Hatırla

Gönlümüzün muratçığı ne tepedir ne ırmaktır.

Âfiyetle huzur bulup râzılardan yazılmaktır.

 

Ne iyilik yaparsan yap, Rabbinin lûtfuyla yaparsın. Ne kadar şükredersen et, hakkıyla şükredebilmiş olmazsın. O hâlde, hiç değilse küçücük iyiliklerini gözünde büyütmeyerek ve her dâim haddini bilerek, koru kendini senden... Yaşattığı her şeyi hikmetle yaşatan Allah, isyana değil, şükrâna lâyıktır. Mâzîyi nefretle ve şikâyetle değil, ibretle, şükürle ve acı da olsa, tebessümle hatırla!

Satır sadıra, sadır hatıra, hatır hayâle, hayâl hâle işler. Bu zincir bir hakikatken “İbret olsun!” diyerek eğitim adına ahlâksızlıkları seyretmek ve seyrettirmek, ne ağır bir hamâkattir. Aman kendini kandırma! Bataklığa yaklaştıkça, batmaya yaklaşırsın, hatırla!

Hayatın yalnızca bakmaktan, konuşmaktan ve tüketmekten ibaret olmasın. Düşün, tasarla, üret. Güzelleştirmeye, özelleştirmeye çalışmak, ne kutlu gayret. Zihnini sadece uzaklarda olup bitenlerle değil, kendinle ve evinle de meşgul et. Kıymetini bil. Olmak, evi olmak, evi için yorulmak büyük nîmet… Bu arada, gönül evini de secdeyle huzura erdir ki, emrin altındakilerin gönülleri, senin vesîlenle huzura bürünsün. Helâlinden tertemiz bir sofrası, sıcacık ve emin bir yuvası olan herkes, muazzam bir lûtfun içindedir. Şükret! Şükretmeleri için evlâdını teşvîk et. Dünya da içindekiler de en çok buna muhtaç, hatırla!

“-Şan mı mühim, irfan mı?” diye sorarlarsa de ki:

“-Kim ki şânı için irfânını satar, âbâd olamaz!”

“-Nefis mi mühim, ihvân mı?” diye suâl ederlerse de ki:

“-Kim ki nefsi için ihvânını satar, o da âbâd olamaz! Âbâd olmayanda vefâ da olmaz.”

Vefâsızlıktan ve vefâsızlardan Allâh’a sığın. Dallarını tevâzuyla yere eğdikçe, köklerin ve özün Arş’a yükselir, hatırla!

Çok merak etmek de çok hayret etmek de dâvetiye gibidir. Fazlaca merak ve hayret ettiğin her neyse, kuvvetle muhtemel yola çıkar, kapına kadar gelir ve imtihanın olur. O hâlde, iyi şeylere alâka duy. Güzel şeylere hayret et. Bir seyahat esnasında, girişinde “Kapan var!” yazılı îkaz levhası bulunan yola nasıl ki girmiyorsun, yaşadığın sürece de hadîs-i şerîflerde “Allah lânet etmiştir!” ifâdesiyle yasaklanmış olan işlere öylece girme! En ağır îkazlar, en ağır kazalardan korunman içindir, hatırla!

“-Şu dünyadaki en korkunç varlık nedir?” diye sorulsa, cevâbım; “İnsan!” olur.

“-Şu dünyadaki en güzel varlık nedir?” diye sorulsa, cevabım yine, “İnsan!” olur.

İnsan, hayrın da şerrin de, bâtılın da hakkın da yurdudur. Şu söylediğimi iyi anla. Zaten anlamaya çalışmak, insana mahsus fıtrî bir fiildir. Peki ya, daha çok anlamak nedir? Söyleyeyim: Daha çok ağlamaya ve daha fazla yıpranmaya mukâbil, daha az gülebilmek, daha az sevinebilmek demektir. Canın yandıkça, anlayışın derinleşir, hatırla.

Emek vermek, ümitlenmektir. Emek vermek, nîmeti ve onunla beraber gelecek sevinci dâvet etmektir. Haftalarca bakımını yaptığın bitkinin dalında çiçek açacak olduğunda, sevinirsin. Peki, biri çıksa da o dalı hoyratça kıracak olsa, âniden asil ve kuvvetli bir savaşçı kesilmez misin? O hâlde, emek verdiği dalı müdâfaa için savaşmakta olanı yadırgama. Kimliği ve derdi ne olursa olsun, savaşçı, saygıdeğerdir. Lâkin bu husûsî vasfı, Allah rızâsına uygun, temiz ve faydalı işler için kullanıyor olmak gerekir, hatırla.

Oflayıp durma! Sağa-sola bakıp kaderine küsme! Bir baş soğan bul, kökünü bir avuç toprakla buluştur, her gün azar azar su ver ve bekle. İnşâallah gönül bahçende îmânın, sevincin ve ümîdin yeşerir, soğan yeşillendikçe... Dediğimi yap. Üretmeye, çalışmaya geldi mi, “Şu dünyada bir avuç toprağım bile yok!” deyip nankörlük ediyorsun da tembelliğe, kaytarmaya geldi mi yatacak onca çamuru nereden buluyorsun? Toprağı olmayanın çamuru da olamaz, hatırla.

Ne çalışıyorsun, ne risk alıyorsun, ne elini taşın altına koyuyorsun! Yoksa sen de yattığı yerden “Âferin!” bekleyen kalabalığa mı karışmak istiyorsun? Mükâfat bekleyenlerin çokluğuna mukâbil, mükâfatı hak edecek seviyede gayret gösterenlerin nasıl da az olduğunu artık gör. Nefsini gör de kuru kalabalıkta kaybolmak yerine, şaşırtan güzellikte bir istisnâ olmak gerektiğini hatırla.

Sonra, en müstesnâ insan da olsan, aslında insanlar arasından bir insan olduğunu unutma. De ki:

“-Herkes gibiyiz. Kederimiz de var, sevincimiz de. Zaferimiz de var, mağlûbiyetimiz de. Kuvvetimiz de var, aczimiz de. Derdimiz de var, âfiyetimiz de…”

En mühimi, çok şükür Rabbimiz var. Bunalınca da ferahlayınca da -mekândan münezzeh olarak- O var her yerde, hatırla.

Hani çocuktun. Dünyada bunca oyun döndüğünü, koca koca adamların oyuncak kavgası ederken birbirini öldürdüğünü, kimilerinin, içlerindeki şeytanı maskelemek için güldüğünü bilmiyordun. Meğer “Bilmemenin muhteşem güzelliği” imiş yaşadığın... Şimdi o mâsum günleri özlesen ne çâre?! Uçtu gitti tayyâre... Yine de… Hiç ölmeyecekmiş gibi caka satan, küçük dağları ben yarattım edâsıyla dolanan, hırsları sebebiyle dünyayı cehenneme çeviren kovboylara ve muâdillerine ibretle bak da sonunda herkesin toprak olacağını, bir daha hatırla.

Herkes ara sıra morale ve yaptıklarının işe yaradığını duymaya muhtaç. Herkes kendince haklı, bilgili, düşünceli, iyi niyetli… Herkesin kalbi kendince temiz, herkesin hayatı kendi çapında roman… Öyleyse kimseye karşı, dengesi kaçmış bir sevgiyle doldurma kalbini... Çünkü dengesiz sevgi, methedeceğim derken şişirip balon eder, müdâfaa edeceğim derken de sevdiğine düşman bildiği herkese küfreder. Ayarsız sevgi belâdır, hatırla.

Çoğu insanın ömrü, bir başkasını suçlamakla ve “Seni gidi seni!” demekle geçiyor. Şu hayat okulunda sen de bencileyin talebeysen, birini birine şikâyet etmenin iyi bir şey olmadığını da bilirsen, yine de hayat bu ya, ille de şikâyetçi olman gerekirse, git hocana, kendini şikâyet et ve de ki:

“-Suç bende! Beni gidi beni!”

Zaten seninse, hak gelip kendiliğinden adresini bulur kardeşim! Sen işin o tarafını hiç dert etme. Üzerine düşen kısmın hakkını vermek için, haklının yanında dur ve hak yeme!.. Kötü olan, şu veya bu olmak değil, taşıdığı vasıfla şeytana hizmet etmek, Allâh’ın mükemmel sınırlarını çiğnemek, hak dururken bâtıla, hayır dururken şerre, helâl dururken harama rağbet etmektir. Lâzımdır! Sap da lâzımdır, saman da lâzımdır; lâkin en çok, sapla samanı ayıracak iz’an lâzımdır, hatırla!

Sevincini mânâsız çığlıklar atarak sağa-sola saçma ki, ham kalmasın. Vakûr bir tebessümle kalbinde biriktir de pişip şükre dönüşsün. Kederini mânâsız feryatlar ederek sağa-sola savurma ki ziyân olmasın! Vakûr bir hüzünle kalbinde biriktir de pişip fakra dönüşsün. Gönlümüzün muratçığı ne tepedir ne ırmaktır. Âfiyetle huzur bulup râzılardan yazılmaktır. Öyleyse, sevinçte de kederde de tekrar tekrar, Allâh’a kul olduğunu hatırla!

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle