Medine Günleri -6

Bir Mübârek Sefer Hakkında Hasbihâl - 17

MEDÎNE GÜNLERİ - 6

Kıbleye doğru durunca solumuzda demir parmaklıklar arkasındaki bölüm, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- efendilerimizin medfun bulunduğu, nâdide mekân yüreğimizi hoplatmakta...

(Bunu böyle ayrıntılı olarak ifade edişim garip gelmesin. O heyecanla ve belki daha önce bir fotoğraf görmemiş ya da görse bile unutmuş, gözü yaşlı kardeşlerimizin:

“-Rasûlullah Efendimiz’in kabr-i şerîfi hani ne tarafta?” sorusuna o kadar çok muhatap oldum ki… Bu sebeple görevlilerimiz, hiçbir bilgilendirmeyi gereksiz görmemeliler…

Kıbleye doğru yürürken, demir parmaklıklardan hemen önce, hafif bir yükseklikle belli edilmiş olan yer, Ashâb-ı Suffe’nin kaldığı, ders görüp ilimle meşgul olduğu alan… (Fakat hanımlar için son yıllarda kapalı ne yazık ki!.) Ne katmerli bir saâdet… Ashâb-ı Kirâm içerisinde hususî bir mevkilerinin olması, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in özel alâkasıyla zirveleşmek… Görmesek de çok yakınlarındayız o mekânın...

Gözümüzde canlanması için çevremizdeki mahşerî kalabalıktan biraz soyutlandığımızda bambaşka bir âleme kanatlanıyoruz. Aradan yüzyıllar geçmiş olabilir. Ama oradaydılar işte… Bakın, Hazret-i Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, açlıktan bîtâb düşmüş hâliyle Suffe ashâbının yanına gelip onları çağırıyor… Ardından, birlikte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hâne-i saâdetlerine giriyorlar. Davetçi muhteşem, davet edilen yer, yeryüzünün en kıymetli mekânı, dâvet edilmekse onur ve saâdete gark edici… Hep birlikte bir kap sütün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüzü suyu hürmetine bereketlenip her birine doyasıya yetişine şâhit oluyorlar ve daha neler neler…

 Ravza-i Mutahhara’da, o mekânla ilgili bazı hâtıralara işaret eden isimlere sahip sütunlar bulunmakta ayrıca... Bunların bir kısmını hanımlara açılan bölümde, bir kısmını ise paravanların ardından görüyoruz. Bu sütunların isimleri ve hangi hâtıraya şâhit olduklarına dair bilgiler şu şekilde:

1- Toplantı Sütunu: Hücre-i Saâdet ile Ravza arasındaki bir no’lu sütundur. Peygamber Efendimiz, bu direğin bulunduğu yerde Medîne’ye gelen heyetleri, elçileri ve misafirleri kabul ederdi. Ayrıca ashâbın ileri gelenleri ile de burada toplanır ve önemli kararları burada alırdı. Bu sebeple buraya “Heyetler Sütunu” da denir.

2- Muhafız Sütunu: Toplantı sütununun güney tarafındaki iki no’lu sütundur. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- ve emrindeki sahabîler, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i korumak için burada otururlardı. Hazret-i Ali, Peygamber Efendimiz’in özel muhafızlığını yapardı. Hazret-i Ali ile ilgili hâtıralar taşıyan bu sütuna “Ali Sütunu” da denir.

“Ey Rasûl, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et; şayet bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah Seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kâfirler topluluğunu hidâyete eriştirmez.” meâlindeki Mâide Sûresi’nin 67. âyeti nâzil olunca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz evinden çıkmış ve mü’minlere:

“Ey insanlar! Beni korumak için bir daha buraya gelmeyin, bundan böyle beni Allah koruyacaktır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsir, 5/4)

3- Îtikâf Sütunu: Muhafız sütununun güney tarafındaki üç no’lu sütundur. Peygamber Efendimizin îtikafa girdiği yerdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burada hurma dallarından ve yapraklarından yapılan bir sedirde oturur, ibadet ve istirahat ederlerdi. Peygamberimiz’in îtikâfa girdiği bu yere “Serîr Sütunu” da denir.

4- Tevbe Sütunu (Ebû Lübâbe Direği): Muhafız sütununun batı tarafındaki ilk sütundur. Hendek savaşında Mekkeli müşrikler müslümanlarla savaşmak için Medîne’yi kuşatmışlardı. Medîne’de yaşayan yahudi Benî Kurayza kabilesi, daha önceden Medîne’yi savunmak husûsunda müslümanlar ile anlaşma yapmış olmasına rağmen, savaş başlayınca bu anlaşmaya ihanet etti ve Mekkeli müşriklerle iş birliği yaptı.

Hendek savaşının sonunda müslümanlar galip gelince Peygamber Efendimiz, yahudilerin bu tutumuna çok kızdı ve bunlara cezâ verilmesini istedi. Yahudiler, kendilerine nasıl bir ceza verileceğini öğrenmek için sahâbeden Ebû Lübâbe -radıyallâhu anh- ile istişare yaptılar. Bu ara Ebû Lübâbe farkında olmadan kendilerine nasıl bir ceza verileceği gibi bazı önemli bilgileri yahudilere işaretle bildirdi. Ebû Lübâbe birden hata yaptığını ve Peygamber Efendimiz’e ihanet ettiğini anlayınca Mescid-i Nebevî’ye geldi ve kendisini bir direğe bağlayarak Allah tarafından tevbesi kabul edilene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair yemin etti.

Allah Teâlâ, yedi gün sonra Ebû Lübâbe’nin tevbesini kabul ederek bu konu ile ilgili:

“Ey îman edenler! Allah ve Rasûlü’ne ihanet etmeyiniz. Emanetlere de ihanet etmeyiniz!” (el-Enfâl, 27) âyet-i kerîmesini inzâl buyurdu. Bunun üzerine bizzat Peygamber Efendimiz, Ebû Lübâbe’ye tevbesinin kabul edildiği müjdesini vererek iplerini çözdü. Bundan dolayı bu sütuna “Tevbe Sütunu” da denir.

 5- Hazret-i Âişe Sütunu (Muhâcirûn Direği): Hücre-i Saâdet tarafından üçüncü ve minber tarafından üçüncü olan sütundur. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz’in bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz, burasının Mescid-i Nebevî’nin en önemli noktalarından biri olduğunu söylemiştir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kıblenin değiştirilmesinden sonra, iki ya da üç ay süreyle bu sütunun olduğu yeri mihrap olarak kullanmıştı. Daha sonra ise, Muhallaka sütununun bulunduğu yer mihrap olarak kullanılmıştır.

Hazret-i Âişe’nin Vâlidemiz şöyle buyurmuştur:

“Eğer orada ibadetin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, insanlar izdiham sebebiyle aralarında kar’a çekerlerdi.” (DİA, XXXIV, 475)

Ayrıca Mekke’den gelen muhâcirler burada toplanıp buluşurlardı. Onun için buraya “Muhacirûn Sütunu” da denir.

6- Muhallaka Sütunu (Ağlayan Kütük): Peygamber Efendimiz’in mihrabının bitişiğindeki sütundur. Mescid-i Nebevî, ilk inşa edildiği zamanlarda Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hutbesini buradaki bir hurma kütüğüne dayanarak okuyordu. Bu kütük yıllarca Sevgili Peygamberimizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sesini ve nefesini dinlemişti. Mescide Cuma namazını kılmak için gelenlerin sayısı günden güne artmaktaydı. Cemaatten biri, Peygamber Efendimiz’e:

“-Yâ Rasûlâllah! Cemaat gün geçtikçe daha da artıyor. Arka tarafta namaz kılanlar Sizi görmekte ve sesinizi duymakta zorluk çekiyorlar. Dilerseniz Size bir minber yapalım. Siz de onun üzerine çıkarak cemaate seslenin.” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu fikre sıcak bakınca kısa zamanda buraya üç basamaklı bir minber yapıldı. Peygamber Efendimiz, hutbe okumak üzere bu minbere çıktığı esnada mescidin içerisinde ağlama sesine benzer bir inilti duyuldu. Herkes mescidde iniltinin nereden geldiğini ararken, bu iniltilerin hurma kütüğünden geldiği fark edildi. Belli ki kuru hurma kütüğü bile O’nun ayrılığına dayanamamıştı.

Bunun üzerine Sevgililer Sevgilisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minberden indi, o kütüğün yanına geldi, okşadı, teselli etti ve Cennet’te dikilip sonsuza kadar mü’minlere hurma verecek bir ağaç olacağını müjdeledi. Kütüğün inlemeleri yavaş yavaş azaldı ve nihayet sustu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra tekrar minbere çıktı ve hutbesini îrâd etti. Allâh’a hamd ü senâda bulunup şöyle buyurdu:

“Doğrusu şu hurma kütüğü, benim ondan ayrılışıma dayanamadığı için ağladı ve bana olan hasretinden inledi. Vallâhi yanına varıp onu teskin etmeseydim, iniltisi kıyamete kadar kesilmeyecekti.” (Devam edecek)

 

Dîdar Meltem ERDEM

 

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle