Fikr-İ Zeyrek

Bütün pencereleri açın, ruhumuz nefes alsın. Neden her mevsimin tadını çıkarmayalım ki? Bizi bunu yapmaktan men eden, kaybetme korkumuzdur. O kadar çok şeyin sahibi olunca, korkmayı öğrendik; oysa sahip olduklarımızdan vazgeçebilme becerisi kazanabilmektir kulluk...

Düşünebilmenin, görebilmenin, başka bir nazarla bakabilmenin adıdır, aynı zamanda... Enfüste ve âfâkta olana, gizlenene ve âşikâr olana, göründüğü hâlde gerçek olmayana ve gerçek olduğu hâlde görülemeyene karşı fikrimizi diri tutmanın çabasıdır.

Hayallere kanat takıp uçurmanın, fikre ufuklar açmanın, mücadelelerle dolu şu âleme dünya semâsının çok uzağından bakabilmenin adıdır, kulluk…

İnsanı kul kılan da onun fikredebilme özelliğidir. Allah Teâlâ, diğer varlıklar arasından onu; aklıyla düşünebilmesi, gönlüyle melekût âlemini hissedebilmesi ile mümtaz kılmıştır.

Şu âleme, Allâh’ın kulu olma şuuruyla bakabildiğimiz anda; zerreden kürreye, semâdan arza kadar nice tablolar serilir gözlerimizin önüne… Belki bakmaktan yorulur da şu nazarlarımız, yine de sonunu getiremeyiz hayretlerimizin…

Suya bakarız ve ondaki biri yakıcı diğeri ise yanıcı olan iki gazın bir araya gelip nasıl hayat verdiğine, yine nasıl olup da nice yangınları söndürebildiğine hayret ederiz.

İnsan denilen muammâya, kâinât denilen harikulade düzene ve milim şaşmadan satır satır işleyen bütün âleme tefekkür dolu nazarlarla baktığımızda; yerdeki ufacık karıncadan kocaman gezegenlere kadar yaratılmış olan her varlıktaki sistematiğe hayran oluruz. Âyette belirtildiği üzere; “en ufak bir başıboşluk” ya da “düzensizlik” görmeden gözlerimiz yorgun olarak bize geri döner.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatına baktığımızda; O’nun kalbindeki hissiyâtı, aklı ile birleştirdiğini görebiliriz. Mekkelilerin iç karartıcı hâllerinden bunaldığı vakit, bir kuytu mağaranın sessizliğine sığınmış, orada derin düşüncelere dalmıştır. “Oku!” emrinin ilk muhatabı olarak gönül ve akıl gözüyle okumuştur âlemi... Günlerce tefekküre dalmış; ufkunun genişliği ile sığındığı mağaranın darlığını arasından mübârek bir peygamber çıkmıştır. Geniş olanın dar olana mukavemeti ile ufacık olan bu yerde, âlemleri müşahade etmiştir Kutlu Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-... Hira’nın duvarlarını farklı kılan da taşlarına kazınmış bu tefekkürün izleridir.

Sadece Hira ile sınırlı kalmamıştır tefekkürü… Bazen omuzlarına yüklendiği yükün ağırlığıyla sabaha kadar uyumamıştır. Yine böyle gecelerden bir gecenin sabahında, iki kişi Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’yı ziyaret etmişlerdi. Onlardan biri:

“-Allah Rasûlü’nde gördüğün en hayret verici hâllerden birini bize anlatır mısın?” deyince, o rakik kalpli mü’minlerin annesi:

“-Rasûlallah’ın her hâli bir diğerinden daha çok hayret uyandırıcıdır. Ancak bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar, sakallarını ve secdedeki yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hazret-i Bilâl:

“-Yâ Rasûlallah! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

“Bu gece Yüce Allah bir âyet indirdi ve beni bu âyet ağlatmaktadır.” dedi ve o âyet-i kerimeyi okudu: «Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette akl-ı selîm sahipleri için ibret verici deliller vardır.» (Âl-i İmrân, 3/190)”

Ondan sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Bu âyeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun!” buyurdu.

Bu hadîs-i şerîf ve âyet-i kerîme, bize doğru düşünmenin kapılarını aralar: Allâh’ın sanat, kudret ve ilmi üzerinde tefekkür etmek… Rûh, îman lezzetini ve hayat iksirini, tefekkürden alır. İnsan aklı, kullanıldıkça gelişir, serpilir. Âtıl kaldıkça körelir ve zayıflar. Tefekkür, aklın kıvılcımlar saçacak şekilde parlamasıdır.

Her hâlde tefekkürü azık edinmek büyük bir nimettir. Olup bitenlere tefekkür gözüyle bakan kimseler, bir duvarın yıkılışından bile ders çıkarır. Allah dostlarından Behlül Dânâ Hazretleri, yoldan geçerken tam yanı başında bir duvarın yıkılıverdiğini görür. Bir ânda yüzünde güller açar. Sorarlar:

“-Bir vîrâne duvar yıkıldı diye, nedir bu sevinç?!”

“-Duvar, meyilli olduğu tarafa doğru yıkıldı.” der. Sonra da nükteyi anlamayanlar için bir daha izah eder:

“-Madem dünyadaki herşey, nihayetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk’a doğrudur, o halde bende ölünce Hakk’a varırım.”

O hâlde biz de bütün meylimizi Hak’tan yana yöneltelim. O’nun yoluna baş koyalım. Aklımızla, gönlümüzle O’na dönelim. Belki kapı kapı dolanıp bir şeyler dilenenler, çoğu kapıdan eli boş dönebilir. Ama Hakk’ın kapısına yönelen hiç kimse, oradan eli boş dönmemiştir.

 Tevekkül atına bindikten sonra tefekkürle âlemleri seyredip tebessümle Hakk’a varabilmemiz niyazı ile...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle