En Büyük Mâlî İbadetlerden Zekât

Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de 32 yerde geçmektedir. Bunların 27’sinde namazla birlikte emredilmekte ve bu yönüyle sadece sıradan bir farz olmayıp İslâm’ın üzerine binâ edildiği beş esastan birini teşkil etmektedir. İlk halîfe Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın, “Namaz kılıp da zekât vermem.” diyen kimseler için “Namaz ile zekâtın arasını ayıran kimselerle harp yaparım.”[1] sözü, İslâm tarihinde zekâtın ehemmiyetini gösteren en önemli misallerdendir. Yine Emevî halîfesi Ömer bin Abdülaziz döneminde zekâtın gerektiği gibi toplanıp hak sahiplerine dağıtılması yüzünden İslâm tarihinde “zekât verilecek kimse” kalmadığı parlak dönemler yaşanmıştır.

Günümüzde gelir ve hayat standardı dengesizliklerinin alıp başını gittiği toplumumuzda zekâtı tekrar anlamaya ve uygulamaya ihtiyacımız var. Bu hem toplum barışı için gerekli, hem de bir kulluk şuurunun ihyâsı için…

Bu kısa girişten sonra zekât hakkında pek çok ilmihâlde yer alan bazı bilgileri özet olarak vermeye çalışalım.

 

Zekât ne demektir?

Zekât, kelime olarak artma, çoğalma, arıtma, temizleme, övgü ve bereket mânâlarına gelir. Fıkhî terim olarak ise, “Allâh’ın, Kur’ân’da zikredilen sınıflara verilmek üzere farz kıldığı, dince zengin sayılan kimselerin belli mallardan ve belli oranlarda yılda bir defa alınan paydır.”

Kur’ân-ı Kerîm’de “sadaka” kelimesi de, bazen “zekât” manâsına kullanılmıştır.[2] Sadaka ise, “sıdk” yani doğru söylemek, sözünü tutmak ve sözünü yerine getirmek mânâlarına gelmektedir. Çünkü zekât, mü’minlerin Allâh’ın emirlerine uymadaki sadâkatlerini göstermektedir. Bununla birlikte sadaka kelimesi, farz olan zekâttan daha geniş muhtevalı olup vâcip ve nâfile türünden olan bağışları ifâde için de kullanılır.

 

Zekâtın hikmetleri

Aslında zekâtın pek çok hikmeti vardır. Bunların bir kısmı, herkes tarafından çok rahatça anlaşılabilecek açıklıktadır. Öncelikle Allah Teâlâ, bütün insanları farklı kısmet ve kabiliyetlerle yaratmış, buna bağlı olarak kazançlar da, toplum içindeki mevkîler de değişiklik göstermiştir. Böylece insanların bir kısmı maddî açılardan daha çok imkâna sahipken, bir kısmı ise hayatı boyunca pek çok sıkıntılar çekmektedir. İşte dînimiz, servet ve imkân sahiplerinin, mallarının bir kısmını “onların gönüllü olmalarına bırakmaksızın” ihtiyaç sahiplerine tahsis etmiştir. Malın, temin edilme aşamasında karşılaşılan zorluklar ve sahip olunduktan sonra insanın gönlünde taht kurma meyli sebebiyle zenginler, fakirlere yardım noktasında serbest bırakılmamış, en azından asgarî tutarı yerine getirmeleri mecbur tutulmuştur.

Böylece zekât sayesinde zenginler ile fakirler hem maddî imkânlar açısından, hem de gönül dünyası bakımından birbirine yaklaşırlar. Aradaki kıskançlık ve haset azalır veya tamamen kaybolur. Fakirler, kendilerine infak eden kimselere karşı bir minnet ve teşekkür hâlinde olurlar. Onlara duâlarında yer verirler. Diğer taraftan zenginlerin kalplerindeki servet hırs ve sevgisi, frenlenmiş olur. Diğergâmlık, fedâkârlık ve cömertlik duyguları gelişir. Bu sayede zekât kelimesinin sözlük mânâsında yer alan “arınma ve temizlenme” gerçekleşmiş olur.

Aynı şekilde ihtiyaç sahibi kimselerin, normal şartlarda, insânî bir hayat sürmesini kolaylaştırmış olur. Bu da devletin yükünü hafifletir, toplumu birbirine kaynaştırır. Netice itibariyle insanlar arasındaki maddî kırgınlıklar giderilir ve zengin-fakir her iki taraf da Allâh’a kulluk paydasında buluşmuş olur. Birisi vermenin mutluluğunu tadar, öbürü de mahrûmiyetten kurtulmanın sevincini yaşar. İki kalp de mânevî hastalıklardan temizlendiği için kendilerini huzur içinde Allâh’a kulluğa adarlar.

 

Zekâtın Ehemmiyeti

Yazımızın başında da ifâde ettiğimiz gibi, zekât, İslâm’ın beş temel esasından biridir. Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde “artma, çoğalma, temizlenme”  gibi lugat mânâsıyla[3], otuz yerde ise fıkhî terim mânâsıyla kullanılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i İbrahim, Hazret-i İshak, Hazret-i Yâkub[4], Hazret-i İsmail[5] ve Hazret-i Mûsa[6] gibi önceki peygamberlere de namaz ile birlikte zekâtın emredilmiş olduğu haber verilmiştir.

Zekâtın farz oluşu, Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sâbittir. “Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin…”[7], “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın...”[8] ve “Hasat günü, ürünün hakkını ödeyin…”[9] âyetleri buna birer örnektir.

Cenâb-ı Hak, zekâtını vermeyenlerle ilgili çok büyük îkazlarda bulunmuştur:

“…Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar için can yakıcı bir azâbı müjdele. O gün (bu altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılıp, bunlarla onların alınları, böğürleri, sırtları dağlanacak ve kendilerine, «İşte nefisleriniz için toplayıp biriktirdikleriniz! Artık saklayıp biriktirdiğiniz bu nesnelerin acısını tadın!» (denilecek).”[10]

İslâm âlimleri, zekât hususundaki delillere dayanarak şöyle demişlerdir: Bir kimse veya bir topluluk zekâtı vermez veya bu konuda İslâm Devleti’ne karşı çıkarlarsa, kendileriyle savaşılır. Ancak cimrilik veya hükmü bilmeme yüzünden ödemezlerse, dinden çıkmazlar, fakat günahkâr olurlar.

 

Zekâtı Kimler Verir?

Hanefî mezhebine göre, zekât verecek kimsenin “müslüman, hür, akıllı ve ergen olması” gerekir. Gayr-ı müslimlere, köle ve câriyelere, akıl hastalarına ve çocuklara zekât farz değildir. Hanefî dışındaki mezhep imamlarına göre, zekâtın farz olması için ergen ve akıllı olmak şart değildir. Onlara göre, diğer şartları uygun olan çocuk ve akıl hastalarının da zekât vermesi farzdır. Zekâtı, bunlar adına velî ve vasîleri öder.

Ayrıca yukarıda şartları sayılan mükellefin, “nisab miktarı mala sahip olması” gerekir.

Nisab, servetin zekâtı gerektirecek kadar olan miktarına denir. Nisab miktarları hadîs-i şeriflerle belirlenmiştir. Her malın nisab miktarı, birbirinden farklılık göstermektedir. Altının nisabı, yaklaşık 80 gramdır.[11] Osmanlılar devrinde yapılan hesaplamalarla bu rakam, 96 grama denk görülmüştür. Altın ve gümüşten yapılmış süs takımları, tablo, kap, kaşık, çatal ve benzerleri için nisab miktarına ulaşınca zekât gerekir.

Nisab hesaplanırken altın, gümüş, nakit para, gelmesi kesin olan alacaklar, ticaret malları birbirine eklenir. Bu rakamdan aslî/temel ihtiyaçlar ve borç düşülür. Kalan miktar, nisab miktarı veya daha fazla mala karşılık geliyorsa ve bu mallara sahip olmanın üzerinde bir yıldan fazla bir zaman geçmişse zekât verilmesi gerekir.

Aslî ihtiyaçlar, oturulan ev, bu ev için gerekli eşyalar, yazlık-kışlık giysiler, gerekli silâh, âlet, kitap, binek hayvanı/aracı ile hizmetçi, bir aylık veya bir yıllık ihtiyaç maddeleri ve âile masraflarıdır. Borç miktarı kadar nakit paralar da aslî ihtiyaca girer. Bunların dışındakiler, “fazlalık” olarak kabul edilir ve zekât, bu fazlalık üzerinden hesap edilir.

Zekâtın farz olması için nisab miktarı malın üzerinden “kamerî (ay hesabıyla) bir yılın geçmesi” gerekir. Toprak ürünlerinin zekâtı demek olan “öşür” için de bir yıl beklenmesine gerek yoktur. Ürünler olgunlaşınca veya hasadı yapılırken öşür verilir.

 

Zekât Nasıl Hesaplanır?

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi eldeki bütün altın, gümüş, nakit para ve alacaklar birleştirilir; bu rakamdan aslî/temel ihtiyaçlar çıkartılır. Geriye kalan miktar nisab miktarını aşıyorsa ve üzerinden bir yıl geçmişse, bu meblağ üzerinden zekât verilir.

Nakit para, altın, gümüş ve ticaret mallarının zekâtı kırkta bir, başka bir ifâdeyle % 2,5’tur.

Hayvanların zekâtında ise, cinsine göre farklılıklar vardır. Öncelikle zekât, evcil hayvanlar üzerinden verilir. Devenin nisabı beş, koyun ve keçinin nisabı kırk, sığır ve mandanın nisabı ise otuzdur. Bu nisaba ulaşmayan hayvanların zekâtı verilmez. Başka bir ifâdeyle kırk koyunu olmayanın, koyun üzerinden bir zekât vermesine gerek yoktur. Aynı şekilde bu hayvanlara sahip olunmanın üzerinden bir yıl geçmesi şarttır.

Kırk ilâ yüzyirmi koyun arasında zekât miktarı, 1 koyundur. 121’den 200’e kadar iki koyun şeklinde rakam arttıkça zekât oranı da artar. Keçi de, koyun gibi hesaplanır.

Sığır cinsinden 30 hayvanın altında hayvana sahip olanlara zekât gerekmez. Otuz sığırdan kırk sığıra kadar zekât olarak iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı verilir. Sayı arttıkça, verilecek zekâtın miktarı ve şekli de değişir.

Devenin zekâtında da beş devenin altına zekât verilmez. Beş deve için bir koyun zekâtı verilir. On deveden yirmi deveye kadar her beş devede bir koyun verilir. Bunda da miktar arttıkça artar.

 

Zekât Kimlere Verilir?

Zekâtın verileceği yerler, Tevbe Sûresi’nin 60. âyetinde sıralanmış sekiz sınıftır:

1-2) Yoksullar ve düşkünler: Bunlar, Kur’ân’daki ifâdesiyle “fakirler ve miskinler” şeklinde iki ayrı grup hâlinde zikredilmişlerdir. Fakir, ev ve ev eşyası gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan malı olsa bile, gelirleri mûtad olan (alışılagelen) ihtiyaçlarını karşılamayan ve borçları düşüldüğünde, nisab miktarından daha az malı bulunan kimsedir. Bir işte çalıştığı hâlde, gelir düzeyi, temel ihtiyaçlarını karşılamayan kimse de bu sınıfa girer. Kısacası zekât veremeyen kimseler, zekât alacak duruma gelirler. “Miskin” ise, hiçbir geliri ve malı bulunmayan kimselerdir. Miskin, fakirden daha muhtaç kimsedir.

3-) Zekât işinde çalışanlar: Zekât gelirini toplamak ve hak sahiplerine dağıtmak için görevlendirilen kişilerdir. Buna göre çalışan kimse, zengin de olsa, emeğinin karşılığını alabilir. Zekât memurunun adâlet sahibi olması ve zekâtla ilgili hükümleri bilmesi gereklidir.

4-) Müellefe-i kulûb: Kalpleri İslâm’a ısındırılacak kimseleri kapsar. İslâm’a yeni girmiş veya henüz müslüman olmamış kimseleri de içine alır. Bu sınıfa zekât vermenin gâyesi, îmanı zayıf olanların îmânını takviye veya kötülüklerinden emin olmak ya da onları hayra sevk etmektir.

5-) Köleler: Her ne kadar günümüz şartlarında fiilen kölelik kaldırılmış olsa da, kölelikten kurtulmak, hürriyetini para ile satın almak isteyen kimselere de zekât verilebileceği âyet-i kerîmede bildirilmiştir.

6-) Borçlular: Borcu düşüldükten sonra nisab miktarı malı kalmayan kimseler bu sınıfa girer. Başkasından malı veya alacağı olup da bunu alması mümkün olmayan kimse de borçlu sayılır. Borcu yüzünden darda bulunan kimseye zekât vermek, borçsuz yoksula vermekten daha faziletlidir. Çünkü borçlunun, bir bakıma hürriyeti kısıtlanmış demektir. Kendisi veya âile fertlerinin ihtiyacı için borçlanmış kimseye zekât düşmesi için, borçlunun nisap dışında borcunu ödeyecek malının bulunmaması gerekir.  Ayrıca borçlu; içki, kumar, zina gibi bir haramı işlemek veya harcamalarında açıkça israfa düşmek sûretiyle borçlanmamış olmalı ve borcunun vâdesi gelmiş olmalıdır. Aynı şekilde alacaklısının bir kişi veya kurum olması gerekir ki, böylece (zekât ve kefâret borcu gibi) kendisinden belli bir vâdede istenmeyen bir borç olmamalıdır.

7-) Allah yolunda olanlar: Bu tâbir, iki şekilde anlaşılmıştır. Birincisi, İslâm’ı yüceltmek için bilfiil savaşta bulunan mücâhidler… Bunlar arasında zengin-fakir ayrımı yapılmayacağı da söylenmiştir. Diğeri de Allah rızâsına uygun ve O’na yaklaşmak için yapılan her türlü hayırlı iştir. Buna göre, Allah rızâsını gözeten, hayır ve kulluk vasfı bulunan işleri yapan kişi ve müesseselere zekât fonundan yardım yapılabilir. Meselâ hac ve umre yapanlara, ilim tahsil edenlere zekât verilebilir.

8-) Yolda kalmış kimse: Yolculuğa çıkan, iyi ve faydalı bir iş için yolculuk yapan ve gittiği yere destek ve yardım almadan ulaşamayacak kimse bu sınıfa girer. Hac, savaş, mendub ziyaretler veya helâl ticaret için yapılan yolculuklar buna örnek gösterilebilir. Kendi ülkesinde varlıklı olsa da, yoldayken muhtaç duruma düşenlere de zekât verilir. Ancak böyle bir yolcunun, zekât yerine borç alması daha uygundur.

Bir kimse zekâtını bu sınıflardan herhangi birisine verebileceği gibi, bunlardan birkaçına birden de verebilir. Dört mezhep müctehidlerinin büyük çoğunluğuna göre, zekâtın bu zikredilen sekiz sınıf dışında mescid yapımı, yol, köprü, çeşme vb. sadaka-i câriye cinsinden şeylere verilmesi câiz değildir. Çünkü zekâtta asıl olan “temlik” yani “malın mülkiyetini bir şahsın kullanımına vermek”tir.

Zekât verirken “niyet” de çok önemlidir. Kişi, verdiği şeyin zekât olduğuna niyet edip öyle vermelidir. Bu niyeti, kalbinden geçirmesi yeterlidir. Ayrıca diliyle ifade etmesine gerek yoktur. İhtiyaç sahiplerine, zekât verilirken “Bu benim zekâtımdır.” demek gerekmediği gibi böyle bir şey muhatabı incitebileceği için söylenmemesi daha faziletli görülmüştür.

Yine zekâtın şartlarından biri olan “taharrî”ye de dikkat edilmeli, zekât verilen kişi veya müesseselerin bu zekâtı hak edip etmediğine, zekâtın yerinde kullanılıp kullanılmadığına âzami dikkat gösterilmelidir.

 

Zekât, kimlere verilmez?

Zekât; kişinin bakmakla yükümlü olduğu, anne-babaya, eş ve çocuklara verilmez. Usûl ve fürûa verilmez. Usûl, bir kimsenin anası, babası, dede ve nineleridir. Fürû ise, oğulları, kızları, bunların çocuk ve torunlarıdır. Kişinin boşanma iddeti bekleyen hanımı da bu kısma girer. Çünkü bir kimse, yoksul düştükleri zaman zaten bunlara bakmakla ve normal olarak nafakalarını sağlamakla mükelleftir. Kadın kocasına, koca da hanımına zekât veremez.

Zekâtı, usûl ve fürû dışında, buna ehil olan akrabalara vermek daha faziletlidir. Şöyle ki; önce muhtaç olan erkek ve kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına daha sonra da diğer yakınlara vermek tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendimiz, “Yoksullara verilen sadaka, bir sadakadır. Akrabalara verilen sadaka iki sadakadır. Biri sadaka, diğeri akrabaya iyilik...”[12]

Müslüman olmayanlara, inançsız kişilere ve dinden dönenlere zekât verilmez.

Zenginlere zekât verilmez. Temel ihtiyaçları dışında, nisap miktarı mala sahip olan kimseler zengin sayılır. Bunlar içinde -yukarıda sayılan- zekât memuru, Allah yolunda çalışanlar ve yolculuk esnasında muhtaç duruma düşenler hâriç zenginlere zekât düşmez. Zengin bir kimseye nâfile olarak sadaka verilebilir, ama zekât verilemez.

Peygamber Efendimiz’in âilesine (Hâşimoğulları soyundan gelenlerin hepsine) de zekât ve sadaka almak yasaklanmıştır. Çünkü zekâtlar, insanların mallarının kirleridir. Peygamber Efendimiz’in âilesine, “beytülmâl”deki (devlet hazinesindeki) ganimetlerin beşte birinden yetecek kadar harcama yapılır. Fakat daha sonraki dönemlerde bu ganimet hisseleri verilmediği için zekât ve sadaka verilebileceğini ifâde eden âlimler çıkmıştır.

Yedi yaşından küçüklere ve akıl hastalarına da zekât vermek câiz değildir. Onların zekâtı, velîlerine teslim edilir. Bayram ve benzeri günlerde muhtaç hizmetlilere, işçi ve temyiz yaşındaki (7 yaş üstündeki) çocuklara ya da müjdeli bir haber getiren fakir kimselere verilen hediyelerin, zekât niyetiyle verilmesi câizdir. Zengin babanın küçük çocuğuna da zekât düşmez.

Ölmüş bir kimsenin kefeni, zekât parasından karşılanamaz. Borçları da zekâtla ödenmez.

 

Daha geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Hamdi Döndüren’in Erkam Yayınları’ndan çıkan “İslam İlmihâli” ve “Ticaret ve İktisad İlmihâli” adlı eserleri; Mehmed Erkal “Zekât” Erkam Yayınları; A. Fikri Yavuz, “Açıklamalı ve Muâmelâtlı İslâm İlmihali” Çile Yayınları.

 

 

[1] Buhârî, Zekât, 1; Müslim İman, 32; Ebû Davud, Zekât, 1; Tirmizî, İman, 1; Nesâî, Zekât, 3.

[2] et-Tevbe, 60, 79.

[3] el-Kehf, 81; Meryem, 13.

[4] el-Enbiyâ, 72-73.

[5] Meryem, 55.

[6] el-A’raf, 156.

[7] el-Bakara, 43, 83, 110.

[8] et-Tevbe, 103.

[9] el-En’âm, 141.

[10] et-Tevbe, 34, 35.

[11] Bkz: Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihâli, sh: 601-602.

[12] Tirmizî, Zekât, 26; Nesâî, Zekât, 22; İbn-i Mâce, Zekât, 28.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle