Bir Mübarek Sefer Hakkında Hasbihal -2

Mîkat sınırında kendinize çeki düzen vererek âdeta Rabbiniz’le buluşmaya gidişiniz, Asr-ı Saâdet’e, peygamberler tarihine doğru bir seyr ü sefere çıkışınız… Bir yandan iç âleminize ve geçmişinize muhâsebe gözlüğüyle bakarken, diğer yandan bundan sonraki hayatınıza dâir kararlar verip, bembeyaz bir sayfa açma arzusunu kuşanmanız…

Kelimelerin sınırlı gücünün çok ötesinde, her yönüyle mübarek olan seferiniz ne kutlu bir sefer… Bu ibadet ve ziyaretlerden gücünüz nisbetinde istifade edebilmeniz için ne kadar kaynak okuyup tefekkür etseniz kâr olacak… Öyle bir kâr ki, sizi 21. yüzyıldan sıyırıp alacak, kalabalık ve yoğunluğun ortasında zaman makinesine binmişçesine başka âlemler seyredeceksiniz. Baktığınız yerde gördükleriniz, hem bugün hem de yüzlerce, binlerce yıl öncesi olacak.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Semud Kavmi’nin helâk olduğu yerden hızla geçmeye çalıştığını hatırlarsak, mekânlara sirâyet eden hâller ve hâtıraların ne kadar kuvvetli bir tesiri ve dönüştürücü gücü olduğunu, bütün hayatımız içinde, kutsal topraklarda geçireceğimiz vaktin, kıyâsı kâbil olmayan bir ehemmiyet taşıdığını daha iyi anlayabiliriz.

* * *

 

Niyetimizi Tashih

Hac ya da umre öncesindeki “fikrî hazırlık aşaması”nın en önemli parçasını, niyetlerimizi gözden geçirmenin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Geçmiş hatalarımız için bolca tevbe ederek, niyetlendiğimiz bu müstesnâ ibadeti, samimiyet ve ihlâsla yapabilmek için Rabbimiz’in yardımını istemeliyiz. En’am Sûresi’nin 162, Bakara Sûresi’nin 196. âyetlerinde[1] ve hac ile ilgili hadîs-i şerîflerde[2] bu ibadetlerin “Allah için” yapılması gerektiği hususu ısrarla vurgulanmıştır.

Amellerin niyetlerle seviye ve değer kazandığı hakkındaki hadîs-i şerîfte[3] de meselenin bu boyutuna özellikle dikkat çekilmektedir.

Demek ki; her ibadetin temel taşı mahiyetinde olan “niyet”imizin, belki de ömrümüzde bir kez nasîb olacak olan hac ve umremiz için, saf ve tertemiz bir hâlde olmasına ayrıca îtinâ göstermeliyiz.

Öncelikle gönüllerimize her yönden saldıran şeytanın tasallutundan Rabbimiz’e sığınmalı, bütün dünyevî endişelerden sıyrılmalıyız.

“-Bu kadar maddî imkânı var da bir hacca veya umreye gitmedi!” derler endişesi ya da;

“-Hacı!” desinler arzusu misâli, düşüncelerin, saf ve mâsum niyetimizi lekelemesine izin vermemeliyiz.

Nefsimizin riyâ ve kibir girişimlerine karşı teyakkuzda bulunmalı; gönül dünyamızı yapacağımız ibadetlere hazırlamalıyız. Hac ve umrenin âdeta bir inanç turizmine dönüşmemesi için, ibadetlerimizdeki “hedeften sapma temayüllerine karşı” dikkat etmeli, her yönüyle muhteşem olan bu ibadeti, hayatımız açısından nasıl bir mîlâda dönüştürebileceğimizi düşünmeliyiz.

Bu yolculuk, rûhumuzu, ahlâkımızı güzelleştirmeye çalıştığımız bir “kalbi îmar seferi” olmalıdır. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın, Cenâb-ı Hak’tan aldığı emirle[4] bütün insanlara yaptığı çağrısına, kalben, rûhen, fikren, ahlâken hazırlanmaya çalışmalıyız.

 

Kul Hakkı ve Helâlleşme

Ayrıca, Rabbimiz’in o büyük mağfiret ikliminde affından istisnâ tuttuğu tek günah olan “kul haklarını” helâl ettirme uğruna, elimizden geleni yapmalıyız. Üzerimizde hakkı bulunan kişi eğer ebedî âleme göç eylemişse, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Allâh’ım! Ben hangi mü’mine ağır bir söz söylemişsem, o sözümü kıyâmet gününde kendisi için, Sana yakınlık vesîlesi eyle!” (Buhârî, Deavât, 34) duâsıyla gayretimizi sürdürebiliriz.

 Cenâb-ı Hakk’ın yine bu yolculuk için azıklanmamız gerektiğini açıkladığı âyet-i kerîmede[5], en hayırlı azığın “takvâ” oluşuna dikkat çekmesi, yapacağımız ibadetin mânâ özünün ehemmiyetini göstermektedir. Takvâ azığının temeli ise, güzel ahlâkta gizli şüphesiz... Bunun için ne kadar nefis muhasebesi yapıp, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve O’nun vârisi Allah dostlarının sîretini incelersek, o kadar kendimize çeki düzen vermemiz kolaylaşacaktır, Allâh’ın izniyle…

 Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, sadece hac ve umreye niyetlenirken, Allah Teâlâ’dan yardım istemiş olması, yapacağımız ibadetin “farklılığına” dâir mühim bir îkaz sadedinde...

Neticesinde kula vaad edilen mağfiret ve af bu kadar büyükken, şeytan işini sağlama almak için, binlerce yılın tecrübesiyle saldıracaktır elbet... Rabbimiz’in ihlâslı kullarının üstünde şeytanın bir hâkimiyeti olamayacağını îlân edişi[6] ise umut ve gayretlerimize şevk vermekte...

Nasıl ki samimî bir talebenin ufak tefek kusurlarını öğretmen görmezden gelirse, Rabbimiz de emir ve yasaklarına uyuşumuzdaki samimiyetimiz nisbetinde merhamet ve lütfuyla muâmelede bulunacaktır. Biz bu âciz ve sınırlı kapasitemize rağmen, muhatabımızın samimiyetini hissedebiliyorsak, her şeyi bilen Mevlâmız, samimiyet derecemizin en ince tafsîlâtına kadar farkında muhakkak…

 

İhlâs ve Samimiyet

İhlâs ve samimiyet deyince aklıma, yıllar önce dinlediğim şu hâdise geliyor:

Hacca giden büyüklerden bir zât, rüyasında o sene yapılan hac ibadetlerinin, Hasan isminde bir kişinin yaptığı duâların yüzü suyu hürmetine kabul edildiğini duymuş ve yine rüyasında o zât kendisine gösterilmiş. Takdîr-i ilâhî olarak, Hasan Efendi’yi tavaf ederken görmüş ve hemen kulak kabartmış duâsına… Gözyaşları içinde şöyle duâ etmekteymiş Hasan Efendi:

“-Yâ Rabbi, Hasan neye celdi bileysun! Hasan’ın neye ihtiyacı var, bileysun…”

Böylesi samimi bir gönle kavuşmak, ne büyük saadet, kim bilir… İşte bu yüzden, amellerin rûuhu, kıymeti ve seviyesini gösteren ihlâsı kazanmak ve muhafaza edebilmek için göstereceğimiz gayret, son derece mühim…

Her güzel şeyin kıymeti nisbetinde bedeli olduğu gibi, annemizden doğduğumuz günkü gibi tertemiz olmak da ucuz değil!.. Bundan dolayı, böyle kıymetli bir ibadeti sadece şeklî kaidelerle sınırlı zannedersek, kendimize yazık etmiş oluruz.

Hac ve umrenin kuru bir ritüele dönüşme riskinden sakınıp; şeklin mânâ ile bütünleşmesi yolunda bütün gücümüzü sarf etmeliyiz. Hikmetleri kavranmamış bir ibadetin şekilciliğe dönüşme ihtimaline karşı, fikrî ve mânevî inşamıza îtinâ göstermeliyiz.

 Hac ve umre ile ilgili doğru tasavvuru elde etmek için, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin meseleye nasıl baktığını inceleyip tefekkür etmek, fikrî hazırlık aşamasının en önemli çalışmalarından olacaktır şüphesiz…Yapacağımız bütün okumalardan elde edeceğimiz en mühim neticelerden birincisi; hac ve umrede insânî münâsebetlerin, ibadet denince aklımıza ilk gelenler kadar önemli oluşudur.

 

Beşerî Münâsebetler

İctimâî yönü daha ağır basan bu ibadette, yapacağımız bir hizmet, fedakârlık ya da îsar, kimi zaman bir ibadetin kazandıracağından daha fazla olabilir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, bir seferde oruç tutmayıp, oruçlulara hizmet eden sahâbîlerin daha fazla ecir kazandığını müjdelemesi de bu hakikati vurgulamaktadır.[7]

 Teşbihte hata olmasın, ama hani masallarda çok kıymetli bir şeyleri elde etmek için uzun ve meşakkatli yolculuklar yapılıp sabır gösterilir ve sonunda murâda erilir ya… Bu hac ve umre yolculuğunda da, özellikle farkında olduğumuz ya da olmadığımız zaaflarımız başta olmak üzere, çeşitli açılardan imtihanların bizi bekleyeceğine dair hazırlıklı olmakta fayda var. Böylece, çeşitli imtihanlar âniden karşımıza çıktığında çabucak toparlanıp kendimize sabır telkin edebiliriz. Zira sabır, bu seferin olmazsa olmazıdır. Aceleci, öfkesine mağlup olarak çevresine eziyet edip incitici davranışlarda bulunan, kendi menfaatlerini ön plânda tutan kişiler, arınmak yerine yeni kul hakları yüklenme tehlikesiyle karşı karşıyadır maalesef…

 Hâlbuki Kâbe’ye günahlarımızdan arınıp kalplerimizi kuvvetlendirmek için gittiğimize göre; bunun ilk ve temel şartının mü’min kardeşimizin kalbini kırmamaktan, bu dokunulmazlığı çiğnememekten geçtiğini bilmeliyiz. Kendimiz için istediğimizi din kardeşimiz için de istemenin, kâmil îmâna ermenin en önemli şartlarından olduğunu[8] hayatımız boyunca kulağımıza küpe yapmalı, çevremize de bu şuur ve hassasiyeti yaymalıyız.

Biricik Rehberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, Kâbe’ye bakarken buyurduğu şu hadîs-i şerîf, meseleye son noktayı koymaktadır:

“Ey Kâbe, ne kadar hoşsun, kokun ne kadar da güzel! Şânın, hürmetin ne kadar da yüce! Ama canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, canıyla mü’minin hürmeti (dokunulmazlığı) senin hürmetinden daha büyüktür.” (Tirmizî, Birr, 85)

Molla Câmî de:

“Kâbe, Âzer oğlu İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise, yüce Allâh’ın nazargâhıdır. (Bu sebeple bir gönül yıkmak, bin Kâbe yıkmaktan daha kötüdür.)” buyurur.

Yûnus Emre’mizin şu muhteşem şiiri de yürekleri titretecek kıvamdadır:

“Yûnus Emre der hoca,

Gerekse var bin hacca,

Hepisinden iyice,

Bir gönüle girmektir…”

Bunun gibi nice kelâm-ı kibârda, Kâbe’ye gösterilen hürmetten yola çıkarak mühim bir meselemize dikkat çekilmiştir. Kâbe’nin bir taşına, hattâ örtüsünün bir parçasına saldırmak isteseler; bu durum gönül dünyamızda nasıl bir infiâle sebep oluyorsa, din kardeşimizin gönlünü incitme endişesini de en az o nisbette hissetmeliyiz aslında…

Rabbimiz’in nazargâhı, “Beytim!” diye isimlendirdiği, kıblemiz olarak gönlümüzde taht kuran Kâbe, çok mühim bir sembol… Onun sahibine gösterilen hürmet ve iştiyâkın sembolü… Rabbimiz ise, kendi rızâsını kazanmanın en önemli yolunun, Kâbe’yi olduğu gibi kullarını da incitmemekten geçtiğini vurgulamakta… Kullarıyla olan münasebetlerimizde göstereceğimiz güzel ahlâka, tâbiri câizse “bol puan” ihsan etmekte... Âile, akraba, komşu ve toplum şeklinde ölçeği giderek büyüyen sorumluluklarımıza karşı gösterdiğimiz hassasiyet nisbetinde rızâsına giden yolun basamaklarında yükselebileceğimizi vaad etmekte…

 Velhâsıl-ı kelâm, hasretiyle yanıp tutuştuğumuz Kâbe’ye duyduğumuz muhabbet aynasında, Yaratan’dan ötürü hoş görmemiz gereken yaratılanlarla aramızdaki ilişkiyi muhasebe etmeliyiz.

* * *

Rabbimiz, cümlemize tez vakitte, kalbimizi îmâra vesîle olacak mebrur hac ve umreleri, sağlık ve huzurla edâ edebilmeyi nasîb eylesin. Âmin. (Devam edecek)

 

[1] Bkz: el-Bakara, 196; el-En’âm, 162.

[2] Bkz: Buhârî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438; Nesâî, Menâsikü’l-hac, 4.

[3] Bkz: Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11.

[4] Bkz: el-Hac, 27.

[5] Bkz: el-Bakara, 197.

[6] Bkz: Sâd, 82-83.

[7] Bkz: Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Sıyâm, 100-101; Nesâî, Savm, 52.

[8] Bkz: İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, el-Fethu’r-Rabbânî Tertîbi, Ensar Yayıncılık: 1/113.

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle