Hamileliğiniz Kaygı İle Değil, Sükunet İçinde Geçsin

Değerli ebemiz Reyhan Atılgan Hanımefendi ile birlikte hâmilelik süresince oluşabilen kaygıları inceleyerek bu önemli sürecin nasıl yaşanması gerektiğine dair keyifli bir sohbette bulunduk. Kıymetli bilgi ve tecrübelerini aktardığı bu keyifli sohbeti, sizlere sunmaktan ayrı bir mutluluk duyuyoruz.

 

Reyhan Atılgan kimdir, diye soracak olursak?

1979 yılında İstanbul’da doğdum. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik mezunuyum. 5 seneye yakın Kandıra’nın Bağırganlı köyünde Sağlık evi ebeliği yaptım. Daha sonra özel hastahânelerin doğumhânelerinde çalıştım. Ama tabiî yöntemleri tercih ettiği için bir süre sonra hastahâne ortamlarından ayrıldım. Şimdi “Kaygılardan arınmış doğum süreci ve Doğal gebelik” gibi konularda seminerler veriyorum. Hâmile takibi yapıyor ve evlerinde doğum süreçlerini izleyerek, hâmilelere sancı dönemleri boyunca eşlik etmeye çalışıyorum.

 

Hâmilelik süresince anne adaylarında ne gibi kaygılar oluşabiliyor?

Hamileliğin ve doğum süreci yaklaşmış olanların pek çok konuda endişe duyabildiklerini görüyoruz. Bebeğin sağlık durumu ve gelişimi ile ilgili kaygılar olabildiği gibi doğumla ilgili yanlış bilgilenmeden dolayı doğum kaygısı ya da korkusu da görülebiliyor. Ayrıca gelişen teknolojinin meydana getirdiği kaygılar da cabası...

 

Bu kaygıların oluşmasında ne gibi faktörler rol oynayabiliyor?

Tabiî, pek çok sebep var. Başta teknolojinin gereksiz kullanımını sayabiliriz. Birinci sebep, ayrıntılı usg 40 yaşını dolduran ve âilesinde sakatlık öyküsü olanlara uygulanması gerekiyor. Şimdi bakıyorum böyle endikasyonlar olmadığı hâlde, neredeyse her kadın, ayrıntılı usg istiyor. Bu da gereksiz endişelere sebep oluyor.

İkinci sebep: Duyulan ve dinlenen doğum hikâyeleri.. Bu hikâyeler, zor doğum yapanların ya da doğumunu abartanların hikâyeleri… Hâlbuki zor doğumlar, normal doğumların sadece % 2-3’ünü oluşturuyor.

Üçüncü büyük sebep; doğum sırasındaki gereksiz müdâhaleler... Genelde bu müdâhalelerin sebebi de acelecilik... Hadi, çabuk olsun, sunî sancı verelim. Aman bebek doğamıyor, karın baskısı yapalım gibi… Hâlbuki doğum, sükûnet sever. Sabırla beklemeyi ister. Tabiî seyri bozmamalısınız. Şuurlu bir kadın, gereksiz müdâhaleleri önlemek için, hastahâneye erkenden gitmez.

Dördüncü sebep; muâyeneler… Son muâyenelerin doğum masasında yapılması, gebenin kendini daha çok sıkmasına da sebep oluyor. Bir de muâyene ederken, kendini hazır hissettiğinde bize söylemesi gerekiyor. Derin ve yavaş nefes almasını da söyleriz. Gevşediğinde muayene etmek lâzım… Çok özel bir muâyene şekli... Çok naif davranmalısınız. Yani kaygıların oluşmasında doğum görevlilerinin de tesiri büyük, maalesef…

 

Anne adayı, kaygılı bir rûh hâli içerisindeyse bu durum doğuma nasıl yansıyabilir?

Rahat kişilerin daha rahat doğum yaptıklarını görüyoruz. Rahmi kasan hormon olan oksitosine; gerginlik, hiç de iyi gelmiyor. Tevekkül, en güzel ilaç… Doğum yapacak kimsenin, özellikle son bir hafta içinde, yük olarak algıladığı şeylerin sorumluluğunu, bir başkasına devretmesi faydalı olabilir. Ayrıca doğru ve yavaş nefes almayı öğrenmiş fertlerin de doğum süreci çok sâkin geçiyor.

 

Normal doğumdan korkan bazı hanımlar hemen sezaryene yönelebiliyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Sezaryen bir çözüm değil!.. Bir ameliyat… Hem de alt batının açıldığı, kat kat kesiklerin olduğu bir ameliyat… Aslında sezaryenin bir doğum şekli olmadığını kavramak, normal doğumları artırabilir. Bir bakıyorsunuz, çocuğunuz kucağınızda, ama siz hâlâ sersem gibisiniz. Canlı ve capcanlı ânlar, donuk bir âna bürünüyor, bir anda... Normal doğum, vücudun yutmak gibi bir fonksiyonu olduğundan, bir kadına da o ıkınma hissi gelir ve doğuruverir. Hattâ belki, gereksiz kaygılarla kafasını doldurmadığından, daha kolay bile doğurabilir.

Doğum korkuları, en güzel doğuma hazırlık eğitimleriyle giderilebiliyor. Tabiî, bazen bu bile yeterli olmuyor. Çünkü şehir insanı için, bu bir şehir efsanesi âdeta... Günlük, hayatın sıradan bir parçası olmaktan çıktı. Eskiden, belki bir 30-40 sene evvel, 15 yaşında bir kız, annesinin doğumunda bulunuyor, ebeye yardım ediyordu. Anadolu’nun köylerinde hâlâ görebileceğimiz bir tablo bu...

İnsan, bilmediğinden korkuyor işte… Eğer çok önemli bir sebep yoksa normal doğumdan korkup sezaryene yönlenmek, yağmurdan kaçıp doluya tutulmak gibi bir şey…

 

Bir bebek fikri akla düşer düşmez, eşler bazı konularda kaygılar yaşayabiliyor. Bunların bazıları normal, hattâ anne ve bebeğin bakımı için gerekli olan kaygılar iken bazıları ise hayatı bir kaosa dönüştürebiliyor. Peki, sizce ne tür kaygılara normal gözüyle bakabiliriz, hangilerinde aşırılık bulabiliriz?

Kaygı ya da korku hissinin, insanoğluna ne için verildiğine bakmamız yeterli... Eğer bu kaygı, bizi bir kâbusun kollarına atıyorsa, aşırı ve zararlı… Bebeğimizi düşünmek, bir yere kadar onun için kaygılanmak çok tabiî; ama bu, günlük hayatımıza tesir ediyor, rüyalarımıza giriyorsa, bir yerde dur demek lâzım!.. Hâmilelik ve doğumla ilgili diğer kaygılar da hâkezâ... Tevekkül, bütün bunların ilacıdır diye düşünüyorum.

 

Anne adaylarının bazı endişeleri ortakken bazıları ise değişebiliyor. Burada doğumun ve edinilen bilgilerin nasıl yorumlandığının da tesiri olduğunu düşünebilir miyiz?

Tabiî ki ilgili… Kimine göre “doğum, ölümle eşdeğer”ken, kimine göre “hayatta yaşanabilecek, eşsiz bir güzellik”… Hatta sancıların, onu bebeğine yaklaştırdığını düşünen ve kendine olumlu telkinler yapan bir anne:

“-Acaba ben mazoşist (acı çekmekten zevk alan birisi) miyim; bu sancılar, neden bana mutluluk veriyor?” demişti.

Hâlbuki o, annelik hisleri ile bunu yaşıyordu. Emîn olun, Yaratan size annelik vazifesini yüklemişse, doğurma özelliğini de vermiştir. Şuurlanma çok önemli!.. Hâdiselere bakışta en çok doğru bilgilenme ve tevekkülün olumlu tesirini gördüm.

 

Bazı anne adayları ise, doğum sürecinin dışında, doğumun dolaylı olarak getirdiklerinden de endişelenebiliyor. Meselâ evliliklerinin değişebileceğinden, kilolarından, bedeninin bozulmasından, kariyerinden vs. gibi... Bu tür endişeler de doğuma yansıyabilir mi?

Her türlü endişe doğuma yansır. Aslında genel olarak endişe, beynin arka lobundan salgılanan oksitosine baskı yaptığı için, doğumun başlamasını durdurabilir ya da doğum sürecinin sonuna gelirken bile, doğumu tamamen durdurabilir. Tabiî özellikle hâmileliğin son dönemlerindeki endişeler, doğuma fazlasıyla tesir eder. Daha öncekiler ise, düşüğe, erken doğuma sebep olabilir. Hani duymuşuzdur, deprem gibi felaketlerde kişilerin düşük yaptığını…

Şimdi gelelim, iş ve evlilik hayatındaki endişelere... Burada önceliklerimizi belirlemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çok yorucu bir işi olduğu hâlde hâmileliğinin neredeyse sonuna kadar çalışan gebeler var. Bir de bebek doğduktan sonra, toparlanır toparlamaz işine devam edenler... Hâlbuki toparladığını düşünse de emziriyorsa, daha zamana ihtiyacı var demektir. Tabiî iş hayatına verilen aralar, kariyere tesir eder; fakat karnımızdaki çocuk ve doğurduğumuz çocuk, her şeyden önemli olmalı, değil mi?! Part-time bir iş veya evde yapılabilen bir iş hâmileye de, anneye de iyi gelebilir.

Gebelikte oluşan çatlaklara kafasını takan kimselerin eşleri, bunu söylediklerinde kadın daha fazla kafasına takar. Eşler, olgun olmalı... Kilo alımı için de aynı şey geçerli... Eşler anlayışlı olmalı… “Seni bu hâlinle de çok seviyorum, bir tanem!..” diyebilmeli... Bir de bazı kadınlar, sırf bu yüzden aşırı bir diyete giriyor. Yazık değil mi, o bebeğe.... Bir bebek sahibi olmanın mutlaka bedeli olacaktır. Hayatımızda kazandığımız kazançların hepsinin birer bedeli yok mu?!

 

Kaygılar anne karnındaki bebeğe de olumsuz tesir ediyor mu? Bebeğin karakter ve kişilik oluşumunda bunun bir tesiri oluyor mu? Sükûnet ve huzur içerisinde geçirilen hâmilelikteki bebek ile binbir endişe içinde geçirilen hâmilelikteki bebek arasında fark var mıdır?

Şunu biliyoruz ki, bebekler daha anne karnında iken bizi duyuyor. Dördüncü aydan itibaren, ince sesleri algılayabiliyorlar. Bununla ilgili yapılan son araştırmada, anne karnındaki bebeklere “ta ta” hecelerini dinletiyorlar. Tabiî, bir de dinletmedikleri, kontrol grubu var. Belli bir zaman sonra yine aynı sesleri dinletiyorlar. Anne karnına yerleştirdikleri eeg sensörü ile beyin dalgalarını izliyorlar. Ses sırasında dalgalarda değişim gözlüyorlar. Daha önce “ta ta” sesini dinletmedikleri bebeklerin beyin dalgasında ise, değişim olmuyor.

Sâkin bir anne düşünelim. Kalp atımları da yavaş olacaktır. Bebek, bu yavaş ritimden çok hoşlanır. Bu tecrübeye en güzel örnek, ağlayan bir bebeği annesinin kucağına verdiğimizde, o sâkinleşmeyen bebek sâkinleşiverir. Anne karnındaki bebekler de ses tonumuzdan stresli veya gevşemiş olduğumuzu ayırt edebilirler. Huzurlu bir annenin salgıladığı hormonlar, bebeklerimizde de gevşeme tesiri oluşturur. Mutlu annelerin bebekleri, bunu hisseder. Sürekli gergin annelerin bebekleri ise, sürekli salgılanan stres hormonları sebebiyle kendilerini güvensiz bir ortamda hissederler. Daha anne karnında iken, yavrularımıza güvensiz bir ortam oluşturmaya hakkımız var mı?

Anne karnındaki bir bebeğin en çok duydukları ses, annenin kalp atışlarıdır. Bebekler bir şekilde normal, sağlıklı ve mutlu olan kalp atışlarını ayırt ederler. Yine bir araştırmada, sâkin bir annenin kalp sesini bebek odasındaki bebeklere dinletiyorlar. Bebekler daha fazla kilo alıyor, daha düzenli soluk alıyor, daha az ağlıyor ve daha az hasta oluyorlar. Onlar bize verilmiş bir emanet olduğuna göre, ufak şeyleri kafamızda büyüttüğümüzde, bundan en çok yavrumuz etkilenecek demek ki!..

Hâmile iken ruh hâlimizin ya da kaygılarımızın bebeğin kişiliğine tesiri ile ilgili ise maalesef yeterli araştırma bulunmamaktadır. Himâyemize verilmiş bu emanete, gözümüzün içi gibi bakmalı değil miyiz? Öfke kontrolü ya da rûhî sıkıntılardan korunmak, bu noktada önem kazanıyor. Aslında o kadar da zor değil!.. Hâmileyken, gereksiz testlerle endişelerimizi artırmayalım. Ultrasonda olumsuz bir sonuç yoksa, gereksiz yere ayrıntılı ultrasona girmeyelim.

Rabbimizden her zaman sağlıklı bir çocuk istiyoruz dualarımızda tabiî; ama sakat bir bebek de verse, onu aldırmak gibi bir lüksümüz olmamalı… O da ilâhî bir takdirdir ve Yaratan’ın ilmi dışında değildir. Âhiret inancı, burada da imdadımıza yetişiyor, hamdolsun.

İşte bebeklerimiz üzerinde tesirimiz bu kadar büyük... İrade sahibi canlılar olduğumuza göre, bebeğimizi dış tesirlerden korumak mümkün… Zaten geleceği inşâ edecek olanlar da şuur sahibi anneler… Allah, annelerimize şuur, basiret, huzur ve sâkinlik versin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle