Bir Mübârek Sefer Hakkında Hasbihal -3

Bazı İlmihal Bilgilerinin Eksikliklerinin Giderilmesi

 Fikrî hazırlık aşamasının diğer bir yönü de, yapacağımız ibadetlerle ilgili bilgilerimizi gözden geçirmektir. Meselâ hayatlarında hiç Cuma ve cenâze namazı kılmamış olan ya da cemaatin ilk rekâtına yetişemeyince, imama nasıl uyulacağını bilmeyen hanım kardeşlerimiz, bu yöndeki bilgilerini tamamlayıncaya kadar, böylesi faziletli ibadetlere katılmaktan mahrum kalabilmekteler maalesef…

Mescid-i Haram’da kılınan bir rekâtin, herhangi bir yerde kılınana göre “yüz bin kat”[1], Mescid-i Nebevî’de kılınan bir rekâtin ise “bin kat”[2] daha faziletli olduğu müjdesini hatırlarsak, kaçıracağımız fırsatların büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz.

Cemaatle namaz da tek başına kılınana göre “yirmi yedi derece üstün” olduğuna göre, bu konularda bilgi eksiğimiz kalmamalı. Abdest tazeleme ya da çeşitli sebeplerle geç kaldığımız cemaate kolaylıkla katılabilir, Cuma ve neredeyse her vakit kılınan cenaze namazlarının ecrinden bol bol istifade edebiliriz böylece…

 

Mekke Günleri[3]

Hac ya da umre yolculuğuna Mekke’den başlanacaksa, havaalanında ihrama niyetlenilir. Erkekler, kefeni andıran; rütbe, mevki, ekonomik durum gibi farklılıkları sıfırlayan ihramları; hanımlar ise tesettüre uygun dış kıyafetleri ile mânevî iklimlere kanat çırpmaya hazırlanırlar. Bu mâsum halleriyle, her türlü emre âmâde, “Baş üstüne!” demeye hazır bir asker gibidirler.

İhrama girilirken getirilen telbiye de zaten bu, “Başım gözüm üstüne!” deyişin en kıymetli ifadesidir. Bu yüzden mutlaka telbiyenin mânâsı[4] üzerinde tefekkür etmeli, kulluğumuzu masaya yatırıp nefis muhasebesi yapmalıyız.

“-Buyur Allâh’ım!” deyişimizle hareketlerimizin uyum içinde olmasına, O’nun râzı olacağı bir hâli muhafaza etmenin gayreti ve uyanıklığı içinde bulunmaya çalışmalıyız.

 

Haccın ve İhramın Yasakları

İhrama niyetlendiğimiz andan itibaren, bu ibadetimizin ecrinin azalması için şeytanın var gücüyle yapacağı çalışmalara karşı gardımızı almalıyız. İhramlı değilken câiz olan birtakım fiilleri unutarak yaptığımız durumlarda, sadaka olarak kefaretlerini ödememiz mümkündür. Zaten kastî yapılan bir şey olmadığı için, insânî ve tabiî bir durumdur bu…

Fakat, hayatımıza tamamına yaymamız için bir idman mahiyetinde olan ve şu âyet-i kerime ile altı çizilmiş bulunan ihram yasaklarının işlenmesi, hac veya umremizin sevabına ciddî gölgeler düşürecektir:

“Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca karar verip niyet ederse, bilsin ki hac sırasında kadına yaklaşmak (rafes), günaha sapmak (fısk) ve tartışıp çekişmek (cidâl) yoktur. Ne hayır işleseniz Allah onu bilir. Azık edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı, takvâdır. Öyleyse bana karşı takvâ sahibi olun, ey akıl sahipleri!” (el-Bakara, 197)

“Rafes”, “fısk” ve “cidâl” olarak hülâsâ edilen bu üç yasak nedir?

“Rafes”, şehveti tahrik edici söz ve fiiller…

“Fısk”, bütün günahlar…

“Cidâl” ise, her tür tartışma şeklinde târif edilebilir.

Rafesten kaçınma ile şehvet kontrolü, fısktan korunarak akıl kontrolü, cidâlden uzak durarak öfke kontrolü sağlanmış olur.

“Ben, haklıyken bile çekişmeye girmekten kaçınan kimse için cennetin kenarında bir köşk verilmesine kefilim!” hadîs-i şerîfi ve:

“Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde vakarla yürüyen, câhiller kendilerine laf attığı zaman, «Selâm!» deyip geçen kullardır.” (el-Furkan, 63) âyet-i kerimesi, zaten meseleyi özetlemektedir.

Bize düşen, yolculuk esnasındaki bekleyişler, iklim değişikliği, uyku düzenindeki farklılıklar, heyecan vs. ile şeytanın işinin kolaylaştığının farkında olup; hareket ve sözlerimize her zamankinden fazla dikkat göstermektir.

Gündelik hayatta zaten sorumluluğumuz olmasına rağmen, günahlardan sakınma hususuna, âyet-i kerîmede hac vesilesiyle tekrar dikkat çekilmesi üzerinde ayrıca düşünebiliriz. Hac ve umre gibi toplumsal bir ibadet esnasında günahlardan sakınmak; hem huzuru ve feyzi artıracaktır, hem de hac ve umre öncesi hayatımızdaki birtakım hata ve eksiklerimize son vermek için güzel bir başlangıç mahiyeti taşıyacaktır.

Bu konuda yaygın olarak yapılan yanlışlardan birisi ise; bir yandan kokulu sabun kullanmak, kıl koparmak gibi ihram yasakları için hassasiyet gösterirken, diğer yandan ufak bir meselede parlayıp tartışarak hazin bir çelişki sergilemektir. Birinci tür yasakları unutarak işleyişimizi sadaka vererek telafi etmeye çalışabiliriz. Ama tartışarak din kardeşlerimizi incittiğimizde bu cürüm, kul hakkına girmeye ilaveten farklı bir isim daha almakta: “Allâh’ın misafirini incitmek!”… Zira Mîkat sınırından ihramla geçip hac ve umre yolculuğuna başlamış bulunanlar, evlerine dönünceye kadar “Allâh’ın misafiri” şerefine mazhar olurlar. Herhangi bir misafirimiz, başka bir misafirimizi incittiğinde, bundan ne kadar rahatsız oluruz değil mi? Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’de kılınan namazların sevabı katlandığı gibi, işlenen bu tip hatalar da, mekânın şerefi sebebiyle amel defterimize katlanarak zarar vermekte...

Bu üç yasağın, yani rafes, fısk ve cidalin işlenmesi durumunda bir kefaret de yok… Bol bol tevbe edip bağışlanmayı istememiz gerekmekte... Ramazan orucunu mazeretsiz olarak tutmamanın kefaretinin olmaması gibi… Oysa kefaret bir telâfi fırsatı, bir bedel bu dünyada... Olmaması ise işlenen suçun büyüklüğünü göstermekte… Ayrıca, karşılığında bir sadaka, kurban vs. kefareti olmamasının, âyetle sabit bu yasaklara göstereceğimiz tavra tesiri yoklanmakta, belki de…

Aslında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Kim Allah için hacceder de (Allâh’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı hâriç) annesinden doğduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, Hac, 4) hadîs-i şerîfi de bu noktaya dikkat çekmekte… Haccın, arzu edilen arınmayı sağlaması için en önemli şartların ne olduğuna işaret etmekte… Hac ve umrenin olmazsa olmaz rükunlerinin yanında, mânevî rükunleri bunlar... Bunlarla, hac ve umre sonrası hayatımıza da yön vermemiz, alışkanlık kazanmamız hedeflenmekte…

“Hac ve umrede günahlardan sakınmak” deyince, “Herkesin ibadet kastıyla bulunduğu o mübarek beldelerde zaten ne günah olabilir ki?” diye düşünmemek gerek!.. Şeytan, en uzman elemanlarını, bu kıymetli ibadeti ifsat etmek, zedelemek için seferber ediyor. Özellikle ihramlıyken artan bu seferberliği, sık sık iliklerimize kadar hissetmemek mümkün değil.

Peygamber Efendimizin, kendilerine sıkı sıkı yapıştığımızda doğru yoldan sapmayacağımızı müjdelediği Kur’ân ve Sünnet çizgilerine ne kadar uygun hareket edersek, o kadar selamete çıkarız.

“Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz!” hadîs-i şerîfi îcâbınca, sahabe hayatları da yolumuzu aydınlatmakta; dünya imtihanına karşı gösterdikleri dirayetlerle motivasyon kaynağımız olmaya devam etmekteler.

 

Beşerî Münâsebetler

Hac ve umrede en çok gaflete düştüğümüz imtihanlarımız, insanlarla münasebetlerimizde kendini göstermekte… Otellerde, bir an evvel istirahate çekilmek, kısıtlı vaktimizi olabildiğince iyi değerlendirmek adına yemek kuyruklarında, asansör önlerinde diğergâm olamamak düşündürücü meselâ... Yaşlı, hasta, bebekli bir kişi varken, genç ve sağlıklı olanlara, sahip olduklarının zekâtı mesabesinde incelikler yakışmaz mı? İncelik, diğergâmlık ve îsar şahikası olan şu meşhur hâdiseyi hatırımızdan çıkarmamamız, kendimize çeki düzen vermemize vesîle olacaktır inşâallah:

Hazret-i Huzeyfe’nin bizzat şâhit olup anlattığı Yermük Harbi günleri… Kıran kırana bir savaş ve geride kalmış onlarca şehid, yüzlerce yaralı… Kendisi de büyük bir yorgunluk ve meşakkat çektiği hâlde, amcaoğlu Hâris’i aramaya başlar, öldü mü, kaldı mı diye… Nihayet onu yaralılar arasında görür ve kendisine kırbasından su vermek ister. Ancak Hâris, ağır yaralıdır, su teklifine evet diyebilecek kadar bile canı yoktur. Tam kendisine suyu uzattığında biraz öteden İkrime’nin su isteyen sesi gelir. İşaretlerle suyu ona götürmesini söyler. Huzeyfe, kırba elinde yaralılar arasında İkrime’yi arar. Nihayet bulur, kırbayı onun ağzına yaklaştırır. Tam bu sırada Iyâş’ın “Su!” diyen feryadı duyulur. Bu sefer de İkrime, tek bir yudum almadan suyun Iyaş’a götürülmesini işaret eder. Huzeyfe, aceleyle Iyaş’ı aramaya başlar. Cesetler arasında gezerken nihayet Iyaş’ın yanına gelir. Bakar ki, geç kalmış, Iyaş Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Hemen geriye İkrime’nin yanına döner, belki yetişebilirim diye… Fakat o da şehâdet şerbetini yudumlamıştır. Bari amcaoğluna yetişeyim diye koşturunca, ona da geç kaldığını anlar. Hâsılı, su kırbası, başkasının canını kendisine tercih eden üş aziz şehidin ortasında kalıvermiştir.

Huzeyfe -radıyallâhu anh- o andaki hâlet-i rûhiyesini şöyle anlatır:

“-Hayatımda birçok hâdiseyle karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırıp heyecanlandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirlerine karşı bu derecedeki diğergâm, fedâkâr ve şefkatli hâlleri, gıpta ile seyredip hayran olduğum büyük bir îmân celâdeti olarak hâfızamda derin izler bıraktı…”

Bu tüyler ürperten tarihî misali ve ashâb-ı kiramın birbirlerine karşı kabına varılmaz fedakârlık ve îsârını düşününce, günümüzde yapılagelen ve bir müslümana aslâ yakışmayan, bencil ve kaba tavırlar karşısında daha çok hüzünlenmekteyiz.

Meselâ yemekhanedeki yiyeceklere, başka hiç kimseyi düşünmeden, saldırırcasına yaklaşmak; israf boyutunda, bitiremeyeceğimizi bildiğimiz yiyecekleri istif etmek büyük vebal… “Benim işim görülsün de başkası ne olursa olsun!” anlayış ve ahlâkı, bir müslümana aslâ yakışmaz!.. (Devam edecek)

 

[1] Bkz: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi.

[2] Bkz: Buhârî, Fazlu’s-Salât, 1; Müslim, Hacc, 505, Muvatta, Kıble, 9; Tirmizî, Salât, 243, Nesâî, Mesâcid, 7.

[3] Hac ve umrenin Mekke ve Medîne dönemlerini mümkün olduğunca ayrı ayrı anlatmaya çalışırken, her iki dönemi de ilgilendiren hususlar olacaktır.

[4] Telbiyenin mânâsı: “Buyur Allah’ım, buyur! Emrindeyim, buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim, buyur! Şüphesiz hamd Sana mahsustur. Nimet de Senin, mülk de Senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.”

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle