Boşanma Sebepleri Ve Çözüm Yolları -19- Denklikteki Pürüzler

Denklik (kefâet) sözlükte; denk, eşit ve benzeri olma mânâlarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak; “evlenecek eşler arası dînî, ekonomik ve sosyal bakımdan yakınlık ve denklik bulunmasını” ifade eder.[1] Denklik, evliliğin şartlarından değil, İslâm âlimlerinin, daha ziyade evlilikte uyumu ve kalıcı mutluluğu sağlamak amacıyla kabul ettikleri tedbirlerden biridir.[2]

Yazımızın bu maddesinde, denklik konusunun fıkhî yönünü değil, pratik hayatımızdaki yansımalarını ele almaya çalışacağız. Bu mevzuda aklımıza ilk gelenleri; dindarlık, eğitim, dünya görüşü, ideal, düşünce ve kültür birliği, karakter, meslek, asalet, yetişme şartları ve âile yapısı (köy veya şehirde yetişme vb.), maddî refah seviyesi ve fizikî özellikler şeklinde sıralayabiliriz.

Evlilik öncesi denklikle ilgili hususlar ne kadar dikkate alınırsa, bu mukaddes birlikteliğe o kadar sağlam adımlarla girilmiş olacaktır, Allâh’ın izniyle… “Dikkate almak” derken; bu konuda bilinçli olup gerekli ön bilgileri elden geldiğince edinmeye çalışarak, bu bilgiler ışığında bir rota çizmeyi kastediyorum. Bu ise, henüz ayağı yere tam basmayan gençlerden daha çok, ebeveynlerin rehberlik etmesiyle gerçekleşebilir.

Peki, rota nasıl çizilecek? Her iki âilenin de eş adaylarını mümkün olduğunca yakından tanıyıp, gerekli istişâreleri yaptıktan sonra, ortaya çıkan durum hakkında gençleri bilgilendirmesi en sağlıklı olandır. Bunun için de âilelerin bilinçli olması ve doğru yolu göstermesi çok önemli elbette… Aksi takdirde yol açması beklenenlerin köstek olması, felâket tellâllığı yapması, meseleye dar ya da önyargılı bir çerçeveden bakıp küçük pürüzleri telâfi edilemez problemler gibi görmesi de maalesef sıkça yaşanmakta… Önceliklerimiz hususunda, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu hadîs-i şerîfini kulağımıza küpe yapmalıyız:

“Kadın, dört hasleti için nikâhlanır: Malı, nesebi, güzelliği ve dîni için… Sen dindar olanı seç de huzur bul.” (Buhârî, Nikâh, 15)

Neden? Dindar olmak, yani “hayatı, Allâh’ın rızâsını kazandıracak geçici bir imtihan sahası” olarak algılamayı prensip hâline getirmek, her meseleye ilâç da ondan… Bu öğüdü dikkate almayıp, denkliğin en çok aranması gereken maddesini, yani dindarlığı ilk plâna almayanlar:

“-Evlendikten sonra ben onu adam ederim!” ya da:

“-Yavaş yavaş düzelir, vb.” diyerek büyük bir risk almaktadırlar.

İstikbalde -Allah dilerse- çocuklarının annesi ya da babası olacak olan eşi seçerken, samimi bir şekilde İslâm’ı yaşama gayretinde olup olmadığı, mümkün olduğunca araştırılmalıdır. “Köprü geçilene kadar” yapılmış olma ihtimali bulunan vaatlerin güvenilirliği her zaman muallâkta olacaktır. Aksi takdirde fayda vermeyecek pişmanlıklar doğabilir, Allah korusun.

Evet, iki dünya hayatını ilgilendirecek bir hassasiyet istiyor bu madde…

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır…” diyor ya merhum Âkif…

Allah korkusu yerleşen gönül, Allâh’ın râzı olmayacağı iş yapmaktan sakınır; beşeriyet îcâbı yaparsa da, hatırlatıldığında kendine çekidüzen vermesini bilir, Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rehberliği hayatına yön verir. Bu noktada, bana çok tesir eden ve bu yüzden de düğün davetiyeme yazdırmış olduğum şu âyet-i kerimeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem tayin edip, sonra Senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe (tam bir teslîmiyetle boyun eğmedikçe) îman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)

 İçinde bir sıkıntı duymadan, yani tam bir tevekkülle kabullenmek, aksi takdirde îman etmiş sayılmamak; ne müthiş bir îkaz… “Aralarındaki meseleler” ifadesi ile tabiî ki çok geniş bir mânâ deryası kastediliyor. Toplumlar ve bütün insanlar arası meseleler… Toplumun çekirdeğini âile oluşturduğuna göre, bu “hakem tayin ediş”i önce âilede oturtmak, problemlere Allah ve Rasûlü’nün ölçüsü ile yaklaşmak, temellerin sağlamlaşmasını sağlayacaktır, inşâallâh… Yoksa “bana göre” ve “bence”ler havada uçuşur gider.

Kıyamete kadar rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’de son söz söylendiğine ve Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de sırları hâlâ keşfedilmekte olan örnek hayatıyla yolumuzu aydınlatmaya devam ettiğine göre; bize düşen, bilmediklerimizi öğrenip, bildiklerimizle amel etmektir. Hâl böyle olunca, rota da daha sağlıklı çizilecek; her hâli ibadete dönüşen ideal Müslümanlar ve huzurlu yuvalar çoğalacaktır.

Konumuzu ana hatlarıyla şöyle toparlamaya çalışayım:

Dört dörtlük bir denklik ne mümkün; ne de gerekli… “Üstünlüğün ancak takvâ ile olduğunu” îlân eden âyet-i kerîmeden[3] sonra, yapmamız gereken, farklılıkları hoşgörü potasında eritmek zâten... İhmal edilmemesi gereken, evlilik öncesi mümkün olan bütün araştırma ve istişâre sonuçlarını masaya yatırmak ve muhtemel durumları tahmin edebilmek… Bu, elden geldiğince yapılabilirse, rûhen ve fikren hazırlıklı oluş; evlilik hayatına gençleri daha iyi hazırlayacaktır. “Elden geldiğince” ve “mümkün olan” kelimelerinin altını çiziyorum. Çünkü zaman zaman basîret bağlanabilir; bazı durumlar gözden kaçırılabilir. İmtihan, boyutları farklılaşabilir.

Bunun tam tersine, üzerinde düşünülüp hiçbir değerlendirme yapılmadan evliliğe adım atılması durumunda, eşlerin mevcut hâlin çeşitli menfî neticelerine hazırlıksız yakalanmaları söz konusu olacaktır. Âile huzurunun dalgalanmalarına karşı muvâzenenin (dengenin) tesisi için, daha fazla çaba gösterilmesi gerekecektir.

Yuva kurulunca, iki taraf birbirini her hâliyle, her yönüyle tasdik etmiş olacağından, âile saâdetine gölge düşmemesi için, farklılıkların değil, ortak paydaların ön plâna çıkarılması elzemdir. Meselâ eğitim ya da kültür düzeyi farklı eşlerden üstün durumda olan, meyveli ağaç misâli bir taraf mütevâziliğini kuşanırken; diğeri de iki gününün eşit olmaması için kendini geliştirme yolunda samimi gayret göstermelidir. En azından genel kültürünü geliştirmeye, sıcak gündemi takip etmeye çalışarak sohbet kalitesini artırmalıdır.

Yetişme şartları, kültürel özellikleri farklı olanlar da bunun hayatlarına bir renk kattığını düşünmeli; bütün müslümanların kardeş oluşu prensibini düstur edinmelidir. Âilelerinin ekonomik seviyesi farklı olan eşler de, Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evliliğinden ilham almalı, seyran olan samanlık kadar olmasa da; dünya malının geçiciliğini, kanaatin en mühim zenginlik oluşunu; en mühimi de, huzurun hiçbir maddî değerle satın alınamayacağı gerçeğini hatırlarında tutmalıdırlar.

Şer’î meselelerde olmadıkça görüş farklılıkları hoşgörü ile karşılanmalı; hiçbir mesele, konuşulamayan bir tabu hâline gelmemeli, hele hele tasavvufî yolları farklı olan eşler, aslâ diğer yola saygı ve hürmette kusur göstermemelidirler. Üzerlerine farz olan hâl ilimlerindeki (ilm-i hâl) eksikliklerini ise, gündemlerinin ilk sırasına oturtmalı; bu alandaki eğitim için birbirlerini teşvik eden bir tutum sergilemelidirler.

Rabbimiz, ebedî saâdeti kazanma vesîlelerinin başında gelen eşlerimizle karşılıklı saygı ve dayanışmamızı kuvvetlendirsin. Nezâket, zarâfet, firâset ve diğergâmlık sahibi kullarından olmayı nasîb eylesin. Âmîn.

 

[1] Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Âile İlmihâli, Erkam Yayınları, sh: 179.

[2] Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı Dinî Bilgilendirme Platformu; bkz: fetva.diyanet.gov.tr.

[3] Hucurât Sûresi, 13. âyet.

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle