Bir Güzel İnsanın Ardından

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun… Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz.

Bir gönül insanı, bir hak dostu, bir kapalı kutu daha Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Prof. Dr. Gökalp Özgen, Göğüs Kalp Damar cerrahı, gecelerini göz yaşları içinde teheccüdde geçiren, az konuşan, bol Kur’ân okuyan, akrabalarına, muhtaçlara her dâim elini uzatan, “Allah” derken gözlerinden yaşlar dökülen bir Hak dostu idi. Annemle birlikte 93 yılında Karaman müftüsü Abdullah Sıvacı Hoca vasıtasıyla Mûsâ Topbaş Hoca Efendi Hazretleri’ne intisab etmiş ve ders almıştı.

Babam, diş doktoru bir babanın ve hâfız bir annenin tek çocuğu idi. Babaannem bebekken babama her süt vermeden önce, muhakkak abdest alır ve hayırlı, sâlih bir evlât olması için duâ edermiş. Babam büyürken İstanbul’daki üç katlı evlerinde, babasının ve annesinin yaşlı anneleri ve babaları ve bir de, babasının büyükannesiyle bir arada yaşarlarmış. Büyükbabam her işten geldiğinde önce evdeki bütün yaşlıların odasına gider, onları tek tek ziyaret eder; hatırlarını sorar, sonra da eşinin ve oğlunun yanına gidermiş.

Büyükbabam ve babaannem, tek oğullarının yanında ihtimamla, saygı ve sevgiyle ve el üstünde tutularak hep bizimle yaşadılar. Hastalıklarında îtinayla bakıldılar ve çok ileri yaşlarda yanımızda Hakk’ın rahmetine kavuştular.

Babam, önce Ankara’da sanatoryumda, sonra Diyarbakır Dicle Üniversitesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı’nın kurucu doktorları arasında Göğüs Kalp Damar Cerrahı olarak uzun yıllar çalıştı. Yörede ilk açık kalp (by-pass) ameliyatlarını başlattı. Girdiği her ameliyattan önce muhakkak abdest alır ve eûzü-besmele çekerdi. Nice asistanlar yetiştirdi. Kalp ameliyatlarının yanı sıra; pek çok makale ve bir de kalp cerrahisi kitabı yazdı. Bu kitabın gelirini Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastahanesi’ne hibe etti.

Babam, az ve öz konuşurdu. Ne kadar fakir ve muhtaç hastasına yardım ettiğini, ne kadar sadakalar verdiğini ve ne kadar insanın kalbinde yer edindiğini yıllar sonra öğrendik.

Servise yatan, kalp ameliyatı olan muhtaç küçük çocuklara elbiseler alır hemşirelerle yollarmış. Anneme, muhtaç hastalar için evde yemek yaptırır, sonra da o yemekleri hastahaneye götürerek hastalarına verirmiş. Serviste yatan fakir hastalarının yastıklarının altına para koyar, âilelerinin evlerine annemle birlikte gidip yardım götürürlermiş. Hastasına âcil kan arandığında, hastayı bekletmemek için gidip kendisi kan verirmiş. Ağır hasta olarak başka şehirden gelerek hastahane masraflarını karşılayamayanların borçlarını kendisini üstlenirmiş. Tabiî, biz bütün bunları çok daha sonra ve başkalarından duyduk.

 

Bizim bildiğimiz yardımları ise; her ay muntazaman fakir ve muhtaç yakınlara; Suriyeli zor durumdaki göçmenlere, Afrika’daki Kur’ân kursu hocalarına, fakir talebelere emekli maaşından verdikleriydi. Bunların miktarını olabildiğince sır tutar, âdeta sağ elinin verdiğini sol elinden gizlerdi.

Evde anneme ve bizlere son derece muhabbetli idi. Akrabaların aranmasına önem verir ve muhakkak uzak-yakın bütün akrabalarıyla irtibat kurardı. Babam son derece temiz, düzenli ve namazlarında dakikti.

Emekli olunca hepimiz doğup büyüdüğümüz yere, İstanbul’a geri geldik. Babam Bakırköy’de (babasından kalma evinde) gündüzlerini Kur’ân ile, gecelerini ise; saatlerce teheccüdde, ıslak gözlerle geçirerek hayatına devam etti.

1999 yılında İstanbul’da, kayıpların onbinlerle ifade edildiği büyük bir deprem yaşandı. Dehşetli sallanmadan sonra Bakırköy’deki apartmanda herkes kendini korkuyla dışarı atmış; bütün mahalleli dışarıya hücum etmişti. Babam ise; uzanmış olduğu yatağında:

“-Benim işlerim tamam. İşleri hazır olmayanlar düşünsün!” deyip, besmele çekerek sağına dönmüş ve hiçbir şey olmamış gibi uyumuştu, o dehşetli gecede...

Babamın vefatından önceki son on senede, işitme kaybı yüzde doksana yakın idi. Annemin vefatından sonraki dört senede teheccüde kalmak için saatin alarmını duyması imkânsız idi. Öyleyken babam, her gece teheccüde aksatmaksızın ve tam zamanında kalkardı. Kendisi her teheccüd vaktinde ya omzunun ya başının ya da sırtının okşandığını ve uyandırıldığını söylerdi. Bu uyandırılma, yıllarca her gece, vefatına kadar devam etti.

Babamın hayatı boyunca hiçbir zaman çok konuştuğunu ve boş konuştuğunu duymadım. Az ve öz konuşma, babamın hayat prensibi idi.

Söylemek istediklerini vecizeler şeklinde söylerdi. O vecizelerden bir kısmını, sizinle de paylaşmak isterim.

“Fazla konuşma masal olur; kararında anlat, hasat olur.”

“Az konuş, çok anlat dersen; kişi alacağı kadarını işitir, zaten…”

“Dil fazla söylerse, dîvâne olur. Gönül fazla söylerse şelâle olur.”

“Herkeste kusur arama, bulursun. Mademki o kadar olgunsun; o zaman örnek ol, huzur bulursun!”

“Dervişlik gurbetliktedir. Dünya da bir gurbet yeridir. O hâlde herkes derviş midir? Dervişlik, bunu fark etmektedir.”

“Yağmur ormanlarında tuz ihtiyacını karşılamakta zorlanan kelebekler ve arılar, tuz ihtiyaçlarını kaplumbağaların göz yaşlarından beslenerek giderirlermiş. Düşündüm ki, insanın gözyaşlarından kim bilir ne gönüller besleniyor?!”

“Yazan kalemse, yazılan âlem ise… Yazdıran Hak ise… Hakk’ın izni ile her şeye merhem olur.”

“Bu vecizeleri al; kitap yaz, roman yaz! Ama ne yazarsan yaz; çıkan mânâ Hak’tır.”

* * *

Vefatından sonra bir dostumuz gördüğü rüyayı nakletti:

“Rüyamda Kur’ân okunuyordu. Arkadan ilâhî sesleri duyuldu. Geride sahnede uzun beyaz figürler vardı. «Bu gece, Gökalp Hoca’nın düğünü var.» dediler.”

* * *

Güzel ölmek ve güzel hatıralar bırakmak için güzel yaşamak gerekiyor. Yukarıda bazı misallerine anlattığımız bu güzel ahlâk nümuneleri, sadece bir hâtıra nakletmekten ibaret değildir. Allâh’ı bütün kalbiyle seven, bildiği doğruları hayatına aksettirmeye çalışan bir insanın gönlümüzde ve gözlerimizdeki şehâdetidir.

Rabbimiz, makamını âlî, mekânını cennet eylesin. Kendisini; sevdiği, kendilerine benzemeye çalıştığı Allah dostlarıyla buluştursun.

Sevgili babacığım, biz bu dünyada senin güzel hayatına ve örnek ahlâkına şâhidiz. Rabbimiz de kirâmen kâtibîn melekleri vasıtasıyla bu şehadetimizi te’yid etsin. Bizi, bu dünyada buluşturduğu gibi, Peygamber Efendimizin havzı başında da, Firdevs Cenneti’nde de buluştursun.

Bu vesileyle siz kıymetli okuyucularımızdan başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, bütün peygamberlerin, Ehl-i Beyt’in, ezvâc-ı tâhirâtın ve ashâb-ı kiramın ruhlarına; İslâm’ın bugünlere ulaşması için gayret gösteren bütün şehitlerimizin, gazilerimizin, âlim ve âriflerimizin ruhlarına bir Fâtiha, üç İhlâs-ı şerîf okumanızı rica ediyorum.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle