Yâ Hafîzu Yâ Kebîkeç

kitapyurdu.com’un güzel bir hediyesi geçti elime, ayraç. Ayraçta yer alan “Yâ Kebîkeç” isimli duâ, hattat Fuat Başer tarafından özel olarak kitapyurdu.com için yazılmış. Ayraçta yazılanları okuyunca, geleneğimizi yeniden gündeme getiren kitapyurdu.com’a şükranlarımı sunmayı bir borç bildim. İşte ayraca mânâ katan o cümleler:

“Birçok el yazması eserin kapağında ya da ilk sayfasında rastladığımız «Yâ Kebîkeç» ifadesi, kitapların böceklerden, güvelerden korunması maksadıyla yazılmış bir nevî «Kitap Tılsımı» olarak meşhurdur. Çünkü Kebîkeç, kitaplar kurtlanmasın, böcekler, güveler kemirmesin diye, kitabın kapağına kondurulan bir çeşit efsundu. Tılsımlı olduğuna inanılan bu ismin, kitapları her türlü haşerattan koruyan efsane bir canlı olduğuna inanılsa da aslında Kebîkeç, kitap kurtlarının şâhı olarak biliniyor.

Kitaplara «Yâ Kebîkeç» yazılması bir nevî «Ey kurtçuk! Bu kitap sana ait değil. Başkasının malına zarar verme!» îkazıdır. Tabiî, kitap kurtlarının, efendilerinin ismini kitabın üzerinde görünce «Bu kitap efendimizin himâyesinde!» diyerek yaklaşamayacağı düşünülmüştür.”

Matbaanın henüz keşfedilmediği ve bütün kitapların el emeği ile yazıldığı bir dönemde kitapları yazarak çoğaltmak kadar bir kitabı yılların yıpratıcı tesirine karşı muhafaza etmek de ayrıca bir öneme sahipti. Bu yüzdendir ki, insanlar elyazmalarını koruyabilmek için kitapların başına, onları kitap kurtlarından korusun diye; bir tılsım, bir koruyucu gibi düşündükleri “Yâ Kebîkeç” yazar ve bu yazının kitabı koruyacağına inanırlardı. Osmanlı’da yazarlar, kitaplarının ilk sayfasına “Yâ Hafîz, Yâ Kebîkeç” kelimelerini yazarak, haşerattan eseri muhafaza etmeye çalışırlarmış.

Rivayete göre, “hafîz” kelimesiyle birlikte yazılan Kebîkeç, kitapları haşerattan koruyan melektir. Zararlı böcekler ve kitap kurtları, Kebîkeç’ten izinsiz iş yapmazlarmış.

Hakikaten bu kelimenin yazılı olduğu kitaplara, ağaç kurtları ve güvelerin ilişemediği görülürmüş. Hattâ Kebîkeç ile alâkalı şöyle bir menkıbe anlatılır:

Kitabını tamamlayan bir muharrir, bu ibâreyi îtinayla eserine yazmış. Fakat kitabın başına değil de sonuna yazmış. Gel zaman, git zaman bir tahta kurdu bu kitaba dadanmış, başlamış kemirmeye. Son sayfaya kadar esaslı bir ziyafet çekmiş kendine… En son sayfaya gelince bir de bakmış ki “Yâ Kebîkeç” yazıyor. Tabiî kitap kurdu, bunu görünce korkuyla nasıl kaçtığını bilememiş oradan… Kebîkeç’i kitabın başına yazmayı akıl edemeyen zât da elinde tek yaprakla kalakalmış.

Farklı bölgelerde farklı isimlerle anılan Kebîkeç, Kuzey Afrika’da “Kabikah, Kabikanc, Kaykatac, Akikanc”, Endonezya’da “Yâ Kih” isimleriyle anılırmış. İsmi ne olursa olsun, büyük zahmet ve sabırla çok uzun sürelerde yazılan el yazması eserlerin, haşerat tarafından yenmemesi için dâimâ Kebîkeç’ten meded umulmuştur.

Kebîkeç, bazı Arapça ve Osmanlıca kaynaklarda da “sürüngen ve böceklere hükmeden melek ya da cin” şeklinde târif edilmiştir. Kebîkeç’e “Hüdhüd Kuşu” diyenler de olmuş, hattâ bu kuşun tüylerinin, kitap sayfalarının arasına konmasıyla, güve, kitap kurdu gibi haşerâtın kitaba yaklaşamayacağı ifade edilmiştir.

Her şeyden önce, Kebîkeç’in ne olduğu sorusunu cevaplandırmak gerekmektedir. Gerçekten bir bitki midir, müvekkel (vazifeli) bir melek mi, cin mi, yoksa Hint mitolojisinden gelen bir varlık mı? Bu noktada, el yazması eserlerle sürekli içli dışlı olan ve alanında uzman sayılabilecek bir isim, Süleymaniye Kütüphanesi müdür yardımcılığı yapan Emir Eş şunları kaydeder:

“-Bugüne kadar yaklaşık 50.000 cilt eser içinde, zaman zaman Kebîkeç lafzına bazen de kitabın içine konulmuş ve kurumuş çiçek parçalarına rastladım. İlk sayfasında genellikle Kebîkeç yazan kitaplarda kurt yeniği olmadığı; olanlarda da kurt yeniği görülmesi üzerine birilerinin sonradan bu kelimeyi oraya eklediği neticesine vardım.”

Kebîkeç konusunda mistik ya da mitolojik anlamda iki tez ortaya çıkmaktadır: Birincisi, Adam Gacek’in bir yazısında[1] bahsedildiği gibi, Hint mitolojisinde, böceklerden sorumlu ve yine böcek sûretinde bir melek bulunmaktadır. Bu melek bütün böceklerin kralıdır ve onlara hâkimdir. Buna benzer bir inanış, İslâm Dîni’nde de mevcuttur. Şöyle ki, Allah, yarattığı her mahlûk için bir melek vazifelendirmektedir. Bunlara “Müvekkel (Nezâretçi) Melek” denir. Dünyada canlı-cansız her mahlûk için müvekkel bir melek vardır. Hattâ her yağmur damlasını bir meleğin indirdiğini haber veren bir hadîs-i şerîf de mevcuttur.

Konuyla ilgili olarak, yine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan nakledilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Cibrîl -aleyhisselâm- bana seslendi ve: «Allah, kavminin Sana neler söylediğini, Seni nasıl reddettiğini işitti. Sana dağlar meleğini gönderdi, tâ ki kavmin hakkında dilediğini emredesin!» dedi. Bunun üzerine dağlara müvekkel melek bana seslenip selâm verdikten sonra şöyle dedi : «Ey Muhammed (s.a.v.), Allah Teâlâ Hazretleri, kavminin Sana söylediği sözü işitti. Ben dağlar meleğiyim. Allah beni Sana dilediğini emretmen için gönderdi. Öyleyse haydi ne dilersen dile!»[2]

Netice olarak, Kebîkeç kelimesinin, kitap kurtları, güveler vb. böceklerden sorumlu bir meleğin ismi olması muhtemeldir. Dolayısıyla, hattatlar ya da küttâblar, ellerinde bulunan ve yılların tesiriyle yıpranan kitapların ilk sayfasına “Yâ Kebîkeç” yazarak, kitabı Kebîkeç isimli meleğin korumasına havale etmiş olabilirler.

Öte yandan Farsça bir lügat olan Burhân-ı Kâtı’da Kebîkeç’in “Düğün Çiçeği”, “Kurbağa Otu” ve “Mastara Çiçeği” diye geçmesi, bazı Osmanlıca sözlüklerde de “Düğün Çiçeği” diye isimlendirilmesi, şu gerçeği ortaya çıkarıyor: Esâsen zehirli bir çiçek olan Kebîkeç, kitapların arasına konur ve haşerâtın kitaplara zarar vermesi engellenirdi. Zamanla Kebîkeç bitkisini ezip, suyu ile kitap kapaklarına “Meded Yâ Kebîkeç” yazarak bu işi daha estetik hâle getiren hattatlar da çıkmaya başlamış olmalıdır.

Derken bir zaman gelmiş ki, düğün çiçeği, Kebîkeç’in kendisi değil de, zehirli suyundan yazılmış ismi konulmuş kitapların başına bir muska gibi... Nihâyet bu işin aslı unutulmuş. Kebîkeç bitkisi unutulunca, artık kitaplara sadece bu isim, hem de herhangi bir mürekkeple yazılmaya başlanmıştır. Böylece Kebîkeç ismi tılsımlı ve efsunlu bir hâl almıştır. Ve nihayet bu “Zehirli Düğün Çiçeği”, “Sihirli Haşere Meleği” olup çıkmıştır.

Botanik açıdan Kebîkeç bitkisi “ranun-culaceae” bitki âilesindendir. “Ranun-culus asiaticus” evlerimizi süsleyen “düğün çiçeği” ile aynı takımdan bir bitkidir. Günümüzde “Aslan ayağı”, “Yaban kerevizi” gibi isimlerle de bazı bölgelerde bilinmektedir.

Kebîkeç’e aynı zamanda tıp yazmalarında bir “drog” olarak da rastlanmakta ve kendisine bazı hastalıklar için şifa umulan bir drog olarak da yaklaşılmaktadır.

Ranun-culus’un tıpta kullanılması, İbn-i Sînâ’nın bir eserine dayandırılmaktadır. Burada bitkinin içerisinde protoanemonin denilen bir zehrin bulunduğu ifade edilmektedir. Bitkinin kokusu ve içerdiği zehir, kitapları böcek ve haşerelerden koruyor olmalıdır. Güneydoğu illerimizde bu bitkilerden bulmak çok kolay. Acımsı tadı olan bir bitkidir.

Eskiden kitapların sayfalarını (levhalarını) yapıştırmak için nişasta gibi organik malzemeler kullanıldığından, bu, haşereler için çekici bir unsur olmuştur. Kebîkeç bitkisi, mürekkebin içine ya da kitabın arasına kurumuş olarak konur. Bitkinin saçtığı koku ve bünyesindeki zehir sayesinde böceklere toksik tesir yapar ve onları kitaplardan uzak tutarak haşerelerden korur.

El yazması tıp kitaplarıyla mistik bir mânâ içeren Kebîkeç, Batı’ya doğru geldikçe daha somut bir mânâya bürünmüş, tıbbî ve farmasötik bir kimliği ifade edecek şekilde droglaşmıştır.

“Ranun-culus asiatic Anemone” türlerinin tıp tarihi açısından karşılaştırılması bu konuya ışık tutmaktadır. İbn-i Baytar ve İbn-i Sînâ’nın Kebîkeç hakkında yazdıkları birbiriyle örtüşmektedir. Ancak İbn-i Baytar, kendisi gibi bir Müslüman âlim olan İbn-i Sînâ’nın oldukça tesirinde kalmıştır.

Müslüman tıp ve botanik âlimlerinin Kebîkeç diye bildiği bitki, Yunan ve Romalıların Batrachion ve Ranunculus diye isimlendirdikleri bitkidir.

Netice olarak eldeki mevcut bilgilere göre, Kebîkeç’in Düğün çiçeğigillerden “(Ranunculace) Ranunculus asiaticus” türü bir bitki olduğu kanaatine varılmıştır.[3]

Allah Teâlâ, hiçbir şeyi sebepsiz yere yaratmamıştır. Tabiat, binbir renk ve kokuda otlar, çiçekler ve bitkilerle bizlere hizmet etmeye devam ediyor. Kimi otlar yemeklerimize tat ve lezzet katmada baharat olarak, kimileri şifâ veren çay ya da mâcun olarak kullanılıyor. Bazı otlar, sütün ve peynirin raf ömrünü uzatarak, mikroorganizma aktivitesini azaltıyor. Van otlu peynirine konan ‘Heliz’ otu gibi.

Balkon bahçeciliği diye tabir ettiğimiz balkonda ya da pencere önünde saksıda yetiştirebileceğimiz taze otlar yemeklerimize ayrı bir tat katıyor: Maydanoz, nane, biberiye, fesleğen, kekik, dereotu, soğan, sarımsak gibi… Kebîkeç ya da düğün çiçeğinin de içindeki zehir sayesinde kitap kurtlarının kitaplara yaklaşmasını önlemesi gibi bir faydası var, demek ki…

 

[1] Bkz: Adam Gacek, “The Use of Kabikaj in Arabic Monuscripts”.

[2] Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Tevhid 9.

[3] Kebîkeç hakkında teknik bilgi için ayrıca şu adrese bakılabilir: http://www.academia.edu/505286/Kebike%C3%A7_ve_D%C3%BC%C4%9F%C3%BCn_%C3%87i%C3%A7e%C4%9Fi_Ranunculus_asiaticus_L (17.01.2019)

PAYLAŞ:                

Nejla Bas

Nejla Bas

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle