Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Havaların iyiden iyiye ısındığı bir yaz mevsimi sayısı ile birlikteyiz. Havalar ısındıkça insana rehavet çöker; yoğun mesâî döneminin ardından insanlar tatil yapacakları, dinlenecekleri fırsatlar kollamaya başlarlar. İnsanın âtıl kaldığı, bütün fikrî, bedenî ve rûhî melekelerinin tembelliğe râzı olduğu bir “tatil” anlayışının İslâmî olmadığını daha önceki sayılarımızda işlemiştik.

Gerçekten mü’min, “bir işini tamamlayınca, başka bir işe yönelen”, her dâim aktif, şuurlu, gayretli ve hedefleri olan kimsedir. O, hayatın bütününü bir imtihan yeri ve zamanı olarak görür; her dakikasını, her ânını, o an için en gerekli şeyler ne ise, ona hasreder. Zira ömür kısadır ve zaman, bilhassa şu kıyamet arefesinde, çok çabuk geçer.

Bu ay, birkaç konuyu, kısa kısa gündem yapmak istedik. İlki, Kaht-ı Ricâl… Yani yetişmiş insan kıtlığı… Toplumların ilerleyişi ve yükselmesi de, çöküş ve gerileyişi de büyük nisbette insanlar eliyledir. Ehil, liyakatli, idealist ve çalışkan insanlar elele verip samimiyet ve sadakatle çalıştıklarında hem kendilerini yetiştirmişler, hem de bağlı oldukları toplumları daha medenî seviyelere yükseltmişlerdir.

Elbette bizim anladığımız, öncelikle îman, irfan, ahlâk, ilim, takvâ ve fazilet noktasındaki maddî-mânevî tekâmüldür. Yoksa sadece maddî gelişmeler, içinde îman, vicdan ve ahlâk yoksa, insanlık tarihine hep kara lekeler düşecek zararlar vermiştir.

Biz, yaklaşık üç asırdır, kendi değer ve inanç esaslarımızdan beslenen, toplumu ilmek ilmek işleyecek böyle münevver, mütefekkir ve müteşebbisleri yetiştirememenin acılarını çekiyoruz. Yine tam da bu sebeple, 15 Temmuz 2016 gibi bir fâciayı yaşadık. Allah tekrarından korusun. Bize hizmet etsin, bizim için çalışsın dediğimiz yapılar, bizi arkadan vurmaya çalıştılar. Düşmanın niyeti mâlum, ama hain içerde olunca, kapı mandal tutmuyor.

Bu yüzden kaybettiğimiz “insan”ların yerini, daha iyileri, daha güzelleri ile dolduramadığımız müddetçe erimeye, yok olmaya devam ediyoruz, demektir.

Bu ay, merhum Mûsa Topbaş Efendi’nin vefatının sene-i devriyesi… Aradan yirmi yıl geçmiş. Hâlâ izleri taptaze… Açtığı ve açılmasına öncülük ettiği hayır müesseseleri, emek verdiği insanlar, geride bıraktığı eserler; sadaka-i câriye olarak işlemeye devam ediyor.

Geçtiğimiz ay, Ramazan ayının ilk gününde tarihçi Kadir Mısıroğlu üstadımızı da rahmet-i Rahman’a uğurladık. İnşaallah, onun hakkında da önümüzdeki sayıda bir dosya açmayı düşünüyoruz.

Dergimizin baskıya hazırlandığı günlerde, Mısır’dan da elim bir vefat haberi aldık. Kanlı bir ihtilalle devrilmiş olan Muhammed el-Mursî, mahkeme salonunda şehadet şerbetini içti.

Her biri, toplumun bir başka yarasına merhem olmaya çalışan bu güzel insanların mekânları cennet olsun. Rabbim, hepsini cemâliyle müşerref kılsın.

Bu sayımızda, insan kıtlığına yol açan bir sebebi de kısaca gündeme getirelim istedik. Bugün maalesef, evlilik yaşı giderek artıyor ve yine üzülerek ifade edelim ki, geç yaşlarda yapılan bu evlilikler, genellikle çok kısa zamanda boşanma ile neticeleniyor. İnsanlar, evlilik ve çocuk sahibi olmak yerine, “bekârlığı” tercih ediyorlar. Bu da toplumumuzun gittikçe büyüyen bir yarası…

Son olarak yaz ayları, okuma, düşünme, keşfetme, Kur’ân-ı Kerîm’e daha fazla zaman ayırma günleri… Rabbimiz, bizi, Kur’ân’a hizmet hususunda “öncü kullarından” eylesin. Bizi, gaflet ve günahlarla kendisine ve dinine zulmeden kullarından olmaktan muhafaza etsin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle