Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Cenâb-ı Hak, el-Mücâdele Sûresi’nin son âyetinde şöyle buyuruyor:

“Allâh’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allâh’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, îman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allâh’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allâh’ın tarafında olanlardır.” (el-Mücâdele, 22)

Âyet-i kerîme, çok net ölçüler koyuyor önümüze… Bütün insanlık, âdeta ortadan ikiye ayrılıyor: Allâh’a, Rasûlü’ne ve âhiret gününe îman edenler ve etmeyenler şeklinde… Îman, nasıl mü’minleri birbirine yaklaştırıyor ve kardeş kılıyorsa, küfür de îman ile o kadar zıt ve insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Mü’min, îmanı hazmettikçe, îmana zıt her şeyden ve herkesten kademe kademe uzaklaşıyor, uzaklaşmalı da… Hatta beşerî münasebetler ve zarurî irtibatlar hâriç, insanın dünyada en yakın akrabaları bile îman-küfür çizgisinde yeniden netleşmeli...

Elbette bütün gayr-i müslimler, aynı derecede bizden uzak değil. Onların içinde îmana daha yakın kimseler olduğu gibi, mü’minlere gayzından parmaklarını ısıracak kadar düşman olanlar da var. O hâlde herkese hak ettiğini vermek gerekiyor. Ne eksik, ne fazla…

Bu elbette bir gönül kıvâmı… Allah, îman eden kullarından sözlerine ve Allâh’a verdikleri ahidlerine sadakat bekliyor ve mukabilinde, âyet-i kerimede sayılan mükâfâtları haber veriyor: Allâh’ın yardım ve desteği, ebedî cennet yurdu, Allâh’ın rızâsı, O’nun tarafında olmak ve kurtuluşa ermek… Bir mü’min, başka ne isteyebilir ki…

O hâlde îmanın iki veçhesi var: Mü’minlere karşı, şefkat, merhamet, muhabbet ve gönlünü açmak; gayr-i müslimlere karşı da mesafe, vakar, gerektiğinde nefret ve şiddet göstermek… Bugün biz bu iki kanadımızı eşit miktarda açamadığımız için bir türlü yükselip uçamıyoruz; hep bir tarafımız bizi yere düşürüyor.

Çanakkale savaşı gibi, îman ve küfrün karşı karşıya geldiği, canhıraş bir şekilde göğüs göğse çarpıştığı şanlı bir tarihî hâdisenin bize öğrettiği pek çok şey var. Biz zaafa uğradığımızda, birbirimize düştüğümüzde, dünyaya daldığımızda sahip olduğumuz her şeyi kaybediyoruz. O yüzden güçlü olmak, tefrikadan uzak durmak, bir ve beraberce düşmanın karşısına dikilmek ve sadece Allâh’a îman ve tevekkül ederek O’nun vaadine güvenmek mecburiyetindeyiz. Bu îmana uygun bir gayret neticesinde olan kulunu/kullarını, Allah Teâlâ hiç yalnız bırakmamış. Onları nusretiyle, tevfiki, lütfu ve rızasıyla hep mükâfatlandırmış.

Muhterem Okuyucularımız;

Geçtiğimiz ay dergiyi baskıya verdiğimiz günlerden itibaren ülkemizi sarsan ciddi imtihanlarla karşılaştık: 24 Ocak 2020 Cuma akşamı, Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6,8 şiddetinde bir deprem oldu. 41 kişi vefat etti, 1607 kişi yaralandı. Devletimiz ve halkımız, kısa sürede yaraları sardı, ancak depremin her an yanı başımızda olduğunu bir kere daha yakînen gördük.

Çok geçmedi ki, Suriye halkına yardım için İdlib civarında bulunan Mehmetçiklerimize peşpeşe hâin saldırılar yapıldı. 3 Şubat’ta 8, 10 Şubat’ta da 5 askerimiz şehit oldu. Yine 4-5 Şubat tarihlerinde Van Bahçesaray’da birbiri ardınca meydana gelen çığ felâketinde 41 canımızı, âhiret yolculuğuna uğurladık. Bizi nispeten rahatlatan şey ise, insanlara yardım etmek üzere çalışan kardeşlerimizin, bu güzel niyetleri eşliğinde ölümle buluşmaları… Rabbimiz, niyetlerini kabul etsin. Kendilerini rızası ve cennetiyle mükâfatlandırsın. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle