Bana Sakın O Şarkıları Söyletme

-Zünnûn’a:

Sana başka sözler biriktirmiştim, bunları değil,

Aşkına yazacaktım, hüsranına değil...

Senden yazdım; kendimi, senin yerine koydum da yazdım

Sevgili Zünnun

ve cümle terk edilme korkusu çekenler

ve de terk edilme korkusunun arkasına gizlenen terk etmeye karar vermişler...

“…Sen Zünnûn!.. Yunus gibi olma,

hani o, ümitsizliğe düşmüş ve yutkunarak ağlamıştı…”

(Kalem, 48)

 

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

İnsanı, kuşlara döndüren sevincin tadını iyi bilirim... Hani bir tuhaf gülümseme yapışır da dudaklarına hâkim olamaz insan... Hani uçan balonlar gibi, ipimizi bıraksalar uçar gideriz, o denli hafiftir gönlümüz… Hani parmaklarımızın ucunda yürürüz mutluluktan. Gözlerimizin ışıltısı herkese yansır hani... Hani uçarı, hani dengesiz, hani umursuz koştururuz; arkamızda kırık dökük bir zaman…

Ben aşka inanırım, en koyusundan.

Sembollere dönüşür her şey… Her şey bambaşka bir anlam kazanır da dil olur âdeta, konuşur aşktan yana… Yar’dan yana...

“Ki ben senin kokunla yaşıyorum,

Senin gül yüzünle...”1

Ben aşka inanırım, en koyusundan...

Görmenin tadına doyulmaz hazzını, kirpiklerinin yüreğime batışını, ellerinin güvercin kıpırdanışını, sesinin içime akışını nereye biriktirsem de kaybolmasalar sonsuza dek? Ey cemali rahmet, sedası rahmet, edası rahmet; seni layıkıyla sevecek yürek kimde var?

“Rüya gibi bir akşamı seyretmeye geldin

Çok benzediğin memleketin her tepesinde

Baktım, konuşurken daha bir kerre güzeldin,

İstanbul’u duydum daha bir kerre sesinde”2

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Şehre bakıp “ey Yaaar!” diye haykırışın içimde saklı. Mehtapta ettiğimiz kelimeler sohbeti... Söylediğin şarkılar...

“Gönlüme hasretin sel gibi aksın

Ömrümce kalbimde yaşayacaksın”

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Üç gün görmesem yüzünü, rüyamda bulurum seni. Ağlasan gözyaşların yanaklarıma süzülür... Ne desen, ne yapsan güzelsin! Sana bakıp me’yus olur kara bahtım… Hümâ kuşum, Anka kuşum, maralım; “Ne yapsam az senin için” derim…     

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Ayağına taş değse hissederim. Yedi düvel ötede olsan, duyarım beni andığında, yüreğim çınlar...

Gel desen “bir kuş uçur”san “yeter”, uçup gelmem için.

Ben aşka inanırım en koyusundan…

Bu şehri senin için severim ben. Taşını, kuşunu, güneşini, yıldızını, karanlığını, kokusunu, senin için... Seni görürüm her yanında, ufka baksam gözlerin gülümser, denize baksam sevgin coşar.

Sokakları, bana, seni getirir her dem, her köşebaşından çıkabilirsin çünkü.

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Yıllar geçse de bir gün karşılaşınca dizlerin titreyeceğine...

Ve bir kez sevdalanıp da bir ömür unutmayanlara selam ederim zamansız, mekânsız...

“Körfez’deki dalgın suya bir bak göreceksin

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde

Mehtap... İri güller... Ve senin en güzel aksin

Velhâsıl o rüya duruyor yerli yerinde”3

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Özlem burnumun direğini sızlatır da gözlerim dolar, ağlarım senin için.

Bir saatle bir ömür arasında ne fark olur ayrılana?

Geceler saçlarının renginde olur, rüzgâr saçlarının kokusunu getirir her sabah...

Beni yiyip bitirir bu hatıra ormanı…

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Saygı duyarım en derinden, ellerini yârine saklayanlara…. Gözlerini…

Kadının, erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığı doğru ise, her kadının bir anavatanı var, her kadın sılasını arıyor aşkında ve erkek, bütünün parçasını cezb edişi gibi çekiyor kadını ve bir parçasını koparıp atar gibi kesip atıyor yüreğini, kadınını…

“Ben yitirdim ben ararım, yâr benimdir, kime ne”4

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

İnanırım telepatiye. Yani ayağına diken batsa, yüreğimin kanayacağına... Yani kederimi dağıtanın senin neşen olduğuna, ansızın bastıran hüznün, senden taştığına… Avucumda beyaz bir mine çiçeği ile seni aradığımda, avucunda beyaz bir mine çiçeği taşıdığını unutmadı yüreğim… Rüyalarıma, duâlarıma giren acılarını; diğer tüm tevâfukları… Toplasan, fırlatıp atsan aşkın dışına! Hiç biri olmasa da sever miydim? Tevâfukların arkasındaki “mekr” kimin Rabbim?

“Ya topla yaralı kırlangıçları

Ya da bu vefâsız şarkıyı bitir”5

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

“Şükreden bir kul olmayayım mı?” deyişindeki, “Bugün size kınama yok!..” deyişindeki, “Sen beni affedinceye kadar senden af diliyorum.” deyişindeki, “Refik-i â’lâ” deyişindeki güzelliği tanırım...

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Ayrılığına ağlayan hurma kütüğü Hannane’yi, rihlet-i nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- üzerine başını alıp dağlara kaçan devesini, Ömer’inin elini kılıcına atıp “Kim o öldü derse...” deyişini, Ebubekr’inin sükûnetini anlarım... Ve Bilal’inin, yıllar sonra ilk kez ezân okurken “Eşhedü enne Muhammeden” kısmına gelince bayılmasını...

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

İnanırım şem/mum yakar sevda ateşini, sever pervâneyi de pervâne yanmaya başlar sevdâ ateşinde... Seviyorsak seviliyoruz demektir, inanırım.

Hadi sevilmiyoruz diyelim, platonik yani, ben aşkın gücüne inanırım, insanı onaran, besleyen, büyüten, olgunlaştıran...

“Niçin, niçin, niçin

Kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin”6

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Başını göğsüne koymak, saçlarını okşamak, ellerini tutmak, dizlerine yatmak iksirdir, bilirim.

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

“Hakk’ın sınırlarını çiğnedik, ondan ayrıldık” diyene gülerim, ne yapsın Hak senin kirli sevişini? Kemikli, eksikli, yamuk sevişini...

Gül kokulu bohçalara sarılıp ebediyete uğurlanan sevdalar var, hiç kavuşmamacasına... “Onlar ki Allah anılınca kalpleri titrer” diye, “İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır...” diye övündüğü sevdâlıları var.

Bir de şu var: Öyle güzel seviyorsun ki, lâyık olmayanda zâyî olmasın diye perdeler çekiliyor araya… Ama “Benim olsun, benim olsun” diye yapışınca kâğıt peçetelerle empatimiz kuvvetli oluyor…

Yine de kimse susarak terk edilmeyi beceremiyor… Terk edildiğinde susmayı… Sussa hikmetin sesini duyacak oysa… Ya ağıt, feryat; ya sitem, intizar… Ne yana baksam… Bu ne çok gürültü Rabbim!

“Al yaramı, bas bağrına”7

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Sev ve vazgeçme! Madem sevdin, nasıl unutursun; sevda yüreğe işler, yanık yarası gibi... İzi kalır muhakkak... Sev ve bırakma, sadâkat bereketlidir, Hakk’ın yardımına mazhardır, bırakmayan bırakılmaz. Kim ki, gözükara sever, aydınlık bir alınla çıkar mahşer meydanına…

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

İnciteceğime canımı veririm, “Onun ayağına diken batmasın da varsın ben canımı vereyim.” diyenlerin kor ateşten sevdâsını duyarım içimde… İncitenler sevilmezler, yardım da görmezler. Bir kez yabancılık koyduysan araya, asla tekrar sevgili olamazsın!

“Telgrafın tellerini arşınlamalı

Yâr üstüne yâr seveni kurşunlamalı”

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Böyle gördük çünkü ruh atalarımızdan... “Seviyoruz, hayatımızın iyiliği o yüzden” dediler. “Aşk imiş her ne var âlemde” dediler. “Yaratılanı sevdik/yaratandan ötürü” dediler. “Dostun evi gönüllerdir” dediler. “Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni” dediler.

“Üzgün müyüm dedin

Yoo, hayır, merak etme sen beni

İyiyim, iyiyim…”8

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Şarkılara da... “Olmaz meleğim, böyle bir aşk” deme, “Üzülme sen meleğim, gün olur kavuşuruz” deme, “Elbet bir gün kavuşacağız/Bu böyle yarım kalmayacak” deme... Üzümün kızı deme bana...

Ben aşka inanırım, en koyusundan…

Bilirim, sevenler çılgınca, fedâkârâne, vefâkârâne sever ve sevgili, saçlarını savurur, dönüp gider!

Gitme! Gitme!

 

Dipnotlar:

1 Muhammed Esfahanî.

2, 3 Yahya Kemal Beyatlı.

4 Nesimi.

5 Nurullah Genç.

6 İsmet Özel.

7, 8 Murathan Mungan.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle