Dışı Seni Yakar, İçi Beni

Havle binti Hakîm -radıyallâhu anhâ-, risâletten önce dahî Mekke’nin ahlâklı, dürüst ve içki içmeyen gençlerinden biri olan Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh- ile evliydi. Eşi ile birlikte İslâm’a ilk girenlerden olup, Allah Rasûlü ve âilesi ile samimi bir yakınlık içindeydiler. Çok mutlu ve huzurlu bir evlilikleri vardı. Eşler birbirlerini çok sever, birbirlerine emek verirlerdi. Özellikle Havle -radıyallâhu anhâ-, çok bakımlı bir hanım idi. Süslenir, kınalar yakar, güzel kokular kullanırdı. Eşi de onun bu hâlini çok beğenir, evine bağlılığı artardı.

Günlerden bir gün Havle -radıyallâhu anhâ-, samimi görüştüğü Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına geldi. Üzerinde bir farklılık vardı, eski hâlinden eser yoktu. Üstü başı dağınık ve kılık kıyafeti son derece özensizdi. Kendisini yakından tanıyan, onu daha önce hiç böyle görmeyen Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şaşırarak sordu:

“-Bu hâlin nedir, kendini koyuvermişsin?”

Havle -radıyallâhu anhâ- ağlamaya başladı.

“-Benim bütün güzelliğim ve bakımlılığım, kocam Osman içindir. O da beni görmez, istemez oldu. O beni görmedikten sonra, süslensem ne, süslenmesem ne; güzel giyinsem ne, giyinmesem ne? Bakımlı olmanın bir mânâsı kalmadı.”

Onun sitem dolu sözleri, Hazret-i Âişe’nin merakını daha çok artırdı:

“-Osman’a ne olmuş ki, senin gibi güzel ve değerli bir hanımdan uzak durur olmuş, yoksa hasta mıdır?”

Havle -radıyallâhu anhâ- cevap verdi:

“-Hasta değil. Sadece bu dünyayı ve bu dünyanın nîmetlerini istemiyormuş. O sebepten kendisinde bu dünya sevgisini artıracağını düşündüğü her şeyi terk etmeye karar vermiş. Onlardan birisi de benim... Geceleri sabaha kadar namaz kılıyor, gündüzleri de oruç tutuyor. Kendini ibadete o kadar çok kaptırdı ki, onun bu hâli beni de çok etkiledi. Ben onun takdiri ile mutlu oluyor, ona güzel görünmek için süsleniyorum. O beni görmedikten sonra neden süsleneyim, kim için süsleneyim? İçimde onun benden uzaklaşma acısı varken süslenmek ya da bakımlı olmak, beni mutlu etmiyor!”

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Allah Rasûlü’ne durumu anlatınca Efendimiz, hemen bir elçi gönderip Hazret-i Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh-’ı çağırttı. Gelince O’na:

“-Ey Osman! Bizde ruhbanlık yoktur. Ben senin için güzel bir örnek değil miyim?” buyurdu. (Musannef 7/150; İbn-i Hanbel, Müsned, 6/226)

Helâli olan eşine (kadın olsun, erkek olsun) güzel görünmek için gayretli olmak, dinimizin beğendiği davranışlardandır. Her ne kadar “Bakımlı olmak, kişinin kendisine duyduğu saygıdandır!” dense de Havle binti Hakîm gibi bütün Medîne hanımları içinde bakımlı ve güzel giyinmesi ile meşhur olan bir hanımın eşinin ilgisi olmadığı için süslenmekten vazgeçmesi, dikkat edilmesi gerekli psikolojik bir vak’adır. Çünkü güzelliğin sergileneceği helâl bir eş yoksa, süslenmenin de bir mânâsı olmuyor. Nâmahremlere güzel görünmek için bakımlı ve süslü olmak, görünüşte nefse hoş gelse de âkıbeti hayırlı olmuyor. Zira akşam herkes evine döndüğü zaman, kendisi için süslendiğimiz kişiler de evlerine eşlerine dönüyorlar ve biz kendimiz ile baş başa kalıyoruz. Bu durum, ciddî bir psikolojik yıkımdır. Bir de bizlere haram olan kişilerin nefsânî ilgisini çekmekle gönlümüzde oluşan günah kirinin rûhumuzda oluşturduğu sıkıntı ve bunalım da cabasıdır.

Her ne kadar, “İç güzellik, dış güzellikten önemlidir!” desek de, insanın Allah Teâlâ’nın yarattığı dış güzelliğini korumasını bilmesi, eşlerin birbirleri için süslenmesi, temizliklerine ve giyim kuşamlarına dikkat etmeleri de çok önemlidir. Nihayetinde bizler rûhanî varlıklar değiliz ve nefis taşıyoruz.

Göreve ilk başladığım yıllarda, bulunduğum ilde çok ciddî bir “Nataşa” denilen Rus kadınları problemi vardı. Bu kadınlar, ülkelerindeki ekonomik krizden zarar gördükleri ve hepsi de hatırı sayılır üniversitelerden diplomaları olduğu hâlde iş bulamadıklarından, özellikle Karadeniz illerine akın etmişlerdi. Para kazanmak için en haram yolları deniyorlardı. Bedenlerini pazarlayarak para kazanan bu kadınların işleri epey yâver gidiyordu. Zira evli erkekler bile kendilerine pek rağbet ediyorlardı. Birçok evlilik, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıyaydı ve erkeklerin bir kısmı evlerine uğramaz olmuşlardı. Kadınlar, eşlerini ayartan Rus kadınlarına bedduâlar etmekle yetiniyor, başka bir şey yapmıyorlardı.

Durumun vehâmeti, kurum olarak bizim üzerimize birçok vazife yüklediği için, il müftümüz, hanım din görevlilerini toplayıp bizlere şunları söylemişti:

“-Hanımlar, şimdi sizlere söyleyeceğim sözlerden hicap duymakla birlikte, söylemek zorunda olduğumu bildirmek isterim. İlimizde ciddî âilevî problemler mevcut olup, yuvalar yıkılmakta... Erkeklerin çok suçlu olduğu, harama el uzattıkları bir gerçek… Ama Allah aşkına hanımlara söyleyiniz ki, onların hiç mi suçu yok?!

Geçen hafta durumu müzâkere etmek için görüştüğüm bir grup erkek cemaat, bana şunları söylediler:

“-Kendimizi temize çıkarmıyoruz, lâkin biz de nefis taşıyoruz ve irâde olarak zayıf insanlarız. Kendi kadınlarımızda görmediğimiz, süslenme, bakım, bedene ve kıyafete özeni, güzel kokuyu onlarda gördük. Bu durum, bizi gerçekten çok etkiledi. Allah aşkına söyleyin, insan evde her zaman paçalı donla mı gezmek zorunda?! Yemek pişirdikten sonra soğan kokusunu gidermek için bir duş alıp, tertemiz, iç açıcı bir kıyafet giyemez mi? İç ve dış bakımına dikkat edemez mi?”

Kadınlar olarak kafamızı kaldırmadan müftüyü dinledik. İş, bu hususu cemaate aktarmaya gelince kıyamet koptu.

“-Onlar güzel, câzibeli kıyafetler almış da biz mi giyinmemişiz?”

“-Kendileri kahvelerde oturur; inek, tarla, ev, çoluk-çocuk her iş bizde… O işlere sıra mı geliyor?!”

Mâzeretler uzayıp gitse de şu noktada hepimiz hemfikir olmuştuk. Kadın olsun, erkek olsun insanların eşlerinde görmek istedikleri bazı önemli hususlar var ki, onlara dikkat etmek, eşlere ibadet sevabı bile kazandırıyor. Nasıl kazandırmasın ki, Allah Teâlâ’nın râzı olduğu, helâl dairesinde bütün güzellikleri evinde, eşinde gören erkek ya da kadın, harama bakar mı? Kesinlikle bakmaz!.. Şayet bakıyorsa, ciddî kişilik bozukluğu var demektir, tedavi olması gerekir.

Bakmayacağının delili, Bakara Sûresi 187. âyet-i kerîmede ifade edilmiş:

“Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.”

Nasıl örtü, hem içerdeki görünmemesi gerekli olanı gizler, hem de dışarıdan gelen hâin bakışlara engel olursa, eşlerin birbiri için maddî-mânevî gayreti de bir örtü gibi kişiyi günahlardan ve zararlı olan her türlü şeyden korur. Eşlerin birbirinde sükûnete ermeleri, çok önemlidir. Mutlu ve huzurlu bir evlilik için eşlerin bedenî, ruhî ve duygusal tatmine ulaşmalarında eşlerin birbirlerine karşı davranış biçimleri, birbirlerine önem verip kendilerine dikkat etmeleri çok önemlidir. “Özel hayat” dediğimiz, bizlere mahrem eşlere helâl olan o alanın korunması, eşlerin en büyük vazifelerindendir. Bir kadını temiz, bakımlı, sade ve tertemiz giyimli, süslü görmek; en çok kocasının hakkıdır. Altın ya da gümüş günlerinde, kadınlar arası oturmalarda kadınların değil; düğün ya da derneklerde nâmahrem erkeklerin değil!..

“Süslenme” denilince kastettiğimiz, kuaför koltuklarında zaman öldürmek, üstüne üstlük bir sürü para ödemek değil, ağır abartılı makyajlar yapmak değil; beden temizliğine dikkat etmek, ter ve yemek kokularından arınıp bir duş alıp güzel koku sürünmek, sürme çekmek, temiz ve eşin hoşlanacağı kıyafetleri giyinmektir. Bakımlı ve temiz dişler, yediğine içtiğine dikkat edip hantal olmayan bir beden, kişi için en büyük süstür. Saça fön çekmek, surata fondöten sürmek, bakımlılık olarak algılanıyorsa, bu yanlış bir düşüncedir. En mahrem anlarda birbirini gören eşleri, bu çeşit boya ya da cilalarla kandırmak nasıl mümkün olabilir ki?! “Şapka çıktı, kel göründü!” misâli; bu boyalar yüzden çıktığı zamanlar ne edeceğiz? Önemli olan o fondöten çıkınca geride görünen cildin temiz ve parlak olmasıdır. Tertemiz yıkanmış, taranmış saçlardır.

Bugün hanımların, “Vücut temizliği ibadettir.” diyerek kuaförlerde eşlerinden başka bir kimsenin görmesinin haram olduğu bölgelere ağda yaptırmaya kalkmaları, “Biz güzel yapamıyoruz, daha temiz oluyor!” vb. mazeretleri ileri sürmeleri, aslâ kabul edilemez ve ciddî bir günahtır. İnsanın cildine zarar veren makyaj malzemelerini kullanmak da câiz olamaz. En tabiî ve en sağlıklı ürünler kullanılmalıdır.

Peygamber Efendimiz, eşlerin imkân ve ortama göre, kıyafet seçimine dikkat etmeleri, dışarı çıkarken nasıl îtinali olunuyorsa, eşlerin birbirlerine de aynı ihtimâmı göstermeleri, eşlerin yanında güzel koku, kına gibi kişisel bakım ürünleri kullanmalarını onaylamıştır. (Tirmizî, Nikâh 1; Ebû Dâvud, Tereccül 4; Nesâî, Zînet 64)

Ümmetinin saç ve sakalına bakmasını, pejmürde olmamasını (Ebû Dâvud, Tereccül 3), gözlerine sürme çekmesini, ağız sağlığı dâhil, her türlü beden ve elbise temizliğine dikkat etmesini istemiştir. (Müslim, Cum’a, 9; Buhârî, Cum’a, 12)

Bugün düğün ve nişan merasimlerine baktığımız zaman kadın-erkek karışık ortamlarda, hanımların abiyelerle (bunların pek bol olanı yok, genelde vücuda oturur), üzerlerinde dış kıyafet olmadan, bir de -ne olacaksa- tesettürlü oldukları hâlde başlarında kuaförlerce koskocaman modeller yapılmış, sözüm ona başörtüleri ile arz-ı endâm etmelerine ne demeli?! Tesettürle birlikte abartılı makyajlara ne demeli?!

Erkekler o hususta rahatlar; ne abiye dertleri var, ne makyaj… Ya biz hanımlar! Allah bizi kayırsın da bu tür şaşkınlıklardan kurtarsın inşâallah… Peygamber Efendimiz;“Eşi dışında yabancı erkekler için süslenip dışarı çıkan kadınlar, kıyamet günü karanlıklar içinde ışıksız kalacak kimseler gibidir.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Radâ, 13) 

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’den gelen rivâyetlerde Peygamber Efendimizin güzel koku sürünerek hanımlarını o şekilde ziyaret ettiğini öğreniyoruz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kızı Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’yı Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ile evlendirdiği zaman mehrin bir kısmı ile güzel koku alınmasını istemiştir. İbni Abbas -radıyallâhü anhümâ-, eşinin kendisi için süslenmesinden hoşlandığını, kendisinin de eşi için süslendiğini söyleyip bu durumun erkek ve kadınların birbirlerine karşı haklarından olduğunu bildirmiştir.

Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Uzun bir süre ailesinden ayrı kalan kimse, evine gece vakti ansızın gelmesin!”

Bir başka rivayette, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “yolculuktan dönen kimsenin evine geceleyin dönmesini yasakladığı” bildirilmektedir. (Buhârî, Nikâh 130, Umre 16; Müslim, İmâre 183, 184; ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 19)

Peygamber Efendimiz, büyük bir hassasiyetle evin hanımının eşi için hazırlık yapmasına fırsat verilmesini istemektedir. Uzun süre birbirinden ayrı kalan eşlerin kendilerini dünya işlerine kaptırıp da bakımları ile ilgilenmemeleri ya da mekân olarak ayrılığın duygusal kırgınlıklara, soğukluklara sebep olma ihtimalinin ortadan kaldırılması, bedenen ve rûhen eşlerin birbirlerine hazırlanmaları için ansızın gelmeyip eşinin kendisine çeki düzen vermesi için zaman tanımanın çok önemli olduğu anlaşılmaktadır. Sıcak âile ortamının hazırlanması, evin ve eşin derlenip toparlanıp hazırlanması, bu zamanın tanınması ile mümkündür.

Hanımlara:

“-Eşlerinizi önemseyin, eşleriniz için süslenin, bu dînî bir vecibedir!.” dediğimiz zaman:

“-Biz onlar için yaratılmış cinsel objeler miyiz?!”

“-Bizi olduğumuz gibi kabul etsinler!”

“-Biz onların beğenisine kendimizi sunmak için yaşayan akılsız kadınlar değiliz!” diyen hatunlara derim ki:

“-Süslenmek arzusu, bütün hanımların fıtratında var mı, yok mu?”

El-cevap: “Var.”

Bunun olmadığını kimse söyleyemez. Hem bu kadınlar için bazen ciddî bir ihtiyaç bile olmakta… Kadınların fıtratında bir miktar kendisini gösterme arzusu, erkeklerin fıtratında da güzel ve bakımlı olana bakma meyli mevcut... Bu ihtiyaçları harama düşmeden karşılamak çok önemli…

“-Eşimiz, bizi olduğumuz gibi kabul etsin!” diyenlerin bir düğün ya da törene giderken, neden oldukları gibi değil de görünmek istedikleri gibi bakımlı ve süslü olduklarını açıklamaları gerekir. Birisinde ibadet sevabı alırken, diğerinde kendimizi teşhir etme günahına düştüğümüz de bilinmelidir.

Şu da bir gerçek ki, eşinin yanında, temiz ve bakımlı olmak, güzelliklere dikkat etmek sadece kadınlar için değil, aynı zamanda erkekler için de geçerlidir. Dişi fırçalanmamış, ağzı kokan, saçlarından neredeyse yağ damlayacak olan, ter kokan, dağınık ve pejmürde bir üst baş ile evin içinde gezen bir erkek de eşinin hakkına riâyet etmiyor demektir.

Evlilik, emek ister, gayret ister, çalışkanlık ister; tembellik ve miskinlik, evliliğin düşmanıdır. Boş vermişlik, “aman sen de canım” demek kişilerin birbirlerine duydukları saygı ve muhabbeti zedeler!..

Evlilik, “el iyisi” olmak değildir; “âile iyisi” olmaktır. Dışarıda süslü gördüğümüz çiftler, evlerinde birbirlerine karşı da aynı titizliği gösteriyorlar mı? Esas evlerinde nasıllar? Yoksa “dışı seni yakar, içi beni mi?”

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle