriliyor. Hoşgörülü olma fazileti, yeni türeyen bir kavram karmaşası yüzünden hebâ olup gidiyor.

 

Beşinci kural, gerçek hedefe odaklanmak

Hoşgörü ve sabır konusunda varılabilecek en son noktayı özetleyen, hepimizin bildiği bir kıssadır: Abdest alan bir dervişin ensesine birisi bir tokat atar. Derviş, arkasına bile dönüp bakmaz. Kıssadaki dervişin yaşadığı, senelerdir hoşgörü ve sabır hususunda örnek olarak anlatılır. Hâlbuki o anda dervişin aklından “Aman cedel çıkmasın, ya da hoş göreyim!” gibi düşünceler mi geçmiştir? Yoksa derviş, sadece Allah rızâsını kazanmaya odaklandığı için gayrısının hiçbir hükmü kalmamış mıdır? Onun ilgi sahası, sadece Yaratan’ın kendisi hakkındaki rızâsı olmuş ve kendisini baş koyduğu yoldan ayırabilecek hiçbir şeye prim vermemiştir.

İnsan da hayatta kendisine değerli ve gerçek hedef belirleyebilir ve hedefine tam olarak odaklanabilirse, diğer bütün engeller veya hedefler teferruat vasfında kalır. Böylece herkese karşı çok daha hoşgörülü olabilir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle