Güyâ Âlim

Düz yol varken dağdan aşma!

Çıktım zannederken düşme!

Zaman fitneler vaktidir,

Kanıp îmânını deşme!

 

Düşman iki türlüdür. Biri samîmîdir. Açıktan saldırır. Küfredecekse, herkese duyura duyura eder. Onu bilirsin. Maskesizdir. Nettir. Merttir. Zâlimliğinde mâhirdir. Yüksek bir firâsetin olmasa da tanırsın, tedbîrini alırsın.

Diğer düşman ise, samimiyetsizdir. Gizliden saldırır, bala zehir karıştırır, tebessüm ederken diş biler. Küfrünü îman, hırsını gayret, cehlini ilim, kibrini de tevâzû kılıfında gizler. Şeytana hizmette olduğundan, Hakk’a ve O’na tâbî olmaya çalışanlara öfkelidir; lâkin öfkesini dahî sürekli sırıtarak gizlemektedir. İnandığı bâtılı yiğitçe söyleyemeyecek kadar korkak olduğundan, başı azıcık sıkıştığında kendi sözünü, üstelik yemin billâh ederek yalanlayıverir. Hakta görünür, bâtıldadır. Muğlaktır. Sinsidir. Pusludur. Pusudur. Çelişkiler içindedir; çünkü doğru ile eğriyi karıştırmakla vazîfelidir. Âlimliğinde zâlimdir. Kuvvetli bir basîretin yoksa tuzağına düşer, o kaleyi içten içe fethederken, sen ayakta uyursun.

Göründüğü gibi olmayan bu tayfaya, “münâfık” denir. Nifak; yalanla ve aldatmayla beslendiği için, küfürden bir cüzdür. Lügatte “ara bozucu, bölücü, kışkırtıcı” kelimeleriyle karşılık bulan bu vasıf, hiçbir samîmî müslümanda var olamaz.

Her kâfir münâfık değildir, her münâfık da tam kâfir değildir; lâkin nifak zehirdir, münâfık zehirlidir. Kimi nifak îmanda, kimi ibadette, kimi ise ahlâk ve muâmelâttadır. Ancak her nifâkın, kalpte yer bulan bir karanlık kökü vardır. Münâfık hasletlilerin bir kısmı da ne yazık ki, “Güyâ Âlim”dir.

Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır:

“Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, ondan vazgeçinceye kadar onda münâfığın husûsiyetlerinden biri bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edilince hıyânet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verdiğinde sözünden döner. Düşmanlık yapınca haddi aşarak haksızlık eder.”[1]

En tehlikeli münâfık, en kıymetli emânetimiz olan İslâm’a hıyânet edendir. En tehlikeli yalan, Allah ve Rasûlü adına söylenendir. En tehlikeli dönek, Allâh’a verdiği sözden dönendir. Ve en tehlikeli düşman, Allâh’a ve Rasûlü’ne garez besleyendir.

Münâfık hatâ etmez, kasteder. Bile bile aldatıp şaşkın eder. İşlediği günahı hüner addeder. Hiçbir “Güyâ Âlim”, ben bilmem, demez. Hiçbir münâfık da düşmanlık ettiğini söylemez.

“-Ben bilirim, ben ıslah ediciyim!” der.

Ya dedesi hacıdır ya babası... İlmin, bilimin, her bir şeyin, ondadır cabası… Kur’ân’ı okuyup okumadığı muammâ olsa da etiketi mekteplidir, okuyandır. O herkesten fazla emek vermiş, herkesten fazla kafa patlatmıştır. Kendini en doğru, biricik ilmî otorite gibi lanse ederken, sanki gâyesi, senin de şaşman ve gelmiş geçmiş bütün İslâm âlimlerine vefâsızlık ve saygısızlık edip üstünlük taslamandır. Herkesinki bâtıldır, onunkisi haktır!

Diyeceğini der; lâkin biraz tepki alınca, dediğini inkâr eder. Nabza göre zehir sunar. İkide bir, öyle demediydim, şöyle dediydim, diyen dili, kıvrak bir rakkâseye benzer. İnsanların aklıyla dalga geçer. Kendi çöplüğünde kraldır; lâkin zavallıdır.

Müslümanı, bu “Güyâ Âlim”lerin fitnesinden ancak, Hakk’ın sınırları içinde seve seve durmak, yani ihlâslı olmak kurtarır. Lâkin ihlâs, satır okuyup akademik ünvan yapmakla değil, sadır okuyup istikamet ve takvâ üzere yaşamakla kazanılır. Rabbimiz buyurur:

“Aralarında hüküm vermesi için Allâh’a ve Rasûlü’ne dâvet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak, «İşittik ve îman ettik!» demeleridir. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır. Her kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allâh’a takvâ üzere yaşarsa, işte asıl mutluluğa erenler de bunlardır.”[2]

“Allah ve Rasûlü, bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[3]

(Rasûlüm!) De ki: «Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[4]

“…Kim Allâh’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; o orada devamlı kalıcıdır; işte büyük kurtuluş budur. Kim Allâh’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[5]

“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, Seni onların başına bekçi göndermedik!”[6]

Yine de duyarsın, kimileri işitip isyân eder, kimileri Hak adına söz îcâd eder. Nifak, saçmalatan bir şeydir. Kendisinden öncekileri, “Uydurulmuş bir dîne inanmakla” ithâm ettirir. Kendi düşüncesi dışındakileri her türlü îzâha rağmen küçük gösterir, reddettirir.

Güyâ Âlim, kendisinden ve kendi gibi reformistlerin ortaya çıkışından evvelini, “Kur’ân’ın anlaşılamadığı dönem” olarak kabûl eder. Dikkat çekmek için abuk sabuk hareketler sergileyen dengesizler gibi, sürekli üslûp ve edep hataları yapar, sadece muhaddislere değil, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a da iftirâ atar.

Bütün bu kibirli tipler; meşâyıhı, denetlenmesi ve imtihan edilmesi gereken birer şüpheli olarak görür; lâkin kendi burunlarından hiç kıl aldırmazlar.

Güyâ Âlim tiplerden kimi, tevâzû fakirliğinin getirdiği hamâkatle, Sevgili Peygamberimizin azîz zevcesi Hazret-i Hatîce hakkında kaba ifadeler kullanmakla kalmaz, Hazreti Peygamberi yüceltiyor gibi yaparken, aslında O’nu da, evlenilmeye lâyık olmayan kıymetsiz bir kadınla evlenmeyi göze almış, şefkatinin ayarı kaçmış, ciddiyetsiz ve şaşkın biri gibi gösterir, istihfâf eder.

Göz vardır, Peygamber Efendimizi görür; O’nun insan oluşuna, yetimliğine, fakirliğine takılır, Ebû Cehil olur, Ebû Leheb kalır. Göz vardır, O İki Cihan Seyyidi’nin faziletine hayran olur; kendinden geçer, tek bir işaretine her şeyini feda eder. İkinin ikincisi olur, sıddîk olur, Hazret-i Ebûbekir olur. Allâh’ın sevgili kulları bir ayna gibidir, herkes onlarda kendi ruhunu seyreder.

Allâh’ı seven, Rasûlü’nü sever. Rasûlü’nü seven, Rasûlü’nün sevdiklerini sever.

Allâh’ın haram kıldığı işleri yaparken hiç utanmayıp “Bize yakışıyor!” demek de, “Hakkında âyet yok!” diyerek Mehdî’yi, şefaati, sarığı, takkeyi, tesettürü, hattâ beş vakit namazı reddetmek de, âriflere ve müfessirlere şüphe ya da inkâr ile yaklaşırken, ateist düşünürlerin ve evrimcilerin sözlerini referans göstermek de bu “Güyâ Âlim”lerin işidir.

Habîbullah -aleyhisselâm-’a salavat getirmeyi “yağcılık” ve “dalkavukluk” gibi gören; protokolü hiç sevmediklerini söyleyerek, Allah dedikten sonra -celle celâlühû- demeyi gereksiz gören bu kimselerin devirdiği çamlar, kırkı çoktan geçmiştir.

“Âhir zamanda fitnenin, câhil ve kötü din adamları eliyle çıkacağını”[7] bildiren hadîs-i şerîf, ayan-beyan yaşanmaktadır.

“Şerlilerin en şerlisi, kötü âlimlerdir.”[8]

“Onlar insanları Kitâbullah’a çağırıyorlar; fakat kitaptan zerre kadar nasipleri yok.”[9]

“…Onlar kitap yüklü merkepler gibidir.”[10]

“…Doğrusu birçokları hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar...”[11]

 Öyleyse gel, düz yol varken tehlikeli dağdan aşma!

Çıktım zannederken yuvarlanıp tepe üstü düşme!

Zaman fitneler vaktidir, kanıp îmânını deşme!

 

[1] Buhârî, Îman, 24; Müslim, Îman, 106.

[2] en-Nûr, 51-52.

[3] el-Ahzâb, 36.

[4] Âl-i İmrân, 31.

[5] en-Nisâ, 13-14.

[6] en-Nisâ, 80.

 

[7] Bkz. Buhârî, İlim, 34; Müslim, İlim, 13.

[8] Dârimî, Mukaddime, 34; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 258.

[9] Ebû Dâvûd, Sünnet, 31/4765.

[10] el-Cuma, 5.

[11] el-En’âm, 119.

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle