Bu Da Benim Hidayet Hikayem Olsun

“... (Allâh) kendisine yönelen kimseye hidâyet eder!” (er-Ra’d, 27)

Bu husûsda başkalarının gayreti, sadece vesîle olmaktır. Aksi halde, diğer bir kimsenin -velev peygamber de olsa- gayreti ile hidâyetin nasîb olması mümkün değildir.

* * *

On bir yıl önce müslüman olmuş, 28. yaşına kadar hep bir din arayışı içinde hakkı bâtılın içinde aramış bir ruh: Amerikalı Jackie Hanım!..

* * *

9 yaşında bir kızken banyoya girip kapıyı kapatır, havluyu başıma örter, aynaya bakardım.bu ruhuma haz verirdi. Birileri bana Allah’ın kilisede yaşadığını söyledi. Bunun için ben de sık sık kiliseye gidip Allah’la başbaşa olmak isterdim. Bir gün yine kilisede yapayalnız Allah’ı düşünüyordum. Annem beni aramış, her zamanki gibi kilisede bulmuş. Sanki kiliseler benim Hira’mdı. Yaşım küçük olduğu halde kiliselerin papazlarına zor sorular sorardım. Çoğu zaman cevap veremezlerdi. İncil’de Yusuf ve Meryem’den İsa dünyaya geldi diyor. Başka bir bölümünde Allah’ın İsa’nın babası olduğu iddia ediliyor. “Nasıl inanayım?” diye papaza sordum. O cevap vermedi.

İslam’ı ilk duymam, beş-altı yaşlarındayken oldu. Gittiğim okulda bir müslüman çocukla tanıştım. Annesi siyah çarşaf giyiyordu. Herkesin doğumgünü kutlanıyordu, ama o çocuğun doğumgünü hiç kutlanmadı. Bir gün:

“−Senin doğum günün niçin kutlanmıyor?” diye sordun.

“−Biz müslümanlar doğum günü kutlamayız!..” dedi. O çocuğunannesi ve teyzesi markete giderken onları ağaçların arkasından gizlice izlerdim. Benim gözümde onlar korunmuş birer melek gibiydiler.

Ergenlik çağımda hiç kiliseye gitmez oldum. Çünkü kilise içimdeki boşluğu doldurmuyordu. Sürekli Allah’a duâ ediyordum. Ailem pek dindar değildi. Annemle babam farklı kiliselere mensup olduğundan din hakkında konuşurlar, ben de onları dinlerdim. Lisedeyken din merakımdan dolayı bir din okuluna gittim. Öğretmenimiz hıristiyan bir kadındı ve sürekli İslâmiyeti kötülüyordu. İncillerin hepsini okuduk ama Kur’ân-ı Kerim’den sadece öğretmenin seçtiği bölümler okunurdu. Bu bölümler de daha çok insanın aklında sorular oluşturacak türdendi. Diğer dinleri bilmek istiyordum. Zihnimdeki sorulara sürekli cevap arıyordum. O sıralar bir yahudinin yanıdna muhasebeci olarak çalışmaya başladım. Onun kızıyla din hakkında çok konuşurduk. Neredeyse yahudi olacaktım. Ona Hazret-i İsa hakkında sorular sorduğumda sorularıma cevap veremiyordu. Yahudiliğin gereklerini yapardı, ama kalbiyle inancı kuvvetli değildi. O dönemlerde hıristiyanlıktaki yanlışları çok iyi biliyordum. Dört elle sarıldığım yahudilikte de aradığım huzuru bulamadım.

25 yaşında bir restorantta çalışmaya başladım. Orada çalışanların biri yahudi, biri yehova şahidi, bir kaçı hıristiyan, ikisi de müslümandı. Restoran kapanınca hepimiz oturur, din hakkında konuşur, herkes kendi dinini anlatırdı. Ben kendi kendime o iki müslümana acıyıp, bu iki zavallıyı hıristiyan yapıp kurtarayım diye düşünüyordum. İki müslümandan birinin adı Mustafa, diğeri de onun arkadaşıydı. Mustafa’nın arkadaşı, İslam’ı çok güzel yaşamaya çalışan bir müslümandı.

Bir gün yine oturduk konuşuyorduk. Mustafa ve arkadaşı, her zamanki gibi İncil ve Hıristiyanlık hakkında umursamaz bir tavır takınmışlardı. Ben de onların haline bakarak İslamiyeti iyiden iyiye merak etmeye başlamıştım. Mustafa tatil için Türkiye’ye gitme hazırlıkları yaptığı bir zamanda kendisine yaklaştım ve:

“−Mustafa bey, ben sizinle İslamiyet hakkında konuşmak istiyorum.” dedim. O da:

“−Benimle dinim hakkında konuşmak istiyorsan önce bizim Kitabımızı okumalısın!” dedi. Ben dekabul ettim. Tatil dönüşü bana ingilizce mealli Kur’ân-ı Kerim getirdi. Sonradan farkettim, ingilizceye çevrilmiş en kötü tercümelerden biriydi. Böyle olmasına rağmen daha Bakara suresini tamamlamadan doğruyu bulduğuma inanmaya başladım. Ve Mustafa Beye üç soru sordum.

Birinci “Muhammed kimdir?” Hayatımda ilk defa bu ismi Kur’ân-ı Kerim’de görmüştüm. Peygamber olduğunu açıkladı. Ama bu peygamber araptı. Diğer kültürdeki insanların bunu kabul etmesi zordu. Özellikle biz Amerikalılar için bu imkansız gibiydi. Fakat o anlattıkça Hazret-i Muhammed’i br peygamber olarak kabul ettim. Onun hayatını okudukça, karşılaştığı zorlukları gördükçe onun Allah tarafından bir terbiyeden geçirildiğini hissettim. Şimdi de onun ahlakı beni terbiye ediyordu.

İkinci sorum ise, Kur’an’ın Hazret-i İsa hakkında ne söylediği idi. Yahudi arkadaşlarıma bu soruyu sorduğumda bir şey söyleyememişlerdi. Hazret-i İsa’nın Allah’ın oğlu değil, “kün: ol” emriyle meydana gelmiş bir peygamberi olduğunu anlattı. Zaten ben hıristiyan olduğum halde Hazret-i İsa’nın Allah’ın oğlu olabileceğini kabul etmiyordum. Şimdi ise aradığımı tam manasıyla bulmuştum.

Üçüncü sorum, “Müslümanların namaz kılarken niye yüzünü yere koydukları” idi… O ise buna şöyle cevap verdi:

“−İnsanların Allah karşısındaki kulluklarının zirvesi, bütün benliğinden kurtulup secdeye kapanmaktır. Bu hal, gerçek mabud karşısında kulluğu hissederek O’na yaklaşma arzusudur.”

Sanki duymak istediğim, arayıp durduğum cevaplar bunlardı. Hayatımda pek çok karar vermiştim, ama müslüman olacağım hiç aklıma gelmezdi. 28. yaşgünümde müslüman oldum ve adeta yeniden doğdum. 6 ay sonra Mustafa bey, evlenme teklif etti. Elhamdülillah evlendim. O zamandan beri eşimi ve evliliğimi hiç sorgulamadım, çünkü mutluydum.

İki yıl boyunca müslüman olduğumu aileme söyleyemedim. Ramazan ayında oruçlu bulunduğum bir sırada ailemi aradım:

“−Oruçluyum, müslüman oldum, çok mutluyum!” dedim. Annem çok ağladı, beyimi suçladılar. Erkek kardeşlerim, ölümle tehdid ettiler. Hatta bir tanesi telefonda şöyle dedi:

“−Yakında dinlerin savaşı olacak. O gün gelince ilk öldüreceğim kimse sen olacaksın!”

Tartışacaktım, oruçlu olduğum aklıma geldi. Onlara:

“−Oruçluyum!” dedim ve telefonu kapattım.

Bir gün erkek kardeşim beni örtüyle gördüğünde, onu başımdan çekti ve:

“−Bir daha seni bununla görmeyeceğim!” diye bağırdı.

Elhamdülillah, İslam’ı yaşarken başka zorluk görmedim. Yalnız mezhepleri anlamakta zorluk çektim. Ama beyimin arkadaşı internetten bu konuda çok kapsamlı bilgiler indirdi. Ve bu problemi de aştım.

İslam’ı Amerika’da açıklamak kolay. Çünkü her zaman öğrenmek isteyen gruplar var. Özellikle 11 Eylül’den sonra İslam’dan nefret edenler bile araştırıp bir pürüz ve kusur bulamayınca onu kabul etmeye başladılar. Bizim en büyük eksiğimiz, İslâmiyet’i doğru anlatan, düzgün çevrilmiş ingilizce kitaplar!... Çünkü ya az bilenler kitap yazmış, bu güzel bir ingilizce ile çevrilmiş, ya da iyi bilenler ingilizceye yeterince çevirememişler.

Ben uzun zamandır, Amerika’da yeni müslüman olanlara İslam’ı anlatmaya çalışıyorum. İnsanlar müslüman olmuş, ama İslamiyet’i o kadar az biliyorlar ki… Hayızlıyken yemeğe dokunabilir miyim, bu haldeyken ayrı bir masada mı yemeliyim? Bu ve benzeri çok basit konularda bile bilgi eksikliği var. Bilen insan yok denecek kadar az!..

Bizim vasıtamızla İslamiyete girenler oldu ama bu bizden değil, Allah’tandır. Hapishanelere gidip oralarda İslamiyet’i anlattım. Bir gün hapishaneden telefon geldi. Arayan, orada hıristiyanlığı anlatan kimse idi. Hemen gelmemi istedi. Ve:

“−Burada müslüman olmak isteyenler var.” dedi. O gün orada üç kişi müslüman oldu.

Bir gün bir arkadaşımla İncil hakkında konuşuyorduk. O hıristiyandı. Ben Hazret-i Meryem ve Hazret-i İsa ile ilgili ona bazı bilgiler verdim. O:

“−Bunları İncil’den mi aldın?” dedi. Ben de:

“-Hayır, bu Kur’ân-ı Kerim’de geçen âyetlerdir.” dedim. Çok sinirlendi, elindeki İncil’i yere atıp üzerine basarak oradan ayrıldı.

Şimdi Türkiye’ye geldim. Buradaki manzarayla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum:

Türk hanımları hayatları için çok mücadele veriyorlar, lakin aynı fedakarlık ve gayreti ahiretleri için göstermiyorlar. Bazen Allah için bazı dünyevî makamlardan, servet ve menfaatlerden fedakarlık gerekebilir. Okuldan bile fedakarlıkta bulunabilirler, ancak bu Allah’ın ilim kapılarının kapandığı anlamına gelmez. Türkler bilmelidirler ki, onları izleyenler var. Onlar yalnız değil, biz de orada aynı şeyleri yaşıyoruz.

İkinci önemli sorun, çocuk eğitimindeki gaflet!.. Bu başlı başına muazzam bir kayıp. İslamiyetten habersiz yetişen çocuk ebeveyni için hayatı zorlaştırıyor. Amerika’da çocukları İslam üzere yetiştirmek zor. Burada “estağfirullah, elhamdülillah, inşaallah…” kelimelerini duyuyorlar. Bu bile önemli… Çocuklarımıza, Allah’ın onları devamlı gördüğünü aşılamamız lâzım!.. Amerika’da çocuk, anne babasını kahkahalarla öldürebiliyor. Çünkü onlarda kendilerini gören bir Allah düşüncesi yok.

Evlatlarını İslam doğrultusunda yetiştirmeyen annelere sesleniyrum. Amerikalı öğretmenlerin bir sözü vardır:

“Çocuklarımız bilemeyeceğiz bir zamana ve göremeyeceğimiz bir mekâna birer mesajdır.”

Uzun zaman önce bahsedilen zaman ve mekana göndereceğim mesajın şu olduğuna karar verdim:

Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullâh!..

Eğer çocuklarım bu mesajı benim için taşırlarsa kendimi bu hayatta başarılı sayacağım, bunun için buraya geldim. Anne iyi öğrenecek ki, çocuklarına öğretsin. Kardeşlerim size soruyorum:

“Siz sizden sonrakilere hangi mesajı göndereceksiniz? Sizin insanlara mesajınız ne?”

 

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle