Fakir

Ey zenginim, deyip coşan! Bazı aşan, bazı taşan!

Kimi düşen, kimi şaşan! Görmez misin hep fakîriz.

 

Kendince bekledi.

“-Acılarla doldurduğun bir testiden bal akmasını beklemeyeceksin.” dedi Fakîr. “Sînesini kızgın kora çevirdiğin, sonra da hiç utanmadan dâvetsizce gittiğin hânede, baklava, börek yemeyi ümit etmeyeceksin. Hakkın kötek iken, şerbet vermediler diye bozuk atıp şikâyetlenmeyeceksin.”

“-Zâten sevmem bozuk atmayı.” dedi.

“-Sözünde samîmî isen, evvelâ elindeki körüğü çöpe atacaksın.” diye cevapladı Fakîr. “«Yok, ben körüksüz duramam, huyum böyle!» diyorsan, o zaman da çıkan gürültüye şaşmayacaksın.”

“-Ne giysem?” diye düşündü.

“-Bir kişi alttan kuyu kazacaksa, şirin görünmeye mecbur hisseder.” dedi Fakîr. “Dışı tebessüm ederken, içi küfreder. Kim içten pazarlıklı değilse, işte o, kızgınlığı da sevgisi de dışında gezer. Bana kalırsa, samimiyet giy.”

“-Sesimin ayarı kaçtı.” diye yakındı.

“-Şimdi seni haklı olarak ithâm edecekler.” dedi Fakîr. “Lâkin senin bu hâle gelmene sebep olan diğer ayarsızlar, hâdisenin asıl müsebbibi oldukları hâlde, büyük ihtimalle üste çıkacaklar. Üzülme. Allah imtihan eder. Hem, nice samîmi, nice sinsi tarafından mağdur edilince, Cehennem, «Sabret!» der. «Vakti geldiğinde sinsilerin cezâsını bizzat ben îfâ edeceğim!» O’na inan. Allâh’ın merhametinden ve adâletinden şüphe duyma. Aşkla sev. Zâhirin ardında gizlenen hakîkati dikkatle seyret. Acılar mukâbilinde lûtfedilecek olan cennete, âsîler ve zâlimler için hazırlanmış olan Cehennem’e güzelce îman et.”

“-Duyuramıyorum.” dedi.

“-Kimi insanların anadili nefrettir.” diye cevapladı Fakîr. “Bunlar, tek ses olup bağırmayı ve her dâim küfrü kayırmayı vazîfe bilirler. Sen onlara hakkı, kırk dilden de anlatsan duymazlar.”

Ferahlamak istedi.

“-Abdest al, elini yüzünü sabunla, ferahla!” dedi Fakîr. “Sonra, kullanıp köpürttüğün sabunu da yıka. Bu hem sabuna, hem de senden sonra gelip aynı sabunla elini yıkayacak olana saygının gereğidir. «Aman canım, bu kadar incelmeye ne gerek var!?» deyip îtirâz etme! «Böyle incelikler varmış da neden bugüne kadar mahrum kalmışım!?» diye hayret ve daha iyi olabilmek için gayret et!”

“-İnanç, Allah ile kul arasında kalmalıymış.” dedi.

“-Bunu diyenler, büyük bir art niyetle, hiç olamayacak bir şeyin peşine düşmüşler!” diye cevapladı Fakîr. “İçteki dışa yansır. Düşünürsen, konuşursun. Sancı çekersen, inlersin. Sevinirsen, gülersin. Kederlenirsen, gözyaşı dökersin. Yanarsan, tütersin. İnanırsan, yaşarsın. Özü kabuktan, niyeti muâmelâttan ayıramazsın. İç dışın, dış da için ispâtıdır. Mü’minin îmânı illâ ki hâlindedir. İmânın kalp ve kalıp boyutu vardır ve o, bütünüyle bir hayat tarzıdır. İslâm, sosyaldir. Rasyoneldir. Sansasyoneldir. Her yer ve durum için kâideleri vardır. Îman, âşikâr oldukça tamdır. İnanç, görünür oldukça kavî…”

Canı sıkıldı.

“-Oyalanma!” dedi Fakîr. “Her fırsatta yeni bir iyilikle meşgûl ol. Mâzîden ve âtîden kurtulup ânı yaşa. Karşılaştığın herhangi bir müslüman evlâdını bir hatâ üzerinde görürsen, Allah için îkâz et. Bazen insan anasından, babasından, hocasından defalarca duymuş olsa umursamaz da bir yabancıdan bir defa duymakla idrâk ediverir. Esirgeme. Anlat. Öğret.”

Çekindi.

“-Hakkı tebliğ ettiği için dedikoduya ve iftirâya mâruz kalmak, sünnettir!” dedi Fakîr. “Çekinme! Vazîfeni yap! Eğer mümkünse, dedikodunu eden ve iftirâ atan kimselere şükrânlarını sun. Çünkü onlar, senin günahlarını yüklenmekte ve sana kendi sevaplarından ikrâm etmektedirler. Sırf hakkı söyledin diye, sevdiğin, kıymet verdiğin bir şeylerden mahrûm edilirsen, gülümse ve şöyle de: «Rabbim! Seni, Sen’den gelen hiçbir şeye değişmem!»”

Doğru olanı anlamakta zorlandı.

“-Kolay.” dedi Fakîr. “Bakımlı olmak emânete riâyettir, mes’ûliyettir, tabiîdir, sıhhîdir, sünnettir. Makyaj yapmak; emânete hıyânettir, güvensizliktir, gayr-i tabiîdir, israftır, sahteliktir, komplekstir. Anlatabildim zannederim. Doğruluk, hakîkatli olmak iledir.”

“-Hayatımı yaşamak istiyorum!” diye haykırdı.

“-Al sana hayat!” dedi Fakîr: “Kavgalar, anlaşmalar, yorumlar, hükümler, zanlar, gülmeler, ağlamalar, gerçekler, yalanlar, doğrular, eğriler, utanmalar, usanmalar, sevinçler, kederler, uğultular, gürültüler, îtirazlar, kabûller, gaflar, saflar, ümitler, dalgınlıklar, yoğunluklar, yorgunluklar, sesler, sükûtlar… Ve toprak. Mâdem yaşamak istiyorsun, şunu unutma: Ömür, ufak meseleler için tat kaçırmaya değmeyecek kadar kısa. Hayat, tâlî mevzûlarla oyalanılamayacak kadar kıymetli. Sadede gel. Derdin hoş bir sadâ bırakmak, hakkın helâl, emeğin hak olsun. Çok yakında herkes gibi öleceksin. Uyan!”

Kararsızdı.

“-Kim kimi tutuyor, kim kimi itiyor, kim kimi alkışlıyor, kim kimi kışkışlıyor, seyret!” dedi Fakîr. “Er kişi de her kişi de meydanda «Ben!» diye haykırıyor. Kimi seçeceksin? İster istemez, sana en çok benzeyeni... Çünkü her nefs, evvelâ kendine meftûn ve kendisi gibi olana akıyor. Güzelleş ki güzele akasın.”

“-Güvendiğim dağlara kar yağdı!” deyip ağlamaya başladı.

“-Ağlamayı bırak da hazır kar yağmışken kartopu oynamaya, kızak bulup kaymaya, yağan karın tadını çıkarmaya bak!” dedi Fakîr. “Üşüyünce sıcak bir şeyler içersin. Güvendiğin birileri verdiğin emeği ziyân ettiğinde üzülmekle vakit kaybetme. Bilâkis, ziyân eden değil, emek veren olduğun için şükret. Sonra oyalanma, bu şükrün kazandıracağı kuvvetle, ziyancılar için duâ et ki vebâl altına girmelerine sebep ve hayra mânî o hâllerinden, belki kurtulurlar.”

Bunaldı, hava almak istedi.

“-Tabii…” dedi Fakîr. “Bunun için balkona çık, bahçeye çık, yaylaya çık… Lâkin bil: Nefsin günâha da sevâba da açık, kâh akıllı kâh kaçık! Diyeceğim o ki nereye çıkacaksan çık; lâkin evvelâ gel şu, «En iyisi benim!» havasından çık.”

 Acıktı.

“-Ben de açım.” dedi Fakîr. “Yemek de yemeği ikrâm etmek de iyi bir şey; lâkin karnı aç olana gösterdiği şefkati, beyni ve rûhu aç olanlara da gösterebilmek, sadece yemek değil, fikir ve ideal de bağışlayabilmek gerek. Gerçi sen bağışla dur! Niceleri onca iyiliğini gördükleri hâlde, yine de senden şüphe edecek ve teşekkürü esirgeyecek. Onlara kızma. Hani verdiği sayısız nîmete karşılık, Rabbinin varlığından şüpheye düşenler ve O’na nankörlük edenler var ya, onları tefekkür et. Öyle olmamak için, «maâzallah» de!”

“-Seni fakîr sanmıştım, oysa sen pek zenginmişsin.” dedi.

“-Evet. Ve istisnâsız tüm zenginler de fakirdir.” dedi Fakîr. “Çünkü kim hangi hususta zengin olursa olsun, muhtaçtır. Suya, havaya, Güneş’e, Ay’a, en keskin ok bile olsa, yaya muhtaç. Gel, fakrını güzelce fark et. Hayat iğnedenliğinde, kimi paslandı, kimi eğrildi, kimi kayboldu, kimi hâlâ iş başında. Bazısı zayıf, bazısı kuvvetli, bazısı cılız, bazısı iri… Sadesi, süslüsü, gösterişlisi… Hepsinin de batıp çıkıp varacağı yer belli. Her makasa bir mâkes lâzım. Şu sözü de iyi hazmetmek lâzım: «Ey zenginim, deyip coşan! Bazı aşan, bazı taşan! Kimi düşen, kimi şaşan! Görmez misin hep fakîriz!..»

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle