Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Fetihler ve zaferlerle dolu bir aydayız. Tarihimiz, bizim iftihar kaynağımız… Ecdâdımız, bin küsur yıldır İslâm’ın sancaktarı ve hizmetkârı olmuş, İslâm’ın yayılması için gece-gündüz kalemleriyle, kılıçlarıyla, göz nuru ve alın terleriyle gayret göstermişler. Onlar, âdeta meskenet, tembellik, uyuşukluk nedir bilmeden çalışmışlar; içteki ve dıştaki düşmanlara hadlerini bildirmişler. Allâh’ın dinini yüceltmek (Îlâ-yı Kelimetullah) uğruna canla-başla mücadele etmişler.

Bugün üzerinde yaşadığımız toprakları, câmi, medrese, imârethâne, han, hamam, kervansaray, çeşme, çarşı, bîmarhâne, kütüphâne vb. pek çok hayır eseriyle süslemişler; kendi devirlerindeki insanlara huzur ve âfiyet dolu bir hayat yaşatmak için ellerinden geleni yapmışlar.

Elbette “Onlar bir ümmetti, geldi ve geçti. Onların kazandıkları kendilerine, bizim kazandığımız da bize…” Kuru kuruya geçmişiyle övünmek, hele yanlış ve hatalarını da savunacak şekilde taassupla bağlanmak, bir müslümana yakışmaz. Ancak tarihinde hiç güzel şey yokmuş gibi, küfrân-ı nimette bulunmak, geçmişini hiçe saymak, onları hakîr görmek veya hakaretlerle anmak da bir kadirşinaslık değil!..

O hâlde bu iki zıt kutup arasında, orta bir yol izlemeli müslümanlar… Geçmişin hayır ve güzelliklerini yâd edip minnetle anmak, bugün için lâzım olan şekliyle örnek alıp devam ettirmek… Bir de hata ve sürçmelerden ders ve ibretler çıkartıp bir daha benzer savrulmaları yaşamamak… Tarihe ve hâdiselere müslümanca bir bakış bu şekilde…

Bir önemli husus da geçmişteki insanlar hakkında konuşurken, tıpkı yaşamakta olan insanlarda olduğu gibi gıybet, iftira vb. “kul hakkının devam ettiğini” unutmamak şart… Elbette yaptıkları, ümmeti ilgilendiren şahısların hatalarını olduğu gibi ortaya koymak, kendilerini “bilmeden taklit etme” ihtimali bulunan kimselerin aynı hataları tekrar etmemeleri için gerekli… Bu aynı zamanda “emr-i bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münker” vazifemizin ve “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” düsturumuzun îcâbı…

Tarihe bakış tarzımız hususundaki bu satırlarımız, hem merhum üstad Kadir Mısıroğlu’nu yâd etmek için, hem de düne, bugüne ve yarına doğru kıymet hükümleriyle bakabilmek için… Çünkü yarının tohumu bugünde, bugünün tohumu da dünde mevcut… Ve ibret alınmayan tarih, tekerrür edip duruyor, maalesef…

Kıymetli okuyucularımız;

Bu sayımızda hac ibadetini işlemeye çalıştık. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nasıl hac yaptığından başlayarak, günümüzde hacca ve umreye giden kardeşlerimizin nelere dikkat etmesi gerektiği hususunda muhtelif yazılar var. Şüphesiz birkaç sayfalık dergi yazısıyla, bu büyük ibadeti gereği gibi anlatmak mümkün değil. Sadece alışkanlık hâline gelen bazı hatalı davranışlarımıza dikkat çeksek kâfi… “Ârife tarif gerekmez!”, “Akıllı kişilere işaret yeter!”, “Hatırlatmak, mü’minlere fayda verir!” düsturlarınca bir not düşmek istedik. Cenâb-ı Hak, söylediklerimizden ve yazdıklarımızdan önce kendimizi nasipdâr eylesin, sonra da tesirini bütün okuyucularımıza lutfeylesin.

Bu sayımız, hicrî olarak 1440 yılının bitip 1441 yılının başladığı bir aya denk düştü. Yeni yılın, ümmet-i Muhammed’e huzur, sağlık, âfiyet, saadet, sulh, selâmet ve bereket getirmesini Rabbü’l-Âlemîn’den niyaz ederiz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle