Ibs Röportaj-3

Geçen sayımızda derneğinizin bu sene yapmış olduğu kurban faaliyetlerinden özellikle Güney Amerika ve Brezilya’dan bahsetmiştik. Bu sayımızda bizi hangi ülkeye veya hangi kıtaya misafir edeceksiniz?

  1. ÇİL: Bu sayıda da Kara Kıta’ya uzanalım. Bahtı da, insanı da, toprağı da kara olan kıtaya… Afrika’ya… Şaban Büyükdere bey, geçtiğimiz kurban bayramını Senegal ve Gine-Bissau’da geçirerek oradaki faaliyetlerimizi organize etmişti. Size bu ülkeler hakkında biraz daha teferruatlı bir bilgi verebilir.

 

Afrika ve Senegal ile ilgili siz neler söylemek istersiniz?

Ş. BÜYÜKDERE: IBS adına bu kurbanda Senegal’de hizmet etme imkanını bulduk. Hayat standartları oldukça düşük olan Senegal’de insanlar çoğunlukla çadırlarda yaşıyorlar. Sekiz-on metrelik büyükçe bir çadır… Bütün ev eşyaları, mutfağı, banyosu, yatağı hepsi o çadırda… Bu çadır, onları hem sıcaktan, hem çok nadir yağan yağmurdan, hem de haşerât ve sivrisineklerden koruyor. Ne  kadar koruyorsa!.. Çadırlarda kalabalık âileler olarak yaşıyorlar. Her âilenin çok sayıda çocuğu var. İhtiyaç diz boyu… Açlık, sefâlet, susuzluk…

 

Unutamadığınız bir hatıranız var mı? Bizimle paylaşır mısınız?

Ş. BÜYÜKDERE: Daha önceden belirlenen bölgelerde, kurbanlarımızı kesip, ihtiyaç sahiplerine dağıtırken o kadar açlık ve sıkıntı içinde bulunmalarına rağmen, insanlar çok müstağnî bir hâlde ve sabırla bekliyorlardı. Bazen kestiğimiz hayvanlar, daha önceden belirlediğimiz muhtaçların sayısına göre oluyor ve orada bekleşen kimselere yetişmiyordu. İşte yine böyle dağıtım günlerinin birinde, işimizi bitirip kalacağımız yere dönerken bir çocuk dikkatimi çekti. Bu çocuk, kesim yaptığımız bölgenin kenarında, mahcup gözlerle yerden dört adet paça aldı ve elindeki bu dört adet paçayla sevinç içerisinde evine koşmaya başladı. Şaşırmıştım. Biz, o paçaları toprağa gömmek üzere ayırmıştık. O paçaları ne yapacağını merak etmiştim. Durdurdum çocuğu… Bana, annesinin bunlarla kendilerine güzel bir ziyafet hazırlayacağını söyledi. Onun gibi bir çok insanın da çaresizlikten aynı şeyleri yaptığını anlayınca gözlerim dolmuştu. Yokluk, had safhada… Yiyebilecek ufacık bir şey olsun, yeter!..

Çocuğa biraz harçlık verdim. Âdeta havalara uçtu. Bir elinde paralar, bir elinde dört adet paça uçarcasına annesine gidiyordu.

Burada fazla bahsetmediğimiz Gine Bissau da aynı durumda. Oraya giden arkadaşımız Âdil Seyman da bizlere insanların sıkıntılardan bahsetti. Hepsi aynı durumda... Açlık, yokluk ve hastalık...

 

Senegal hakkında başka ne gibi bilgiler verebilirsiniz?

Ş. BÜYÜKDERE: Senegal, en koyu zencilerin bulunduğu yer. Ülkenin % 95’i Müslüman. Yardıma muhtaç çok insan var. Türkiye’yi de çok seviyorlar ve yakından ilgi duyuyorlar.

 

Afrika’da başka hangi bölgeye gittiniz?

  1. ŞAHİN: Bu büyük hizmet yarışında bize de Nijer düştü. Kurban kestiğimiz yer, Nijer’in başkenti Niami’den 700 kilometre içerlerdeydi. Yaklaşık 7-8 saatlik araba yolculuğuyla oraya ulaştık. Şâhit olduğumuz yoksulluk manzaraları gerçekten çok içler acısıydı.

İç bölgelerde yaşayan insanlar, büyük bir sıkıntı içerisinde... Kadınlar, devamlı başlarının üzerinde tencere türünden bir şey taşıyor; sabah evden çıkıp yağmur sularının biriktiği su göletlerine gidiyorlar. Buranın evlerine uzaklığı, 6-7 kilometre. Her gün içmek ve kullanmak üzere su bulabilmek için bu 6-7 kilometrelik yolu aşmak zorundalar. Susuz çöllerin, çilekeş insanları…

Onların bir damla suya ulaşmak için çektikleri çileleri görünce, ülkemizde heder ettiğimiz onca su aklımıza geliyor, yüzümüz kızarıyor, mahcub oluyoruz. Köylerinde hiçbir su kaynağı yok. Orada içme suyu, en ciddî problem!.. Açıktaki yağmur suyunu kullanıyorlar.

Havada devamlı müthiş bir toz bulutu var. İnsanın psikolojisini de etkiliyor. Güneş var, ama gökyüzünde sürekli bulunan toz bulutundan dolayı gözükmüyor.

 

Peki bu kuraklıkta ne bulup da yiyorlar?

  1. ŞAHİN: Yine kadınlar, ellerinde bir kap, sabahtan akşama kadar darıya benzer bir tahıl topluyorlar. Akşama kadar ne toplarlarsa, hep birlikte onu yiyorlar. Yani bir âilenin bütün geçimi bu... Toprak arasından topladıkları bu darılar… İnsanların, hayata dâir başka bir beklentisi de yok!.. Yarın şunu yaparım, ertesi gün bunu yaparım, diye… Yarını düşünmek gibi bir dertleri yok. Çünkü kimse yarına çıkabileceğine inanamıyor. O gün ne bulabilirlerse onunla iktifâ ediyorlar. Sadece günü kurtarmaya çalışıyorlar.

 

Hayvancılık var mı?

  1. ŞAHİN: İnsanların bile yiyecek bulamadığı bu yerlerde, var olan besi hayvanları da çok cılız... Birkaç keçi filân var. Şu manzara hep gözümün önünde:

Baktım, zayıf, zavallı bir keçi ot arıyor. Fakat hiçbir şey yok. Gitti, bir şey aldı ağzına... Bıraktı, öbür tarafa gitti. Düşünün. Hayvancağız bile orada yiyecek bir şey bulamıyorken, insan nasıl bulsun? Bunları anlatmak zor, gerçekten insanın görmesi, yaşaması gerekiyor.

Ayrıca ev diye bir şeyden bahsedebilmek çok güç. İki metre çapında ya çamurdan ya da kamış benzeri bir şeyden küp gibi bir şey yapıyorlar. Üstü dar ve açık. Bir de giriş kapısı var. Altta da tabiî tam yere oturmuyor. İnsanlar orada yaşıyor. Âilenin mutfağı, yattığı yer hepsi burası… Halk hakîkaten böyle bir sefâlet içerisinde yaşıyor.

Fakat hayret edilecek bir durumdur ki, bütün sıkıntılara rağmen oldukça kanaat sahibi insanlar… Son derece mütevekkil gönülleri var. Fakat kanaat sahibi de olsalar, yaşadıkları zor şartlar, onların yardıma muhtaç hâllerini ele veriyor.

 

Peki, halkın Türkiye’ye bakışı nasıl? Bilhassa yaptığınız çalışmalar, onlarda nasıl intibâlar bıraktı?

  1. ŞAHİN: Yaptığımız çalışmalar hakikaten çok takdir gördü ve görmeye devam ediyor. Çünkü Sahra Çölü’ne yakın yerlere kadar gittik. Yani normal şartlarda ulaşılmayan ve sıkıntıların en yoğun yaşandığı kesimlere ulaştık. Tabiî, bu da ayrı bir teveccühe vesile oldu.

Oradaki insanlar Türkiye hakkında pek çok şey biliyorlar. Türkiye’ye karşı geçmişten gelen çok derin bir şükran hisleri var, yaptığımız hizmetler de bu hisleri takviye etti.

 

Oralarda başka ne gibi faaliyetler yapmayı düşünüyorsunuz?

  1. ÇİL: IBS olarak bu bölgelerle daha fazla ilgilenmeyi düşünüyoruz. İnsanlarla daha sıcak temas sağlamayı, ihtiyaçlarını organizeli bir şekilde gidermeyi, uygun bölgelerde su kuyuları açmayı ve tıbbî yardımlar ulaştırmayı… Tabiî hepsi imkânlarımız nisbetinde…

Bazen 16 metreden, bazen elli metreden su çıkabiliyor. Ama buraların servetini sömüren Batılı devletler, buranın halkına en küçük, en basit insânî yardımı esirgemişler. Altınını, madenini, hayvanını, insanını almışlar, kullanmışlar; ama geride kalan insanlara hayatlarını sürecek kadar bile olsa altyapı ve imkân hazırlamamışlar. Bazı yerlerde koca şehirde bir tane hastane (!) var. Doktor yok, ilaç yok, hasta çok!.. Kirlilik, susuzluk ve açlıktan salgın hastalıklar bir köyü, bir bölgeyi kırıp geçiriyor. Müdahale eden yok. Göstermelik bazı yardımlar, bir kısım bölgelere ulaştırılıyor, onda da din istismarı, duygu istismarı yapılıyor. Misyonerler, çok cüzî ücretlerle insanları Hıristiyan yapmanın derdindeler. O yüzden bu kardeşlerimizi dâima hatırlamamız ve yardım eli uzatmamız lâzım. Şunu anladık ki, buralara sadece kurban bayramlarında hayvan ve et götürmek, dağıtmak yeterli değil!.. Büyük çaplı, organizeli ve insanları ihyâ edecek organizasyonlara ve yardım kuruluşlarına ihtiyaç var. Biz de gücümüz nisbetinde bu ağır yükün altına girmek niyetindeyiz. Allah kolaylık versin, yüzümüzü kara çıkarmasın.

 

Allah, gönlünüze göre hayırlı hizmetler nasip etsin.

  1. ÇİL: Âmîn. Allah, ganî gönüllü insanlarımızı ve onların imkânlarını çoğaltsın. Ayrıca Şebnem Dergisi’ndeki röportajları okuyarak derneğimizi arayan ve yardım gönderen kardeşlerimize de bu vesileyle bir kere daha teşekkür ediyorum.
PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle