Büyük Günah (Kebair)

Günah Nedir?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hicretin dokuzuncu yılında, kabilesinden on kişilik bir heyetle gelip Müslüman olan Vâbisa bin Ma’bed el-Esedî’yi kalabalık içinde kendisine yaklaşmak istediğini görerek dâvet etmiş vedizi dizine değecek kadar yakınına gelince de:

“-Bana iyiliğin ve kötülüğün (sevap ve günahın) ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurmuştu.

Vâbisa, “Evet” cevabını verince, elleriyle onun göğsüne dokunan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Kendine danış ey Vâbisa! İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içi sinen şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile gönlü(nü) huzursuz eden ve içinde bir şüphe bırakan şeydir.” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227; Dârimî, Büyu’, 2; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XXII, 148)

En büyük hakikatleri, en kısa ifadelerle dile getirme (cevâmiü’l-kelîm) husûsiyetine sahip olan Peygamber Efendimizin bu günah târifi, başka bir söze ihtiyaç kalmayacak kadar açık ve nettir.

Gerçekten insanlar bazen, çeşitli sebeplerle bir işin yapılacağına dair fetvalar verebilir, görüşlerini arz edebilir. Ama mühim olan insanın kendi gönlündeki fetva mercii, yani vicdanıdır. Kalbi tamamen kararmamış, taş gibi kaskatı kesilmemiş her insanın vicdanı, onu doğruya sevk eden bir rehberdir. Rabbimiz, hepimizin tertemiz bir fıtratla geldiği bu dünyada, onu bize doğruluk pusulası olarak yerleştirmiştir. İnsan, çevre şartları ile ne yaparsa yapsın, vicdanı onu rahat bırakmaz. O yüzden “günah”, insanın vicdanını tırmalayan, onu rahat bırakmayan, başkalarının duymasını, görmesini, öğrenmesini istemediğimiz her şeydir.

Bu hakikat başka bir hadîs-i şerîfte de şöyle dile getirilmiştir:

“İyilik, güzel ahlâktır. Kötülük ise, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediği şeydir.” (Müslim, Birr, 15)

 

Mü’min ve Günah

Mü’minler, günahlar karşısında lakayt olamazlar. Onlar, günahın gizlisinden açığından, büyüğünden küçüğünden uzak dururlar. Allâh’ın haram kıldığı şeyler başta olmak üzere, gücü nisbetinde her türlü yasaklardan ve şüphelilerden uzak dururlar. Mü’minin günah karşısındaki durumunu şu hadîs-i şerîf ne güzel tasvir eder:

“Mü’min kimse, günahlarını, üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir/günahkâr kişi de günahlarını, burnu üzerine konan ve kovalayıncaya kaçacak bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 49)

Çünkü günah, küçücük bir nokta hâlinde kalbe düşer, onu kirletir. Hemen peşinden bir tevbe gelmezse o iz burada kaldığı gibi, kalp, diğer günahlarla lekelenmeye devam eder. Bir müddet sonra kalp iyice kararır ve sertleşmeye başlar. Bir an gelir ki, taştan daha sert bir hâle dönüşür ve artık o kalbe, îman, hidâyet ve takvâ girecek yol bulamaz. Bu ölmüş kalp sahipleri, ne kadar büyük îkaz ve âyetlerle karşılaşsalar da kendilerine bir tesiri olmaz. O hâlde, kötülüklerin bir çığa dönüşerek insanı içine alıp yutmasından önce, küçücük bir leke hâlindeyken bile önemsenmesi ve bir an önce temizlenmeye çalışılması gerekir.

Hadîs-i şerîflerde günahların kalbi kararttığı[1], rızıktan mahrum ettiği[2], çoğalması neticesinde insanı helâke sürükleyeceği[3] bildirilmiştir.

Günahın cezasını âhirete bırakmamak, bu dünyadayken mümkün olduğu kadar temizlemeye çalışmak gerekir. Ashâb-ı kiram, bir hata işler işlemez, soluğu Peygamber Efendimizin yanında alır ve o günahı temizletmenin peşine düşerlerdi. Peygamber Efendimiz, günahlardan kurtulmanın en pratik yolunun tevbe ve o günahın hemen peşinden yapılan iyilikler olduğunu haber vermiştir. (Tirmizî, Birr, 55) Allah Teâlâ da bu hakikati, şu âyet-i kerîmeyle beyân buyurmuştur:

“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hûd, 114)

Tevbe ederek insanın hâlini, hatalarını düzeltmeye çalışması ve o günahları bir daha işlememeye azami gayret göstermesi, günahta ısrar etmemesi; onun pişmanlığının işareti ve affa mazhar olmasının yoludur. (Âl-i İmrân, 135) Samimiyetle yapılan bir tevbenin günahları affettirmesi hususunda, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Günahtan tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

 

Bütün Günahlar “Bir” midir?

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Eğer size yasaklanan (günahların) büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.” (en-Nisâ, 31) buyurmuştur.

Gerek bu âyet-i kerîmeden, gerekse Peygamber Efendimizin hadîs-i şerîflerinden yola çıkan İslâm âlimleri, günahları “büyük” ve “küçük” günahlar olarak ikiye ayırmışlardır.

Âyet-i kerîmelerle yasaklanan, yapılması üzerine “had” cezaları konulmuş bulunan günahlar, büyük kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz de birçok hadîs-i şerîfinde bu büyük günahları madde madde sıralamıştır. Allâh’a şirk koşmak, anne-babaya karşı saygısız ve hayırsız davranmak, insan öldürmek, yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmak, açlık korkusuyla evlâdını öldürmek, kâhinlere gitmek, sihir-büyü ile meşgul olmak, komşunun eşi ile zina yapmak vb. pek çok büyük günah sayılmıştır.

Bu büyük günahların zirvesi, Allâh’a şirk (ortak) koşmaktır. Allah Teâlâ, kul hakkını ve “şirk koşmayı” affetmeyeceğini bildirmiştir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar…” (en-Nisâ, 116) buyrulmuştur.

Kul hakkı olan günahlarda ise, hak sahibinden helâllik almak şarttır.

Bir de bir günaha öncülük etme hususu vardır. Bir kişi, iyilik veya kötülük de öncülük ederse, peşinden gelip onu taklid eden kimselerin o işteki sevap ve günahlarından da pay sahibi olur. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Âdem’in evlâdından Kabil’in, yeryüzünde ilk defa kan dökmeyi başlatması sebebiyle, bütün öldürme hâdiselerinin günahından pay sahibi olduğunu haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:

“Bir can haksız yere öldürüldüğünde, onun kanından/günahından Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) mutlaka bir pay düşer. Çünkü öldürme âdetini ilk kez başlatan odur!..” (Buhârî, Diyât, 2; Müslim, Kasâme, 27)

Mevzuyla alâkalı Peygamber Efendimizin şu hadîs-i şerîfiyle yazımızı noktalayalım:

“Kim İslâm’da güzel bir davranışa öncülük ederse, hem (kendi yaptığının) sevabını, hem de kendisinden sonra o işi yapanların sevaplarını alır. Üstelik onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa önayak olursa, hem kendi günahını, hem de kendisinden sonra onu yapanların günahını alır. Yine onların günahından da bir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât 69, İlim, 15)

Rabbimiz, bizi hayırlarda öncülük yapan “sâbikûn”dan eylesin. Bizi, kötülükten, kötülerin şerrinden ve kötülükte öncülük yapmaktan muhafaza buyursun. Bizi, hakkıyla tevbe eden, günahın her türlüsünden uzak duran müttakî kullarından eylesin. Bizden râzı olsun ve bizi râzı olacağı amellere sevk etsin. Rızasına kavuşmuş kullarıyla beraber haşreylesin ve cemâliyle müşerref kılsın. Âmin.

 

[1] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83; İbn-i Mâce, Zühd, 29.

[2] İbn-i Mâce, Fiten, 23; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 278.

[3] Buhârî, Enbiyâ, 7.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle