Ben Yazam, Sen Oku!

Harfleri, cümleleri al, tezgâhında tek tek doku

Emeksiz ne kilim olur ne ilim, sadrınla oku.

 

Evvelâ bil ki, yazmak zor iştir. Yazan, her bir harfi, gergefte ince bir nakış işler gibi işler. Ara ara, batıp da nakış iğnesinin parmağı acıtması gibi, hakîkatin acısı da yazanın gönlüne batar. Buna mukâbil, zaten o kendince anlamıştır; acı da olsa, tatlı da olsa hislerini ve fikirlerini, sadrından gele gele satırlara sıralar. Bundan daha zor olanı, okumaktır. Baş gözüyle okuyan, cümlelere; kalp gözüyle okuyan, hikmetlere âşinâ olur. İmdi gel, anlayabilmek için emek ver, ne olur!

* * *

Hiç kimse “senin gibi” kıymetli değil; lâkin şunu da bil: Herkes en az “senin kadar” kıymetli. Bu iki cümleyi dikkatle oku ve artık, herkesin kendince gerekli, kendince vasıflı, kendince dertli olduğunu kabul et. Tek kıymetli, tek gerekli, tek vasıflı, tek dertli sen değilsin, inan buna... Herkesi kendi meşrebiyle sev. Saygıyla karşıla, saygıyla uğurla.

* * *

 İnsanı her şeyden çok, şu üç şey bitirir: Haset, endişe ve hedefsizlik... O hâlde, önce payına düşene râzı ol, sonra Allah -azze ve celle-’ye teslim ol, sonra da gerekirse haşatın çıkıncaya kadar hayırlarla meşgul ol.

* * *

Hikmete odaklanmak varken resme takılan, mânâya kavuşmak varken zâhirde asılı kalan, gönül gıdası ikrâm edilirken, nefis gıdasına uzanan olmaktan… Hâsılı olgunlaşmamış bütün olmalardan muhafaza et kendini. En güzeli varken, en âdîsi ile oyalananlardan olmamak için çok gayret et.

* * *

Hakîkat değişkendir. Her ânın, her günün kendi hakîkati vardır. Bugünü, dünün yalanlayıcısı ve esîri değil; dünden dersini almış, bağımsız biri olarak yaşa... Yeni günü, dünü inkârla geçirerek hebâ etmeye alışma ki, Güneş’in batıdan doğacağı, doğudan batacağı gün, dehşetli bir savrulma yaşamayasın!

* * *

Hata etmekten, lüzûmundan fazla korkarsan, yola hiç çıkamazsın. Hata etmeyi alışkanlık hâline getirirsen de çıktığın yolda sürekli kazâ yaparsın. En iyisi sen, hatasız kul olmadığını da her hatanın bir bedeli olduğunu da iyi kavra da her ne edeceksen, dengeyle ve dikkatle et.

* * *

Cevapların, suallerle; çözümlerin problemlerle beraber bir mânâsı vardır. Suâli çekip alınca, cevap; problemi çekip alınca, çözüm havada kalır. Faydalı olmak istiyorsan, cevâbı verilmiş suâlini ve çözümlenmiş problemini silme de yerinde bırak. Belki, senden sonra gelene ufuk olur.

* * *

Nefs işte… Rahatı ve okşanmayı sever. Demez ki: “Gardaş, benden korkma! Karşımda kendini, ille de yumuşak konuşmaya zorlama. Firavun değilim ki kaşını çattın, sesini yükselttin diye canını alam! Yeter ki içtenlikle söyle! Yeter ki hakkı söyle! Takdirin, azarın, gülüşün, yakışın, hepsi ikram!”

* * *

Hasreti sadece uzaklıkta sanırsın ya, onun âlâsı, vuslatta... Vuslatı sadece yakınlıkta sanırsın ya, onun da âlâsı, hasrette… Aramaktayken, bulduğunu; yabancı iken, tanıdığını zannetmekte birçok insan... Piştiğini zannederken çiğ, olduğunu zannederken ham... Zaman, işte böyle bir âhir zaman.

* * *

Hani, neresinden tutsan elinde kalacak gibi dağılmış, düzelme ihtimâli sanki hiç kalmamıştır da “Artık ne olacaksa olsun!” der, üstüne yıkılmasın diye uzaklaşmak, elini eteğini çekmek istersin ya vîrâneden... İşte, böyle bir hâlde sanki dünya... Kıyâmet özlenir mi hiç? Özlersin ya...

* * *

Korkaklık, eziklik ve sönüklük değildir, hak olan dâvânın hakkı! Nezâket adına cebânet/korkaklık sergileyip oyalama halkı! Yürekli ol, yiğit ol da şükredip şeref duyalım! Kendisine yenik düşenden, düşmanla mücâhedeyi nasıl umalım?! Bâtıl tâifesinin çatır çatır konuştuğu yerde, hak tâifesi sesini azıcık yükseltmeye bile korkarsa, oraya adâlet ve huzur gelir mi? Dâvâsı uğruna şecaat göstermeyen, zilletten gayrı bir karşılığı hak eder mi?

* * *

Ya yap bir işi ya da yapma; lâkin kardeşim Allah aşkına, bir yapmış gibi, bir de yapmamış gibi yapma! Lâzım değil! Lâf olmasın, torba dolmasın! Hakkını ver! Susarken de konuşurken de samîmî ol, kandırma!

* * *

Ne vakit kalabalıklar içinde hep nefsin için ayrıcalık ve tolerans ummayı bırakacaksın, ne vakit insanlar arasından bir insan olup, hakta kaybolacaksın; o vakit dağılmaya başlayacak sisler… Biraz gayret et de görüşün açılsın. 

* * *

İlâhî! Şu dünyada gelip de geçmemiş ne var ki? Mevzû o değil! Mevzû, kaç kişinin îmanla ve ibret alarak geçtiği… Mevzû, kaç kişinin tefekkürde, kullukta ve insanlıkta birkaç basamak daha yukarıya çıkabileceği…

* * *

Îmânı olmayanın morali, morali olmayanın sıhhati olmaz. Her ânını tevbe, secde, iyilik ile kıymetlendiren bir müslüman için, kalmak da gitmek de sevinçli birer fasıldan ibârettir. Maksûd Allah, yâr Allah, “Ol!” diyen de “Öl!” diyen de Allah iken, gam niyedir?

* * *

Peygamberimiz, elbisesini yamalamış da giymiş. Dedelerimiz, îcabında çarığı kaynatmış suyunu içmiş. Nenelerimiz, yırtık çorabı söküp ipiyle yeni çorap işlemiş. Köklerimiz kanaat ve şükürle kavîleşmiş. Atandaki, nenendeki kanaat ve kuvvetin ne kadarından nasiplisin? “Biz kuru ekmeğe şeker şerbeti döker, kaymaklı baklava yemişe sayarız. Îcâbında günlerce hiç yemeden de yaşarız. Haksız yaptırımlarla sindireceğini sananlar bilsin ki, tecrübeyle sâbitiz, küllerimizden doğarız. Biz müslümanız yâhû! Ötesi yok! Gerisi vız!” diyebilir misin? 

* * *

Suda bekleyince şişer, ateşte kaynayınca pişer. Rahatlık nohudu bile şişirir, sıkıntı nohudu bile pişirir. Bunu tefekkür et de yakıcı bir imtihandan geçerken yakınma... Nohutçuk kadar da mı olamıyorsun? Pişmeye bak, sessizce ve sabırla... Ateşin meşrebi yakıcıdır. Etsen, kebap; odunsan, kül; hamursan, ekmek eyler. Sabredersen eyler. Sabredemezsen n’eyler? Neyleyecek?! Kendi kendine kâh yanar, kâh söner. Gerçi ateş, su da gül de olurmuş ya, o sadece İbrahim’lerin nasiplenebileceği bir hikmetmiş, öyle derler. 

* * *

“Tenkit” sözü edilince seni kötülüyorlar zannederek alınıp darılma. “Medih” sözü edilince senden bahsediyorlar zannederek gevşeyip yayılma. Hem, susmayı seçti diye kimseye gücenip kırılma. Koca bir dünya senden mi ibaret? Bırak şu alınganlığı! Rahat ettir, rahat et.

* * *

İnsan, hakîkatin üstünü nefsâniyetle kapatmaya çalıştıkça îmânı yaralanır. Îmânı yaralandıkça, aklı ahmaklaşır. Ahmaklaştıkça saçmalar. Saçmaladıkça batar. Nihayet kalkamaz olur, sürekli çamura yatar. Yattıkça camışa döner, insanlıktan çıkar, hafazanallah! 

* * *

Her türlü günahın orta yerde işlendiği bir zamanda, riyâ korkusuyla hayırlarını gizlersen, çoluk çocuk da misâl diye, şeytan avanesini seyreder. Sonra, ardından gelecek sanırsın ya, görmediğini ne bilsin, insan seyrettiğine meyleder. Hayrı takdim etmez isen, hâl, diye şerri giyer.

* * *

İşte, yazdım! Harfleri, cümleleri al, tezgâhında tek tek doku. Emeksiz ne kilim olur ne ilim; sadrınla oku.

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle