Kefenini Sürüye Sürüye Cennete...

“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 157)

İnsana, Rabbine karşı aczini hatırlatan,

Hâlık-ı Zü’l-celâl Hazretleri’nin azametini ve “ekber” (en büyük) oluşunu haykıran,

Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamber Efendimiz’in pek çok kez emrettiği,

Çok kıymetli ve eşsiz bir hazinedir: “Tefekkür”…

“Bir saatlik tefekkür, altmış senelik nâfile ibadetten hayırlıdır.” (Aclûnî, I, 370) buyurarak, tefekkürün ne denli önemli bir ibadet olduğunu bizlere öğreten Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çokça tefekkür etmeyi bizlere şöyle tavsiye eder:

“Dünyada misafir gibi olun! Mescidleri ev ittihâz edinin!. Kalplerinizi rikkate alıştırın! Çok tefekkür edin ve çok ağlayın! Nefsânî arzularınız sizi değiştirmesin!..” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 358)      

Rûhu’l-Beyân Tefsiri’nin müellifi İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, tefekkürün bu kadar üstün olmasını iki maddede bizlere açıklamıştır:

“Birincisi: Tefekkür, seni bizzat Allâh’a ulaştırırken, ibadet sadece Allâh’ın sevabına götürür. Allâh’a götüren bir şey de, Allâh’ın sevabına götüren şeyden tabiî ki daha hayırlı olacaktır.

İkincisi: Tefekkür bir kalp ameli olmasına karşılık, ibadetler uzuvlarımızın amelidir. Kalp, uzuvlarımızdan daha şerefli olduğuna göre, kalbin ameli, uzuvların amelinden tabiî ki hayırlı olacaktır.”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tefekkür konusunda ümmetinin yanlış şeylerde zihnini yorarak hatalı yollara sapmaması, içinden çıkamayacağı düşüncelerin içinde boğulmaması için şu önemli uyarıyı yapmıştır:

“Yaratılanlar hakkında tefekkür edin, Yaratıcı konusunda tefekkür etmeyin.” (Münâvî, III, 262)

Bu hadîs-i şerîften maksat, Cenâb-ı Hakk’ın zâtının sıfat ve şekil bakımından düşünülmemesi gerektiğidir. Zira beşer tefekkürü hem buna müsait değildir, hem de tefekkürün gâyesi, Allâh’ın şekil itibariyle nasıl olduğunu kavramak değildir. Bilâkis O’nun -celle celâlühû- isimleri, sıfatları, yarattığı varlıklar üzerinde düşünülmelidir.

İnsan, doğumundan ölümüne kadar yaşadığı sürece sayısız nimetlere gark olur, karşılığını ödeyemeyeceği tecellîlere şâhitlik eder. Bu da sayısız tefekkür konusu olduğunu bizlere gösterir. “Ol!” deyince olduran, insana ruh ve nefis bahşeden Cenâb-ı Hak, birçok âyet-i kerîmede tefekküre vesile olacak şeyleri tek tek saymış ve bu konular üzerine derin derin düşünmemizi emretmiştir:

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerindeyken (dâimâ) Allâh’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler (ve şöyle derler): «Rabbimiz! Sen bu (âlemi) boşuna yaratmadın, Seni tesbîh ederiz, bizi cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)

“Şüphesiz göklerde ve yerde, mü’minler için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allâh’ın muhtelif canlıları yeryüzüne yaymasında, kesin olarak inanan kimseler için ibretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allâh’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri, onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır.” (el-Câsiye, 3-5)

Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri hakkında tefekkür etmeyi ve bunlardan gerekli dersi almayı öğütleyen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin şu hâli ne kadar ibretlidir:

Atâ’dan rivayetle, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- ağladı ve buyurdu ki:

“-Allah Rasûlü’nün her hareketi fevkâlade şaşırtıcı idi. Bana mahsus gecede bir defasında odama geldi. Sonra:

«-Bana izin verirsen Rabbime ibadet edeyim!» dedi.

Ben izin verdim. Kalktı, su ibriğiyle abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ağlıyordu. Öyle ki, sakalı ıslanmıştı. Sonra secdeye gitti. Gözlerinin yaşından bu defa kumlar ıslandı. Namazdan sonra yanı üzerine yattı. Bu sırada müezzin Bilâl, sabah ezânını okumaya geldi.

“-Ey Allâh’ın Rasûlü…” dedi. “Seni ne ağlattı? Allah, Senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti!”

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

“-Allâh’ın merhameti üzerine olsun ey Bilâl! Beni ağlamaktan ne men edebilir? Allah bu gece bana inzâl buyurdu ki:

“Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selîm sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır.” (Âl-i imrân, 190)

Sonra buyurdular ki:

“-Yazık o kimseye ki, bu âyeti okur da onun ifade ettiği mânâ üzerinde düşünmez.” (İbn-i Hibbân, Sahîh, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 157)

Yüce Mevlâ’nın sonsuz rahmetini ve saymakla bitiremeyeceğimiz nîmetlerini, hakkını ve şükrünü hiçbir zaman ödeyemeyeceğimiz tecellîlerini, kâinâtı, Kur’ân âyetlerini, Kur’ân’da bildirilen veya Efendimiz tarafından anlatılmış olan, bizden önceki kavimlerin başlarına gelenleri ibret nazarıyla inceleyen insan için bir diğer önemli tefekkür sahası da “tefekkür-i mevt”tir… Yani ölüm hâlini ve kabir hayatını düşünmektir.

Bilhassa dünyaya râm olduğumuz, ondan yüz çevirmeye fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, ölümü düşünmek, herkes için büyük önem arz etmektedir. Nitekim tefekkür-i mevt, kişinin dünya hayatının geçici olduğu şuuru ile hareket etmesine, ebedî olan âhiret hayatı için kendisini gözden geçirmesine ve o büyük gün için hazırlık yapmasına vesîle olur. Bu hâl neticesinde de kişi, acziyetinin farkına vararak, Allâh’ın izni ile, kalbî bir kıvam elde eder ve takvâ ehli kimselerden olma gayreti ile Allâh’ın rızâsı istikâmetinde bir hayat sürer.

Allah dostlarından Ebu’l-Hasan Harakânî -kuddise sirruh- Hazretleri’nin şu sözleri, bir mü’minin nasıl olması gerektiğini çok güzel bir şekilde özetlemektedir:

“Mü’minin âzâlarından (en az) birinin devamlı Yüce Allâh ile meşgul olması gerekir. Bir mü’min, Allah Teâlâ’yı ya kalbiyle hatırlamalı, ya diliyle zikretmeli, ya gözüyle O’nun görmek istediği bir şeyi görmeli, ya eliyle cömertlik yapmalı, ya ayağıyla insanları ziyaret etmeli, ya başıyla (aklıyla) mü’minlere hizmette bulunmalı, ya kesin bir inançla duâ etmeli, ya aklıyla tefekkür ederek mârifete ulaşmaya çalışmalı, ya ihlâslı bir iş yapmalı, ya da kıyâmetin çetinliğinden insanları îkâz etmelidir.

Böyle birinin, kabirden başını kaldırır kaldırmaz, kefenini sürüye sürüye cennete gideceğine ben kefilim!” (Ebu’l-Hasan Harakânî, Seyr ü Sülûk Risâlesi, haz. Sadık Yalsızuçanlar, sh: 107, Sûfi Kitap, İstanbul, 2006)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle