Çocuk Eğitimi, Sadece Kitâbî Bilgi ile Olmaz!

Çocuk eğitimi, yalnız kitâbî bilgi işi değildir. Çocuğun fıtratını, zaaflarını ve istîdatlarını okuma sanatıdır, çocuk yetiştirmek… Onun maddî-mânevî ihtiyaçlarını görebilmek ve ihtiyaçlarına göre bir terbiye verebilmektir. Son olarak elden geleni yaptıktan sonra, Allâh’ın terbiye edişine teslim olmak ve güvenmektir. Bir kalp alışverişidir. Bunun için de mü’min firâseti lâzımdır. Bu ise, Allâh’ın râzı olduğu bir hayattan geçer.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Mü’minin firâsetinden sakının! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsir, 15)

Peki, nedir firâset? Arapça bir kelime olarak, “anlayış, seziş” mânâlarına gelir. Yani derin bir görüş, görünenin ardını görmek, fark etmek...

Yani firâset, hayatın bütün sahalarını kapsayan; hem mânevî anlamda doğruyu görerek ona yönelmek, hem de karşılaştığımız farklı durumlar karşısında en doğru ve en hayırlı olanı sezip buna göre hareket edebilmek demektir.

Bir annenin en çok ihtiyaç duyduğu şey, olup bitenleri ve içinde bulunduğu durumu doğru bir şekilde okuyabilmektir. Bir problem ile başa çıkma metotlarımız, önce içinde bulunduğumuz hâli doğru anlamakla mümkündür. Bu sebeple firâset, yani hâdisenin içine nüfuz edebilmek çok mühimdir. Zira kabukta kaldığımızda ne problemi anlayacak ne de doğru bir çözüm üretebileceğiz. Firâsetli bakış ise, zikrettiğimiz hadîs-i şerîfe göre ancak “Allâh’ın nûru ile bakmakla” mümkündür. Allâh’ın nûru ile bakabilmek ise, bu nûru kazandıracak bir hayat yaşamak ile elde edilebilir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Ey îman edenler! Eğer Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız (takvâ sahibi olursanız), O, size bir furkan (iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırmanıza yardımcı olacak bir anlayış ve nur) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lûtuf sahibidir.” (el-Enfâl, 29)

Bir diğer âyet-i kerîmede ise; “…Bu (Kur’ân), mü’min bir toplum için Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır), hidâyet rehberidir, rahmettir.” (el-A’râf, 203) buyrulmaktadır.

Dolayısıyla ilmî veya mânevî hangi bilgileri edinirsek edinelim, bunlarla beraber lâzım olan, Allâh’ın râzı olacağı bir gönül dünyasıdır. Allâh’ın râzı olacağı bir hayat tarzı ve mü’min şahsiyetidir. Bu vesîleyle Allah bize güçlü bir sezme ve anlama kâbiliyeti verecek, evlâdımızın sıkıntılarını ve problemlerin gerçek sebebini daha iyi göreceğiz.

“Nefs-i emmâreden bakan” bir kişi ile “nefsini tezkiye, kalbini tasfiye eden, etmeye çalışan” bir kişinin gördüğü aynı olamaz. Verdiği kararlar, aldığı tedbirler de aynı olamaz.

Kendimizi mânen ne kadar tamir edersek, yaralarımızı ne kadar sararsak, ne kadar olgunlaşırsak bize gelen nur ve feyiz, başka ifadeyle “kalbimizin atmosferi” evlâdımızı dilimizden çıkanlardan çok daha tesirli şekilde terbiye edecektir.

Ayrıca şunu da ifade etmek gerekir ki, haramla beslenen bir evlâdın rûhunda açılan yaraları hiçbir pedagojik bilgi iyileştiremez. Namazın, Kur’ân’ın ve Allâh’ın zikrinin olmadığı bir evdeki zulmeti, psikolojik bilgilerle kapatamayız. Kul hakkının yendiği, türlü zulümlerin irtikâb edildiği bir ailedeki yavruya yansıyan karanlıkları pedagojik çözümlerle tedavi edemeyiz...

Elbette pedagoji ve psikolojinin gerekli olduğu sahalar ve durumlar var. Fakat bahsetmek istediğim; bu sahalardan faydalanırken bunları “sihirli bir değnek gibi” görüp içinde boğulmamak... Problemlerimizin çözümü ve terbiye adına hangi vesîleleri kullanırsak kullanalım; hidâyeti asıl verenin, şifayı gerçek lûtfedenin Allah olduğunu bilmek, O’na sığınmak, O’nun yolunda olmak, O’ndan yardım istemek zorunda olduğumuzu unutmamak, her şeyin başıdır.

Çocukta bir problem gördüğümüzde bunu pedagojik ve psikolojik olarak görüp “Biz nerede yanlış yaptık?” sorusunu, sadece bu eğitim/bilgi sahasıyla sınırlamak, bizi tam olarak düzeltmeyecektir. Bunlardan da elbette istifade edeceğiz, ancak bunlarla beraber oturup mâneviyâtımızı, Allah ile olan bağımızı, varsa aldığımız beddua ve “âh”ları, işlediğimiz günahları da sorgulayacağız. Aksi hâlde gerçek çıkış yolunu bulmakta zorlanırız.

Meselâ çocuğa şefkat göstermek, sevgi vermek kalbin işidir. Her anne yavrusunu sever, korur, kollar. Fakat bunu ifade biçimi, derinliği, mâneviyâtının gücü ve olgunluğu nisbetinde, nefsin terbiye edildiği ölçüde farklılaşacaktır. Görüş ve duyuş keskinleşecektir. Nefsânî/fıtrî bir sevgiden mânevî/irfânî bir sevgiye dönüşecektir.

Merhamet de nefsimizin mertebesine, mâneviyâtımızın seviyesine göredir. Nasıl ki, îmânı güçlenmiş birinin merhameti kendi nefsinden ve âilesinden dışarıya taşar, çevresindekilere ve elinin uzanabildiği her yere ulaşırsa… Nasıl ki nefsi sürekli “Ben!” diyen biri, sadece kendi derdinde boğulurken, nefsi yol katetmiş biri, içinde bulunduğu toplumu ve ümmeti için de çırpınıyorsa, bu gördüğümüz kocaman fark, evlâdımıza olan merhametimiz için de geçerlidir.

Adâlet, merhametin içindedir. Gerçek mânâda âdil olabilmek için dahî nefsin terbiyesi zarurîdir. Nefs-i emmârede olan birinin bakışı bozuk, görüşü pusludur. Düşünce sistemi düzgün değildir. Bu durumda zaten hâdiseyi ve insanları doğru tahlil edip hakikî çözümler bulmaktan ve bu çözümlere ulaşmak için nûrânî ilhamlar almaktan uzaktır.

Velhâsıl kıymetli anne, kıymetini Allah’tan alan anne! Gönlünü en çok Allah ile meşgul et. Sen Allâh’ın rızâsını gözetirsen, gönlünde nice hazine bulacaksın. Evlâdınla olan meseleler de buna dâhil...

Bütün helâl vesîleleri kullanabilirsin elbet, lâkin her işinin bir ucu secdeye ve duâya varsın. Bir mü’mine, secdeden gayrısı gurbet!.. Secdelerde doğrulasın. Sohbet meclislerinde yoğrulasın. Allâh’ın nûru ile görebilenlerden olasın.

Rabbimiz, sadaka-i câriye olacak evlâtlar nasîb etsin cümlemize...

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle