Düzeni Kur, Rabbini An

 

Hicrî 610... Ramazan Ayı’nın 27. gecesi... Mekke, Nur Dağı, Hira Mağarası...

İlk ilâhî kelâm, Allah Rasûlü Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile buluştu. Câhiliyenin karanlığında boğulan bir dünyaya vahyin ışığında güneş doğmaya başladı. Tam 22 yıl 2 ay 22 gün sürdü ilâhî kelâmın tamamlanışı. (Hicretin 10. yılı 632’yi göstermektedir zaman...)

Kalplere nakış nakış işlenen yüceler yücesi bir dinle, câhiliyeden asr-ı saâdete bir yolculuk...

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından altı ay sonra Yemâme Savaşı’nda birçok hâfızın şehid olması üzerine, Hazret-i Ömer’in teşviki ile Halife Hazret-i Ebûbekir, Kur’ân-ı Kerîm’i mushaf hâline getirme kararı aldı. Vahiy kâtibi ve hâfız Zeyd bin Sâbit’i bu çetin işle vazifelendirdi.

Hazret-i Osman zamanında, yine Zeyd bin Sâbit’in başkanlığında kurulan ve içlerinde Abdullah bin Zübeyr, Sa‘d bin Âs ve Abdurrahman bin Hâris gibi isimlerden oluşan bir komisyon tarafından Kur’ân-ı Kerîm çoğaltıldı.

Kur’ân-ı Kerîm başlı başına bir hayat rehberi, ebediyet mutluluğunun kılavuzudur. İçinde îman, ibadet ve ahlâk esasları dışında, kâinattaki işleyiş, beşerî münasebetleri düzenleyen hükümler, peygamber kıssaları, önceki kavimlerin başına gelenler anlatılmaktadır. O, insanın Allah’la, kâinatla ve diğer varlıklarla irtibatını en mükemmel şekilde düzene koyan ilâhî bir kitaptır.

Hayatımızın her alanında yolumuzu aydınlatır. Önceki kavimlerden bahsederken geleceğimize ışık tutar; onların hâllerinden ibret ya da örnek almamızı sağlar. Sadece ölenin ardından okunmak ya da Ramazan ayında hatmedilsin diye değil, bütün bir hayat boyunca rehber olsun diye hayatımızın merkezine inmiştir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân okuyan mü’min, portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’ân okumayan mü’min, hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’ân okuyan münâfık, fesleğen gibidir: Kokusu hoş, fakat tadı acıdır. Kur’ân okumayan münâfık, Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime 30, Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36)

Bugünlerde:

“-Rûhum daralıyor, kendimi iyi hissetmiyorum!” serzenişlerini ne de çok duyar olduk. Oysa unuttuğumuz bir şey vardı:

“Kalbinde Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse, harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 18) Harabeye dönen iç âleme, bir ilâhî esinti gerekli!

Allah için sevdiğimiz ebediyet dostları edindikçe anlıyoruz huzurun ne olduğunu... Bir araya gelip sahâbe misâli, Kur’ân ve Sünnet ışığında rûhumuzu aydınlatınca gönlümüze bir Nebevî şifa damlıyor:

 “Bir cemaat, Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın Kitabı’nı okur ve aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” (Müslim, Zikr, 38)

Kendimizi güvenceye almak istiyorsak, yol belli, yoldaş belli:

“Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri, diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır! Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir.

Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beyt’imdir. Kur’ân ve Ehl-i Beyt’im Cennet’te Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)

Daralan rûhumuza, karışan aklımıza, rehâvet çöken bedenimize şifâ mı arıyoruz? Buyurun reçete: “Devânın en hayırlısı Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28)

Allah Rasûlü’nün bıraktığı emanete tutunmak, onu dost edinmek, şifâyı ve çözümü onda arayıp bulmak; mü’mine ikramdır, merhemdir.

Sadece sayfalarca okumaktan söz etmiyorum elbette... Rabbimin ilâhî kelâmının muhatabı olarak onu anlamak ve hayatımıza, sahâbe misali, nakış gibi işlemekten, iki dünyaya ait aradığımız bütün çözümleri onda bulacak bağlılıktan bahsediyorum.

Rabbimiz; kalbimizi, rûhumuzu, aklımızı, amelimizi rızâsına uygun hâle getirsin. Rehberimiz Kur’ân olsun. Dünya düzenimizi Kur’ân ile kurup her dâim Yüce Zât’ını zikredenlerden olmayı cümlemize nasîb etsin. Âmîn.

Ayşenur SEVER

aysenursever83@gmail.com

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle