Kâbus

-“Belmâ” sultana-

 

“Birini unutmanın kolay bir yolu var mı?” Bir aşk, bittiyse bitmiştir. Bir uru, kanserli bir bölgeyi bünyeden kazır gibi damar damar, hücre hücre temizlemek aşkı… Bir aşk bittiyse bitmiştir. Kansere dönüşecektir geri kalan/bırakılan ne varsa… Bir bebek yirmi dördüncü haftadan önce anne karnında ölürse düşük sayılıyor. Ne kadar küçük olursa olsun, rahimden tamamen temizlensin diye ilaç kullanılıyor, gerekirse doktor bizzat müdâhale ediyor. Bir parça bile kalsa miyom oluyor çünkü… Bir tür ur, tümör, kanser…

Bir aşk bittiyse bitmeli… Zaman geçip tekrar karşılaşıldığında mezarın yerinde beş yıldızlı otel olmalı evet! Küllerini rüzgâr savurmalı hülyalı bakışlara, gözyaşı silip süpürmeli yeri göğü… Gerçi bazılarının ölümüne gökyüzü ağlarmış, bazılarına ise ne yer, ne gök, ne de ikisi arasındakiler…

“Dost kalalım…” Bir aşk bittiyse bitmiştir. Babil’in uğradığı azap gibi bir sabah bakarsın ki, ne sen onun dilini anlıyorsun, ne o senin dilini... Herkes kendince mi yaşamıştır yoksa? Yoksa gökten bir alev topu inip yakıp kül mü etmiştir kelimelerin anlamını?

“Sevginin zıddı, nefret değildir; umursamazlıktır.”1 O kadar incinirsin ki… Her zaman buluştukları yerde karşılaşıverseler… Birlikte keşfettikleri o yerlerde buluverseler birbirlerini... Ne çıkar? Aşk bitmiştir. Ne yürek sızısı duyulur, ne gözler dolar, ne «keşke» denir, ne «âh» edilir. Merhaba denilir aydınlık bir yüzle, “O sen miymişsin yani? Ne varsa değerlim, kıymetlim; paylaştığım cömertçe… Ne anlamıştın acaba anlamı bana sarih sembollerimden? Dolunay neydi, martılar, yağmurlar, bu İstanbul, İstanbul’un ağaçları, neydi vefâ, meveddet, neydi zulüm, neydi insan olmak? Sevgi neydi sâhi?”

Mat olmak, bazen direk şâhı almakla mümkün, bazen birkaç hamle sonrası şimdiden ortaya çıkınca… Oyuna devam etmenin bir anlamı yok öyle olunca. Şâh mat olmuştur, aşk bitmiştir. Piyon biriktirmenin anlamı ne?

Hey, etrafımızı saran sevgiler, özür diliyoruz sizden; egomuza, «ene»mize piyon yaptık varlığınızı! Bağışlayın… Sevilmek neydi, bilmedik.

«Gerçek aşk» diye bir şey var mıdır? Aşk diner, dönüşür, sabitlenir diyorlar, ne mümkün? Aşk biter! Keşiftir ve fetholunca biter. Keşfedilecek ücralar mı arayacaksın, sefil ve müflis, hep kendinden vererek?

Tam iki yüz seksen gün karnında taşıyor anne. Önceleri ultrasonda görülür, dolaylı belirtileri vardır. Romantik hayaller, tatlı bir telaş. Büyür gün gün… İlk kalp atışı, ilk kıpırdanış, ilk tekme… Anne, ne yese bebeğe gidiyor. Nereye gitse, ne yapsa onunla… Üzgünse tesellî, mutluysa şükür. Ne olduğunu bilmeden, tam on ay (yirmi sekiz günden) birlikte yaşıyorlar, paylaşıyorlar anneyi. Vakit-saat tamam olunca sancılarla, cebirle çıkıyor içerden... Sesin ulaştığının sesi duyuluyor. Kucağa geliyor, yumuk yumuk bakıyor yüzüne annenin, yüzüyle sokuluyor annenin yüzüne. O sen miydin? Aşk’ı anne’nin.

Gerçek aşk cinsinden, nev’inden bir sevgi… Doğar ve âşık “O sen miydin?” derken gözleri ışıl ışıldır! Oysa “Keşke seninle hiç dost olmasaydım, beni nerdeyse ateşe sokacaktın!” dedirecek bazılarına. Aşklar biter.

Bir tohum atılıyor insandan izinsiz, tam kalbinin ortasına... O küçük siyah noktaya, süveydâ-yı derûna. İnsan kendisi besliyor, büyütüyor onu… Okudukları, dinledikleri, söyledikleri, baktıkları büyütüyor aşkı... Vakit-saat tamam olunca doğuyor aşk acıyla… Yırtarak, kanatarak, ağrıtarak, zorlayarak çıkıyor kalbinden. Eline veriyorlar onu, o zaman görüyor insan, neyi taşıdığını kalbinde: Bir ucûbe yahut bir meh-likâ…

Bu yüzden “mecaz” demişler insanın aşkına…. İnsana aşk mecâz... Ama dünyanın küresi, Türkiye’nin haritası, evin krokisi gibi bir mecâz; bir câmi maketi gibi, asla asıl olamayan bir mecâz üzerinden yol aldığımızı sanıyoruz. Sınırları, sonu olmayan, aşkı bitmeyen, şâhı düşmeyen, anlamı değişmeyen Allah… Aşk bitmez. Elbette…

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sorar, evliliklerinin ilk zamanlarıdır:

“– Beni seviyor musun?”

Cevap:

“– Evet.” olur.

Soru cilvelenir:

“– Nasıl?”

Cevap dalga dalga vurur sahili:

“– Kördüğüm gibi…”

Yıllar geçer. İlk zamanlar koşuda eşini geçen ceylan kız büyümüş, olgunlaşmıştır; bu kez yenilir yarışta… O zamanlar işte, sorar yine:

“– Kördüğümden ne haber?”

“– İlk günkü gibi…” der Sultânu’l-âşıkîn.

Allâh’ım, sevdi mi kördüğüm gibi sevene salât eyle… Ve O’nun sevdiklerine…

 

1 Elie Wiesel.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle