EVLERİNE SIĞINAMAYAN KADINLAR

Bu ay, bir kadın sığınma evine düştü yolumuz… “Bir hanım neden buraya gelir? Elinden tutacak hiçbir yakını yok mudur?! Kanayan yüreğini saracak bir dost da kalmamış mıdır etrafında?!” diye sorduk önce kendi kendimize… Sonra öğrendiklerimizle beraber düşündük. Onları anlamaya, başlarından geçenleri hissetmeye çalıştık.

* * *

Küçükken büyüklerinin kalbine girmeye uğraşıp duran güzel kız, âilesinde göremediği huzuru, sevgiyi, ileride kendi yuvasında bulmayı hayal etmiştir. Evlenip kurduğu yeni yuvasında da aradığı o huzuru bulamayınca, bu sefer çaresiz kalmıştır. Artık geriye dönüp başını sokacağı bir kapısı da yoktur.

Sevgili Peygamberimizin, Vedâ Hutbesi’nde, hakkında “Allâh’a söz vererek hanımları emânet aldınız.” buyurduğu bu hanım, tek başına sokaklardadır artık… Onu, en yakınları, evlerine, gönüllerine sığdıramamıştır.

O, bundan böyle kirli sokakların insafına mı terk edilecektir? Ona sahip çıkan, koruyan, gözeten birileri olmayacak mıdır?

İşte bu hâle düşmüş hanımları, Peygamber Efendimizin emâneti olarak gören, onlara yüreklerini açan kimseler de var. Onlar, yeryüzünün olabildiğince genişliğine rağmen daraldığı, gökyüzünün ferahlatıcı enginliğinin üzerlerine kâbus gibi çöktüğü bu hanımları, kendi hâllerine bırakmadılar. Onların dertlerini paylaştılar, hayatı onlarla beraber omuzladılar, üstlerine çöreklenen ağır yüklerini hafiflettiler. Düştükleri, sürçtükleri noktada, şefkatle uzanan bir el oldular. Artık bu çâresiz kadınların da dertlerini açacakları bir ablaları, arkadaşlık edecekleri bir kardeşleri var, bir de geçici de olsa sığındıkları bir evleri…

İşte onların hikâyelerini, onlara el uzatan bu şefkat kahramanlarının dilinden dinleyelim. Buyurun…

 

Sâliha hanım, ne zaman, hangi vesîleyle kadın sığınma evinde hizmete başladınız?

Hizmet hayatıma öğretmenlikle başladım. İki yıl öğretmenlik yaptım. Başörtüsü problemi sebebiyle öğretmenliği bıraktım. Daha sonra Kur’ân kurslarında idârecilik yaptım. Yaklaşık iki yıl evvel, çocuklarımın hastalığı sebebiyle bu hizmetimden ayrıldım.

Beş ay önce de burada idâreciliğe başlamak nasip oldu. Buraya başlamadan önce, “Rabbim gerçekten hizmet edebileceğim bir yer nasip et! Yani bana ihtiyacı olana ben hizmet etmek istiyorum. Çünkü benim çalışmaya ihtiyacım yok! Hizmet etmeye ihtiyacım var!..” diyerek Allâh’a duâ etmiştim.

Bu duâyı yaparak, âdeta Rabbu’l-Âlemîn ile bir nevî pazarlık yapmıştım. Kurslardan ayrılınca evde olmak biraz beni rahatlatmıştı. Rabbu’l-Âlemîn, beni rüyalarla buradaki hizmete âdeta hazırlamıştı. Gerçek hizmet kapısı bekliyordum. Rüyamda bana çok kıymetli bir konağın kapısının tokmağını verdiler. Merhum Mûsâ Topbaş Efendi’nin kapısının tokmağıymış. Bu rüyadan sonra beklemeye başlamıştım. Kısa bir müddet sonra da bir büyüğümüz, beyimi çağırıp bizim için buranın hizmetini teklif etmiş. Belediye ve “Huzurocağı Derneği”nin ortak çalışmasıyla kuruldu burası... Biz de böylece başlamış olduk.

 

Kadın sığınma evlerinin kurulma amacı nedir?

Âilesinin destek vermediği hanımlara, bir müddet ev sahipliği yapıp onlara destek vermek… Bu destekten kastımız, öncelikle kalacak bir ev ve ihtiyaçlarının karşılanması... Bu tabiî sınırlı bir zaman oluyor, en fazla üç ay burada kalabiliyorlar. Sonra kendi ayakları üzerinde durabilmesi için ona yardımcı oluyoruz. Bazen istisnâî durumlar olabiliyor, ama mümkün mertebe üç ayı geçirmemeye gayret ediyoruz. Hep burada kalmaları da zor… Dışarısı çetin bir dünya… Fakat kendi ayakları üzerinde kalmayı öğrenmeleri gerekiyor. Hep burada kalsalar, dışarıya uyum sağlayamazlar.

 

Burada kalabilmenin ne gibi şartları var? Her zor duruma düşen kadın, burada kalabilir mi?

Öncelikle âilesinden hiçbir şekilde destek alamayan birisi olması lâzım… Kalabileceği bir evi olmaması lâzım… Kısacası tutunacak bir dalı olmayanlara, uzanan bir can simidi olma hedefindeyiz.

 

Kimler müracaat ediyor?

 Eşinden şiddet görenler, eşinden ayrıldığı veya boşandığı hâlde âilesinin sahiplenmediği hanımlar…

 

Âile bağları kuvvetli olmayan veya kız çocuğunun kıymet bulmadığı kesimlerden gelenler, daha çok oluyor, değil mi?

Evet. Bir hanım gelmişti, evlendiğinden beri âilesi ile hiç görüşmemiş iki yıl boyunca… Ne o âilesini aramış, ne de âilesinden birisi kendisini aramış. “Evlenince kız, hiçbir şekilde geri gelemez, bu eve ancak cenâzesi girer!” gözü ile bakılıyor. Evlendikten sonra neredeyse âile bağları tamamen kopuyor!

Hâlbuki hadîs-i şerîfte; “Üç kız çocuğu olup onları güzelce yetiştiren, evlendiren ve daha sonra da iyiliğe devam eden, cennetliktir.” buyruluyor. Bakın burada evlenince iş bitmiyor, evlendikten sonra da onu gözetmek ve iyiliğe devam etmek gerekiyor.

 

Âileleri burada kaldıklarını biliyorlar mı?

Bir kadın sığınma evinde kaldığını biliyorlar, ama hangisinde olduğunu bilmiyorlar. Adres ve telefon vermiyoruz. Bu, onların güvenliği açısından zorunlu… Bazısının peşine kocası veya bir yakını düşüyor, arayıp bulmaya çalışıyor. Tabiî, çoğu zarar vermek niyetinde…

 

Gelenlerin çoğu doğu kökenli kardeşlerimizden mi? Kaç yaş arası hanımlar yoğunlukta?

 

Hayır; doğudan da, batıdan da, her yerden var. Gelenlerin çoğunluğu, eğitim seviyesi düşük olan âileler ve onların kızları… Maalesef hiç okuma-yazma bilmeyen hanımlar ya da ilkokul üçten terk kimseler… Adresimizi verdiğimiz hâlde burayı bulamayanlar oluyor.

Şimdiye kadar bize başvurular, 20-55 yaş arası hanımlar arasında oldu.

 

Hep merak etmişimdir buradaki hanımlar, daha çok âilesini istemeyen hanımlar mı yahut âilesi tarafından istenilmeyen hanımlar mı?

Öyle bir genelleme yapamıyoruz. Örnekler üzerinde anlatırsak, birisi evlenmiş, ama kocası şizofren ve öyle bir hasta ki, birisini öldürse suç isnat edilemiyor. Her türlü zulmü, hanımına, çocuğuna yapıyor, ama sonra da pişman oluyor. Sonra yine yapıyor. Şikâyet edildiği zaman, biraz Bakırköy’e gidiyor, bir müddet orda yatıyor, sonra tekrar eve geliyor. Her şey aynı şekilde devam ediyor. Bu hanımın âilesi sahip çıkıyor, fakat “Çocuklarını bırakıp gel, başımın üstünde yerin var!..” diyorlar.

Nereye bıraksın hasta babaya mı, yaşlı babaanneye mi? Biz, iki çocuğuyla o hanıma sahip çıktık… Âileler burada biraz merhametli olmalı, hangi anne yavrusunu böyle bir ortama terk edebilir.

 

Meselâ bu hanıma nasıl yardımcı oldunuz? Mâlûm, çocukları da var.

Çocuklarını okula yerleştirdik, buradan okula gidip geliyorlar. Bir öğretmenimiz onlara derslerinde yardımcı oluyor. Bugün annesini bir işe yerleştirdik.

 

Hâlbuki İslâm’da bir hanım eşinden ayrılsa veya eşi ölse, öncelikle babası, o yoksa ağabeyi, o yoksa amcası, dedesi onu himâye etmek zorundalar. Bu yüzden İslâm’da erkeğe mîrastan kadına nazaran daha fazla pay verilir.

Maalesef buraya gelenlerin hemen hemen hepsi, İslâmî hayattan hiç haberi olmayan insanlar… Düşünsenize, bir hanımın 28 yaşında oğlu var; babası, abisi, bütün akrabaları var, fakat kalacak yer bulamıyor ve o hanım, bir sığınma evine başvuruyor. Ne kadar zor değil mi?

 

Buraya geldikten sonra yine eşine evine dönen oluyor mu?

Tabiî… İki çocuklu başka bir hanım vardı. Olmadı, çocuklarıyla beraber buraya uyum sağlayamadı. Eşi de pişman olunca, yine yuvasına döndü. Zaten bizim amacımız, düzeltilme yolu varsa, öncelikle âileyi kurtarmak…

Gelenlere hemen destek vermiyoruz. Onu dinliyoruz, gerekirse âilenin diğer fertlerini dinliyoruz. Çünkü herkes kendisinin haklı olduğunu düşünüyor. Biz daha çok “Problemini tespit edip burada biraz kendini dinle! Kararlarını öncelikle sen vermelisin!..” diye yönlendiriyoruz.

 

Burası, zihinlerin bir nevî nadasa çekilebileceği, kişinin geçmişini süzüp geleceğine yön verecek kararlarını huzurla alabileceği bir ortam o zaman…

Evet, ama gelen hanımlar, hemen iş bulup hayatlarını düzene sokmak istiyorlar. Ancak biz, biraz dinlenin, düşünün diyoruz. Psikologlarımız onları yönlendirip motive ediyorlar. Onbeş gün sonra, “Şimdi ne yapmak istersiniz? Neler yapabilirsiniz?” diyerek konuşuyoruz ve onların isteklerine göre yardımcı oluyoruz.

Meselâ bir genç kızımız vardı. Diyarbakırlı ağabeyinin baskısından kaçmış. Ona göre evi yaşanmayacak bir ev… Biraz konuşunca, bütün problemin bu kızcağızda olduğunu gördük ve kendisine nasihat ettikten sonra âilesine yönlendirdik…

 

Üç ay burada kaldıktan sonra ne yapıyorlar? Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar?

Biz ev bulmalarına, iş bulmalarına, evlerini kurmalarına gücümüz yettiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Tabiî çok zor… Daha yeni bir ev kurduk; aylık beşyüz ytl kira, yakıt parası, elektriği, suyu, ayrıca evin her türlü eşyaya ihtiyacı oluyor. Bir de çocukları varsa, hâliyle çok güçlü olmaları gerekiyor. Vakıflar, dernekler aracılığıyla bazı ihtiyaçları karşılanıyor. İstedikleri gibi sigortalı iş bulmakta zorlanıyorlar. Yaşları genelde büyük olduğundan ve eğitim seviyeleri düşük olduğundan buldukları iş yerlerinde de çok çalıştırıp az maaş veriyorlar.

 

Hayatını düzene sokanları, daha sonra da takip ediyor musunuz?

Tabiî… Gerektiği zaman onları çağırıyoruz. Bazen de biz gidip ihtiyaçlarını bizzat kendimiz tesbit etmeye gayret gösteriyoruz.

 

Bütün bunlar yaşanırken olan çocuklara oluyor değil mi?

Evet, en büyük yıkımı onlar yaşıyorlar. Buradaki çocuklar, ezilmiş çocuklar olduğundan hemen kabuklarına çekilen, tepki vermeyen, içe kapanık çocuk ya da tam tersi, her şeye aşırı tepki veren bir çocuk oluyor. Oyuncak alıp ellerine veriyorduk, bir baktık ki oyuncakları paramparça etmişler. Sağlam oyuncak bırakmıyorlar. Âdeta hırslarını, öfkelerini oyuncaklardan alıyorlar.

Öğretmenimiz, psikologumuz onlara da yardımcı olmaya gayret ediyor. Çocukların böyle olması çok normal!.. Anne onlarla ilgilenmeyi hiç bilmiyor, hep dertlerle uğraşmaktan yorulmuş. Bazı anneler, “Çocuğuma bile tahammül edemiyorum!..” diyor.

 

Sizler burada akşama kadar hep problemli insanlarla uğraşıyorsunuz. Onların dertlerini omuzlarınıza alıp çözmeye gayret ediyorsunuz. Evlisiniz, çocuklarınız var. Nasıl, çok zor oluyor mu?

Başlangıçta sistemi oturtana kadar zorlandık. Burası yeni, biz yeniyiz. Mübârek Ramazan ayı girdi. Oğlum okula başladı. Bir kaos oldu. Her şeye yetişmekte zorlanıyordum. Şimdi yavaş yavaş her şey düzene girdi. Artık iki tarafı da dengeledik, elhamdülillâh!

 

Ne hissediyorsunuz, buradaki insanların derdiyle meşgul olurken? “Onların yerinde ben de olabilirdim. Şükür, huzurlu bir âilem var!” diyor musunuz? “Burası âile yaşantınıza nasıl tesir etti?” diye soralım.

Âile hayatıma çok tesiri oldu. Meselâ çocuklarıma kızacak olsam, hemen kendime telkin veriyorum:

“-Allâh’a şükret; her şeyiyle dört dörtlük çocukların var. Huzurlu yuvan var. Bağırmaya, kızmaya hakkın yok!” diyorum.

Allah Teâlâ, bana buranın yükünü verdi, ama evimin yükünü hafifletti. Çocuğum, kendi kendine okumayı söktü. Biz yardımcı olmadan ödevlerini kendisi yapmaya başladı. Şimdi şimdi fark ediyorum. Bunlar çok büyük lütuflar… Bizim elimizde hiçbir şey yok! Rabbü’l-Âlemîn, dengeyi en güzel şekilde kuruyor.

 

Beyinizle buranın sıkıntılarını paylaşıyor musunuz?

(Mine Hanım:) Beyim, çok destek oluyor. Onunla problemlere ortak çözümler bulmaya gayret ediyoruz. Zaten o olmasa, ben devam edemezdim. İlk başladığımda, gelenlerin dertlerini dinlerken biz ağlıyorduk. Eve gidince, olan biteni eşime anlatırken bir daha ağlıyordum. Böyle bir geçiş süreci yaşadık.

(Saliha Hanım ağlayarak devam ediyor:) Biz Mine Hanım’la formları doldururken hem ağlıyoruz, hem de “Böyle hayatlar da varmış!” diye hayret ediyoruz.

Beyim zaten dernek kurucularından… Her şeyiyle ilgilendi sağolsun… Elini daha yeni çekti. Tek başına olacak bir iş değilmiş. Burada büyüklerimizin firâseti var. Beyimle beraber ikimize birden bu sorumluluğu vermesi, buranın düzeninin kurulması açısından çok iyi oldu. Mine hanımın beyi de dernekte, muhasebe işlerine bakıyor. Yani hep beraber, âilecek bu hizmetin içindeyiz, elhamdülillâh!

(Mine Hanım:) Cenâb-ı Hak, bize âilemizdeki huzurun da büyük bir nîmet olduğunu göstermek için bu hizmeti nasip etti, diye düşünüyorum.

 

Allah kullarını imtihan ederken “Rab” isminin tecellîsi ile bir taraftan da terbiye edermiş.

Kesinlikle size katılıyorum. Bunu bizzat yaşayarak görüyoruz.

 

“Kadın Sığınma Evleri” maalesef günümüzde bir ihtiyaç… Bu ihtiyacın olmaması, hanımlarımızın buralara gelmek zorunda kalmamaları için âilelere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Anne-baba çok önemli… Toplum o hâle gelmiş ki, âilelerde terbiye etme fonksiyonu kalkmış, kız eğitilmiş-eğitilmemiş, kaçmış-gitmiş önemli değil! Herkes kendisini düşünüyor. Âile bağlarının kuvvetlenmesi lâzım... Herkes sürüsünün çobanı olmalı… Vicdanlara inmek lâzım… Vicdanları kuvvetlendirecek din duygusuna toplumumuzun çok ihtiyacı var. Bu yüzden bizlere çok iş düşüyor. Akrabalarımızdan, komşularımızdan haberdâr olup onların mânevî terbiyelerine yardımcı olmalıyız.  Âilelere de evlad yetiştirmenin önemini telkin etmeliyiz.

 

Sâliha Hanım, Mine Hanım, bu röportaj için sizlere çok teşekkür ediyorum. Ayrıca geceleri bu kardeşlerimizi yalnız bırakmayan Ebru ve Nurgül Hanımlara da çok teşekkür ediyorum. Rabbim hizmetinizi âlî eylesin! Nice yorgun düşen yüreklere can simidi olmanız niyâzıyla…

Biz de derginiz vesîlesiyle okuyucularımıza şu çağrıyı yapmak istiyoruz. Kız çocukları, genç kızlar, hanımlar, Cenâb-ı Hakk’ın en hassas varlıkları… Onları kırmayın, üzmeyin. Onların size bir emânet olarak ihsân edildiğinin şuurunda olun. Onlara gösterilen ihtimam, sevgi ve saygı, cemiyetimizin gelişmesi, güzelleşmesi, evlatlarımızın güzel yetişmesi için şart… Bugünün genç kızlarının, yarının anneleri olacağını unutmayalım!..

 

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle