Konuş Ki, Göreyim Seni

Lügat okumayı sevenlerdenim.

Eskiden olsa bu cümleyi “Lügatlerde keşfe çıkmaya bayılırım.” şeklinde kurardım, bir tekneye atlayıp bilmediğin bir âlemde yolculuk yapmak gibi… Şimdi kabristan ziyareti gibi lügat okuyorum. Kabristanlar gibi lügatler, binlerce kelimenin hazin ölüsü, sessiz ve unutulmuş mezarlarında yatıyor upuzun, sayfalar boyu kelimeler, hiç bir çağrışımı kalmamış, hiç bir yâd edeni... Kimi yabancı diye terk edilmiş, kimi zamanla yerini başka kelimelere bırakmış, tedavülden kalkmış tâbiri câizse...

İşte burası “Bende”nin mezarı bakın... Bende kul, köle anlamına geliyor. (“En çok bildiğiniz’e bakın” sözü büyük hocalardan tevarüs ettiğimiz bir lügat okuma edebidir bu arada, üşenmedim açıp baktım lügate...) Eskiler, birisiyle tanışırken kendilerini “kulunuz, köleniz” anlamında “bende-niz” diyerek takdim ederlermiş, nezâketen... Şimdi nâdiren kullananlar da onur ve şeref anlamı yükleyerek kullanıyorlar.

“Hâl ehli olalım, kâl ehli olmayalım.” demiş erenler, her şeyi eksik buçuk anlayan “talebe” milleti, bunu da yanlış anlamış; söyleneni yapmak için çabalamak yerine “söylemeyi” bırakmış.

“Yalan konuşmayalım, gıybet etmeyelim.” buyurmuşlar, yine yanlış anlamışız, yalanı, gıybeti, kem sözü sözümüzden süzmek yerine söyleşmeyi bırakmışız. İstişâreyi yitirmişiz böylece, şeytan ellerini ovuşturmuş sırât-ı müstakim üzere oturmuşluğun keyfiyle…

Ve unutulmuş güzelim kelimeler, ifadeler, deyimler; unutulmuş kullanım yerleri... Şimdi hangi kelimeyi, nerde ve nasıl kullanacağını bilemiyor eski kelimeler antikacısı bir kaç arkadaş… Nasıl kullanacağını bilelim diye yeni lügatler çıkıyor cilt cilt...

Hapşırana mukabele, Hazret-i Peygamber’e salâvat, ezâna mukabele, selâmlaşma, hep söyleşmenin güzelliğindendi, unutuluyor... Kelimeyi taçlandıran bir millet, unutuyor kelimelerini…

Oysa sözün nûru, bereketi, aydınlığı, faydası var, evet var. İbrahim Sûresi’nde: “Allah'ın, güzel bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun(uz)? Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel ve diri bir ağaç gibi(dir o)…”2 buyruluyor.

Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın.”3 diyen Peygamber Efendimiz, “Güzel söz, sadakadır.”4 da buyuruyor.

Bir de şöyle harika bir hâdîs-i şerifi var Efendimizin: “Bir kimse «Sübhânallahil’azîm ve bihamdihi» derse, onun için Cennette bir ağaç fidanı dikilir.”5

Ebû Hureyre hazretleri anlatıyor:

Bir gün, bir hurma fidanı dikiyordum. Rasûlullâh yanıma geldi:

“–Ey Ebâ Hureyre, nedir o diktiğin?” diye sordu.

“–Hurma fidanı dikiyorum ya Rasûlallâh!..” dedim.

“–Sana o diktiğinden daha hayırlı bir dikim işi söyleyeyim mi?” dedi.

“–Söyle yâ Rasûlallâh!” dedim.

“–«Sübhanallah, Elhamdülillâh Lâ ilâhe illallâh, Allahu Ekber» kelimelerini söyle... Bunların her biri için, sana Cennet’te bir ağaç dikilir.” buyurdu.6

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem- buyurdu ki:

“–Cennette ağaç yoktur. Oraya çok ağaç dikiniz!..”

“–Oraya ağacı nasıl dikelim?” dediklerinde:

“–Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak…” buyurdu. (Yani «Sübhânallâhi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhu ekber» diyerek)

Söyleşmeyi bırakmayalım dostlar! Sözümüzü süzelim, süsleyelim, konuşalım yeniden... Sohbet’in bereketinden hisseler alalım. Hâlimize, kâlimizden nûrlar yağsın. Bazen konuşurken açılıyor insanın ufku, bazen konsantrasyon oluyor konuşmak… Öyle olmasa şair:

“Keşke sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan

Sözümüz her dâim kıssa-i cânân olsa”7

Der miydi? Sözün her dâim cânân olmasında bereket var. O olmasın da mâlâyânî mi olsun yani? Namazdan, oruçtan, Kur’ân’dan, hayır hasenâttan bahsedelim tembele iştiyak olsun, zayıfa kuvvet, çalışana gayret... Peygamberlerden, sahâbeden, evliyâdan bahsedelim râbıta olsun, televizyon dizilerinin sahte kahramanları ile râbıtamızı koparalım!

Ve konuşalım. Dinginlik olsun eşlerimize… Âyet-i kerîmenin8 kapsamına giren muhtevâda olsun sözlerimiz; özenli olalım, şeytana kapı açmayalım. Bir gemi, bir koya nasıl sığınırsa, sığınsın gönüllerimiz bize ayrılan o mûtena gönüle...

Sohbet edelim dostlar! Hayallerimizi, duâlarımızı, gördüğümüz güzellikleri, imtihan okumalarımızı,  paylaşalım, tecrübe olsun. Herkes kafasını taşa vurarak öğrenmesin taşın sert olduğunu, zaman kaybı olmasın; köprü olalım bir nesilden öbür nesle, sadaka olsun.

Eleştirilerimizi eğip bükelim riyâzât ateşinde, temennî olsunlar.

Zanlarımızın içini dışına çevirelim, orda kalsınlar.

Boş sözlerimizi tutup boyayalım zikirle, tefekkürle “fayda”lı olsunlar.

Kınamalarımızı bir güzel pataklayalım, adam olsunlar!

Gıybet ve yalanları, daha kalbimizin kapısında yakalayalım, def olsunlar!

Biz sohbet edelim dostlar, aynı yolun yolcuları, aynı sevdanın “kara”lıları, aynı lügatin milleti olmanın şükrünü edâ edelim. “Hayırda yarışırlar…”9 âyetinin tecellîsine mazhar olmak için, kimin ne olduğu bilinsin. Tembele «haydi» diyelim, gâfile «uyan», gayretliye «bravo» diyelim, «âferin» çekelim, «maaşallâh» diyelim illa ki; hayal kuranların yanına oturup hayaline dalalım, yalnıza bir-iki cümle bırakalım muhabbet olsun.

Gönensin kelime dağarcığımız; büyüklerin eserlerinden, pîrlerin sohbetlerinden, farklı şehirlerden olan arkadaşlardan kelimeler, deyimler devşirelim, lügat okuyalım anlamadığımız kelime olunca üşenmeyelim, açıp bakalım, anlamıyoruz diye kitaplıkları bekleyen hazinelerin artık hakkını ödeyelim.

Yeni kelimeler edinelim ve kullanalım “cümle içinde”, mûzipçe gülümseyerek... Arkadaşlarımıza yeni aldığımız bir eşyayı gösterirken yaptığımız gibi sevinç ve şükürle: “Bakın artık iki yeni kelimem daha var!” diyelim.

 Bir ufak not da lügat okumayı sevenler için... Dostlar, kelimeler arasında âzâde dolaşmak güzel, amma özellikle bir kelimenin peşindeysek o her gördüğümüz kelimenin anlamını okumak, epey vakit kaybettiriyor bize değil mi? Lügatle beni tanıştıran sevgili hocamdan öğrendim bu işin usûlünü de... Lügatin üst ucunu kıvırıp sayfayı hiç açmadan bakıyordu, orada kelimeler yazar ya sırasıyla, bu işe yarıyormuş, o gün öğrendim. Hele diyordum, hocamız işlerini nasıl yetiştiriyor yahut kendini nasıl alıkoyuyor bilmediği kelimeyle karşılaşınca okumaktan?

Nasiptir evet ve şükre medardır. Bize kalemle yazmayı öğreten, bizimle kendisi arasında kelimelerden bir bağ kuran, yani Kur’ân’ı lutfeden Allah’a hamdolsun. Kur’ân için, lügatler dolusu kelimeler için, sohbetlerinde kelimelerin yakamozlandığı zâtlar için, hadîs-i şerîfler için, “Allah var idi ve O’nunla beraber hiç bir şey yok idi.” buyuran Hazret-i Peygamber için, yıllar sonra bu hadîs-i şerîfin îzahı kendisine sorulduğunda  “Allah var idi ve O’nunla beraber hiç bir şey yok idi, hâlâ da öyledir.”10 diyen Hazret-i Ali için, “Kızım, beni bile anlamıyorlarmış.” diye usûlca şefkat eden söz sultanı için, onun o şefkat ederken genişleyip iki büyük ummana dönüşen gözleri için ve yine onun içimizi aydınlığa boğan projektörler gibi sözleri için... Şükürler olsun. Dâimen ebedâ...

 

1 Aristo.

2 İbrahim Sûresi, 24. âyet-i kerîme.

3 Tecrîd-i Sarih, 7/124.

4 Buhârî, Edeb 34.

5 Buhârî, Müslim.

6 Hakîm.

7 Taşlıcalı Yahya

8 Rum Sûresi, 21. âyet-i kerime.

9 Fâtır Sûresi, 32. âyet-i kerime

10 Kânallahu velem yekun şey’un ğayruh”; “Vehüvel âne kemâ kân” (Elmalılı Tefsiri, İhlas Sûresi, Ehâdiyet bahsi.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle