Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

  1. yılımızın ilk sayısıyla huzurlarınızdayız. İnsan ömrü kısa, insanın eserlerinin de ömrü kısa… Ama Rabbimizin kurduğu nizam, şaşmadan devam ediyor. Biz, kader zincirinin bir halkasının bir ucunda, alabildiğine geniş kâinâtın içinde bir toz zerresi mesabesindeki dünyada ufacık bir yer kaplıyoruz. Zamanda ve mekânda yerimiz, “yok” gibi! Buna rağmen Rabbimiz, her birimizi muhatap almış; hitabıyla, dîniyle, nîmetleriyle bizi şereflendirmiş.

Biz bazen bugün karşılaştığımız dertlerin devâsâ olduğunu, hiç bitmediğini, gece-gündüz çalıştığımız hâlde bir arpa boyu ilerleyemediğimizi düşünüyor, dertleniyoruz.

Bu neslin evlatları olarak gözümüzü açtığımız andan beri müslümanların hep mazlum, hep çaresiz ve perişan olduğunu gördüğümüzden, artık yaşadığımız zulüm, baskı ve zorbalıklar bizi sarsmıyor, âdeta kanıksamış bir hâldeyiz. Sanki bu, hep böyleymiş ve hep böyle gidecekmiş gibi geliyor.

Aksine dünya ve içindekiler, kâinât ve her şey, Allâh’a âit. Biz, O’na inandık, O’na bağlandık. O’nun gücünün, kudretinin, ilminin, azametinin kuşatmadığı hiçbir şey yok! Öyleyse tekrar silkinmeli ve kendimize gelmeliyiz. Evet, iki-üç asırdır, ümmet olarak büyük bir savrulma yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Maddî zaaflarımıza ilâveten, mânevî ve ahlâkî çöküşümüz sebebiyle düşmanımıza karşı bazı cephelerde mağlup olduk. Ama şunu biliyoruz ki, dünya bir dönme dolap gibi devir-dâim içinde… Bazen îman, bazen küfür cephesi öne çıkıyor, gâlip geliyor.

Kur’ân-ı Kerîm, bir vîrâneden geçen Üzeyir -aleyhisselâm-’ın, “Artık burada tekrar insan yaşamaz, medeniyet kurulmaz!” deyişini ve o bölgede yüz yıl, uyutulmasını hatırlatıyor. Kendisi de, merkebi de yüz yıl sonra uyandıklarında, bambaşka bir yere geldiklerini zannedecek kadar hayatın değiştiğini görüyorlar.

Yine Kur’ân-ı Kerîm, Ashâb-ı Kehf’i misal veriyor, bizlere… Îmânlarını mertçe haykıran, içinde bulundukları küfür ve isyan toplumuna meydan okuyan, o küfre karışmaktansa izbeye çekilmeyi, ibadetle meşgul olmayı ve uyumayı tercih ettiklerini haber veriyor. Üzerlerinden üç asır geçiyor. Uyandıklarında ne iktidar aynı, ne de insanlar…

O hâlde günümüzdeki bazı problemlere bakarak, bunu, “Battık, bittik, yok olduk!” duygusuyla değerlendirerek bir yere ulaşmak mümkün değil! Aksine mevcudu ve realiteyi gördükten sonra, kendimizden başlayarak yeni bir îman ve diriliş heyecanına ihtiyacımız var.

Îmanla dirilmeye ve diriltmeye, sorumlu olduğumuz en yakınlarımızdan başlamalıyız. Evimiz, âilemiz, çocuklarımız, akrabalarımız, komşularımız… Dalga dalga, halka halka genişlemeli ve bütün dünyaya ulaşacak bir gönül genişliğine kavuşmalıyız. Îman varsa, imkân vardır.

Kendisini; dünyayı yoktan var eden, onu kusursuz bir nizam ile milyonlarca yıldır idare eden Rabbü’l-Âlemîn’e bende kılmış bir müslümanın önünde kim durabilir ki… Bugün yaptıklarımızın bir neticesini, peşînen göremesek de, O biliyor, yeter de artar bile… Gün gelir, Ashâb-ı Kehf misâli, bu dünyada veya âhirette, niyetlerimiz ve yaptıklarımız, gün yüzüne çıkar. Hiçbir şey boşa gitmez; iyilik de, kötülük de…

Bu düşünce ve îmanla tekrar hidayet pınarlarına koşmalı; içimizi, dışımızı, kendimizi, dünyamızı o ilâhî menba ile serâpâ yıkamalıyız. Rabbimiz, niyetimizi, rızâsına muvafık eylesin ve kusurlarımıza bakmadan, lütfuyla bizi râzı olduğu niyet, söz ve fiillerde muvaffak kılsın. Bizi, îman kardeşliğiyle, ümmet şuuruyla tekrar birleştirsin; aramızdaki tefrika ve benlik illetine son versin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle