İnfâk Edebildiğin Kadar Fedâkârsın

İslâm, infâka büyük bir kıymet atfeder. İnfak, Rabbânî bir usûldür. Sonsuz kerem sahibi, Cenâb-ı Hak’tır. Sonsuz hazinelerin sahibi, karşılıksız ve bol bol vermenin yegâne timsâli, Allah Teâlâ’dır.

Rızık, ilâhî bir taksimle herkese paylaştırılmıştır. Her canlının dünyada alacağı nefesler, içeceği su, yiyeceği ekmek yahut zâhiren sahip olacağı maddî imkânlar, Rabbimizin sonsuz ilmi içinde bellidir.

İnsan, kendisi için meçhul olan bu taksimatın sınırlarını bilmediği için, daha çok mala-mülke sahip olmak uğruna çalışır durur. Zaman zaman hırslanır ve maddiyâtı yegâne gâye hâline getirir. Hattâ maddenin esiri olur ve her şeyin maddiyatla çözülebileceğini zanneder. İnsan çalışmalı, kazanmak için gayret sarf etmeli, ancak rızkın peşinde koşarken rızkı kendisine veren “Rezzâk”ı unutmamalıdır. Varlığa kavuşunca varlığın esiri ve müptelâsı olmamalıdır. Kazandığı her maddî imkânın bir ilâhî lütuf olduğunun farkında olmalı ve onu yine ilâhî rızâ için harcamanın derdinde olmalıdır.

Peygamber Efendimiz’in infak ile ilgili hadîs-i şerîflerine bakarken İmâm Nevevî’nin meşhur “Riyâzu’s-Sâlihîn” adlı eserinde, konu ile alâkalı öne çıkan başlıklar dikkatimizi çekti. Şu başlıkları vermiş İmam Nevevî -rahmetullâhi aleyh-:

“İnfak edene Allah verir.”

“İnfak edene gıpta edilir.”

“İnfak edilen malın karşılığı verilir.”

“İnfâka, âile fertlerinden başlamalıdır.”

 Bu başlıklardan da anlaşılıyor ki, infak, büyük bir fedâkârlık istiyor ve bu fedâkârlığın karşılığı, mutlakâ Cenâb-ı Hak tarafından verilecektir. Âdeta Allah, “Kulum sen ver, ben de sana vereyim.” demektedir.

Yüce Rabbimiz, âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“..Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir…” (Sebe’, 39)

Kasas Sûresi’nde, “Kim bir iyilik yaparsa, ona bundan daha hayırlı karşılık vardır.” (el-Kasas, 84) buyrularak, yapılan iyiliğin kat kat karşılığının verileceği müjdesi verilmektedir.

Allah için harcamanın karşılıksız olmadığı mânâsına geliyor bu… Allah, kendi rızâsı için harcanan hiçbir şeyin karşılıksız bırakılmayacağını ifâde buyuruyor.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyuruyor:

“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” (Buhârî, Zekât 10, Menâkıb 25, Rikak 49, 51)

İnfak, mü’min için mânevî korumadır. Peygamber Efendimizin ifâdesiyle mü’min, en asgarî bir şekilde, yarım hurma ile de olsa kendisini korumak için bunu yapmalıdır. İnfak etmenin maddî bir ölçüsü yoktur. Mü’min bunu bir ahlâk hâline getirmeli ve sahip olduğu imkânlarını başkalarının da faydası için sarf etmelidir.

Bakara Sûresi’nin ilk âyetlerinde Rabbimiz, mü’minlerin özelliklerini sayarken, onların gayba îman ettiklerini, namaz kıldıklarını ve kendilerine verilen rızıktan infâk ettiklerini beyân ediyor. (el-Bakara, 3) Bu, şunu gösteriyor; namaz kılmak, nasıl ki mü’mini Rabbine yaklaştırıyorsa, infak etmek de o derece mü’min ile Rabbi arasında bir bağ oluşturuyor. Çünkü rızkın şükrü, infakla oluyor. Kendisine lütfedilenin farkında olmak ve onun şükrünü edâ etmek, ancak infak edebilecek bir kıvamda olmayı gerektirir.

İnfak etmenin en güzel örneklerini, yine Peygamber Efendimizin güzel hayatında görmekteyiz. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın her türlü lütuf ve keremine mazhar olduğu gibi maddî konularda da rızıklandırılıyordu.

* * *

Günümüzde yanlış bir anlayışa dikkat çekmek gerekiyor: İfâde edildiği gibi, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- fakir bir hayat sürdürmemişti. Ancak O, varlık içerisinde züht hayatını tercih etmişti. Bu da fakirlik ve yoksulluk içinde olmak değil, fakirlerin hâlini anlamak ve nefis terbiyesi için bir tercihti. Biz biliyoruz ki, Peygamber Efendimizin zevcesi Hazret-i Hatice annemiz Mekke’nin en varlıklı insanlarındandı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âile olarak köklü ve varlıklı bir âileden geliyordu. Sonraki yıllarda savaşlardan alınan ganimetler bile Peygamber Efendimiz’in içinde bulunduğu imkânları göstermesi açısından önemli bir kıstastır.

Peygamber Efendimizin fedâkârlığını anlatan şu ibretli hadiseyi naklederek mevzûmuzu bitirelim:

Bir gün, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine gömlek satın almak için çarşıya çıktı. Yanında on dirhemi vardı. Bir satıcıdan dört dirheme bir gömlek aldı. Eve dönerken Medinelilerden bir kişi yanına gelerek:

“-Yâ Rasûlallah! Bana bir gömlek giydirin de Allah da size cennet elbiselerinden bir elbise giydirsin.” diye dua etti.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hemen üzerindeki gömleği çıkarttı ve adama verdi. Sonra geri dönerek yine dört dirheme, yeni bir gömlek satın aldı. Cebinde iki dirhemi kalmıştı.

Medine sokaklarında yürürken bir câriyenin ağladığını gördü. Hemen yanına gitti ve:

“-Niçin ağlıyorsun” diye sordu.

Câriye, büyük bir üzüntü içindeydi. Karşısında Peygamberimizi görünce, yardım isteyen bir sesle: 

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Hizmet ettiğim âile, bana, un satın almam için iki dirhem vermişti. Fakat onu kaybettim. Ne yapacağımı bilemiyorum.” dedi.

Peygamberimiz, hemen cebindeki iki dirhemi câriyeye verdi. Gidip onunla un satın almasını söyledi. Cariyenin ağlamaya devam ettiğini görünce, ona:  

“-Kaybettiğin parayı sana verdim. Şimdi niçin ağlıyorsun?” diye sorduğunda câriye: 

“-Beni dövmelerinden korkuyorum.” diye cevap verdi.

Peygamberimiz, onunla birlikte evine kadar gitti. Ev sahipleri, Peygamber Efendimizi büyük bir sevinçle karşıladılar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Bu câriye, kendisini cezalandırmanızdan korkuyor.” deyince: 

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Mâdemki onunla beraber gelip bizi şereflendirdiniz; ona yardım ediyor ve koruyorsunuz, biz de onu Allah rızâsı için âzâd ettik, hürriyetine kavuşturduk!..” diye cevap verdiler.

Bütün bu olup bitenler, Peygamber Efendimizi çok sevindirmişti. Geri dönerken dilinden şunlar dökülüyordu:

“-Yüce Allah, dirheme (nasıl da) bereket verdi?! Onunla Peygamberine ve Ensar’dan bir müslümana birer gömlek giydirdi. Bir câriyeyi de âzâd etti. Bunu bize veren, yalnız Allah’tır. Yüce Allâh’a şükürler olsun.”

Kısaca, infak şuuru, mü’minin şahsiyetinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmelidir. Mümin kazanmalı, kazandığının kendisine verilen bir emanet olduğunun idrâki içinde bulunmalıdır. Rızkın asıl sahibini unutmamalı, “Ben yaptım, ben kazandım.” duygusundan şiddetle kaçınmalı ve ihtiyaç sahibi bütün insanların kendisine bir emânet olduğunu bilmelidir. Cenâb-ı Hak katında malının hesabını verebilmeye vesîle oldukları için, infak ettiği kişi ve hayır kurumlarına da şükran duyguları içerisinde bulunmalıdır.

 

DUÂMIZ:

Rasûlullâh Efendimiz’in dilinden bir duâ buketi:

“Allâh’ım, Beni Senin sevginle, Seni sevenlerin sevgisiyle ve Sana yaklaştıracak davranışların sevgisiyle rızıklandır. Allâh’ım, Sen’den muhabbetini, Seni sevenlerin muhabbetini ve Sen’in sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum.
Allâh’ım, Sen’in muhabbetini bana nefsimden, âilemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl! Âmîn…
(Tirmizî, Deavât, 72/3490)

 

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle