Astana'dan Bişkek'e Yaz Kursu Heyacanı

Orta Asya’nın en modern şehirlerinden biri, Kazakistan’ın yeni başkenti Astana şehridir. Türk Cumhuriyetleri’nin Sovyetler zamanında inşâ edilmiş standart beş katlı binalarına gözümüz alışmışken, bu şehir modern binalarıyla dikkatimizi çekiyor. Şehrin güzelliğiyle ne kadar büyülensek de insan yapımı sunî binalar, bir müddet sonra rûhumuzu sıkmaya başlıyor.

Şehrin merkezine geldiğimizde, gözümüzü ve gönlümüzü, büyüklüğü ve güzelliğiyle kamaştıran Hazret-i Sultan Câmii, heybetli bir şekilde karşımıza çıkıyor. 10.000 kişinin birlikte namaz kılabileceği büyüklükte; temizliğiyle, düzeniyle Müslümanlara yakışır güzel bir cami… İnsan, içerisine girince ayrı bir huzur buluyor. İçerisi yaşlılardan çok gençlerle dolu… Yaz tatili olunca alt kat erkek çocukların, üst kat ise kız çocukların sesleriyle, koşuşturmalarıyla süslenmiş. Bu hâl, bize caminin fizikî güzelliğinden daha çok tesir ediyor.

Gezimizin ikinci günü, yine Astana’da bulunan Nur Astana Câmii’nde nefesleniyoruz. İçeri girdiğimizde, buradaki manzara daha bir güzel… Hemen câminin yanındaki Kur’ân kursunda okuyan öğrenciler, etrafına 15-20 kişilik çocuk gruplarını toplamış; küçücük gönülleri elifbâ ve duâ talimleriyle coşturuyorlar. Câmiin içinin ve bahçesinin koşup oynayan çocuklarla dolu olduğunu görünce Astana’dan mutluluk gözyaşları içinde ayrılıyoruz.

Mekânımız olan Kırgızistan’ın Bişkek şehrine gelince, yeşil yollarının ve karlı dağlarının güzelliğini özlediğimizi fark ediyoruz. Bişkek Kız Kur’ân Kursu’nda da ilk yaz kursu oluşturmanın heyecanını yaşıyoruz. Her yaştan ve milletten Kur’ân öğrencisi, tek bir maksatla kursta toplanmışlar: Unuttukları İslâm’ı tekrar ve doğru bir şekilde öğrenmek.

Askeriyede çalışan bir hanım subay, kurs binasının önünden geçerken, merak edip içeri girdiğinde buranın kurs olduğunu öğrenmiş ve yaz kursuna kayıt olmaya gelmişti.

“-Ne olur, beni de kursa yatılı olarak alın! Dînimi öğrenmek için birkaç aylığına işimi, her şeyi bırakırım.” diyordu.

Gelenlerin güzel niyetleri, heyecanımızı ve omuzlarımızdaki yükü artırıyordu. Rus, Kırgız, Türk dilleriyle ayrı ayrı sınıflarımız hazırlanmıştı. Artık hocasıyla, öğrencisiyle herkes ilk zili bekliyordu.

Başka bir hanım, iş anlaşması yapmış; bir gün sonra işe başlayacakken, kursun önünden geçtiğinde burada bir yaz Kur’ân kursu olduğunu öğrenmişti. Annesine telefon açıp:

“-İşi mi kabul edeyim, yoksa kursta eğitim mi alayım?” diye sorunca, annesi:

“-Kızım, ben çok geç yaşta namaza başladım. Sen genç yaşta başla! İşi her zaman bulursun, kursa yazıl!..” demiş.

Dünya ve âhiretle karşı karşıya gelindiğinde, âhireti tercih edebilmek, ne büyük şeref!..

Çocuklar, genç kızlar, orta yaşta hanımlar; sınıfları doldurarak birinci zille birlikte yıllarca devam edecek olan yaz kursumuz başlıyor. İlk derste her sınıftan kelime-i şehâdet ve salavât-ı şerîfenin talim sesleri yükseliyor.

İlk gün kurstaki hocalar gibi kursun duvarlarından bahçesindeki ağaca, güle kadar her varlık ve her eşya, âdeta bambaşka bir havaya bürünmüş durumda... Daha ilk hafta yemek duâsı ezberlenmiş; yemekhanede sınıflar, gruplar hâlinde yemek duâsını okuyorlardı. Susuz insanın suyu kana kana içmesi gibi ilmi yudumluyorlardı.

On bir ayın sultanı Ramazan, yaz kursundayken bizi ziyaret etti. Küçükler oruç tutamaz derken, uzun ve sıcak geçen günlere rağmen herkes oruç tuttu. Çoğunun ilk orucuydu. İlk akşam bahçeye hasırlar serilip, büyük-küçük bütün bedenler teravih için saf bağladı. Bu manzara, cemaatle ibadetin insana ayrı bir heyecan ve tat verdiğinin göstergesiydi.

Otuz gün boyunca Kırgız, Ahıska Türkü ve Türkiye’den kardeşlerimiz kursumuzda iftar sofrası açtılar. İftar veren misafirlerimiz kursumuzu ziyaret ettiklerinde:

“-Biz de burada okusak yer var mı?” diyerek memnuniyetlerini gösterdiler.

Toplu okunan yemek duâları ve okunan aşr-ı şerîfler, misafirlerimize farklı anlar yaşattı. Belki çoğu böyle bir ortama ilk defa girmişti. Yüzlerindeki tebessüm, yaşadıkları güzelliği dışa yansıtıyordu.

Kursa yakın sokaklardan geçerken oynayan çocukları gördüğümüzde:

“-Bunlardan da mes’ûlüz!” diyerek Hüdâyî kursunda, çocuk akademisinde eğitim almış hoca hanımları kursa davet ederek, çocuklara yönelik faaliyet başlattık.

Çocuklar ilk günden dersleri o kadar çok sevmişlerdi ki, ikinci gün ders saatinden çok önce kursa gelmişlerdi. Her gün yanlarında yeni bir çocukla geliyorlardı. Anneler çok memnundu.

“-Çocuğum sürekli buradan bahsediyor; ne öğrendiyse bize anlatıyor!” diyorlardı.

Kursumuz sadece büyük yaştaki öğrencileriyle kalmayıp, dört yaş ve üstü öğrencilerine de kavuşmuştu.

Yaz kursunun sonunda öğrencilere;

“-Yaz kursu sizin hayatınızda ne gibi değişiklikler yaptı?” sorusunu yönelttiğimizde verdikleri cevaplar bizi mutlu etti. Kimisi:

“-Burada merhameti öğrendim.” dedi. Kimisi:

“-Hocalarımın sabrı ve hoşgörüsü bana çok tesir etti.” dedi. Kimisi:

“-Dîne olan merakım arttı, artık dinimi çok güzel araştıracağım.” dedi. Kimisi:

“-Âhirete inancım oluştu.” dedi.

Son cevap bize çok derinden tesir etti. Çünkü Orta Asya’da karşılaştığınız çoğu kişide Allah inancı olmasına rağmen, âhiret inancını ekseriyetle göremezsiniz.

“-Senin Rabbinin, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” diyen Übey bin Halef gibi,

“-İnsan ölünce nasıl diriltilirmiş?” derler.

İlk çalan zil, herkeste heyecan oluşturmuştu. Bir aylık gibi kısa zamanda öğrenciler o kadar kursa bağlanmışlardı ki, son zille gözyaşlarına mânî olamadılar.

Rabbimden duâmız o ki, ilk yaz kursumuz yıllarca devam edecek yaz kurslarının temeli olsun. Binlerce insanın yolu, bu güzel eğitim yuvasından geçsin. Burada herkes dinini, en temiz kaynaklarından en güzel bir şekilde öğrenerek yaşamaya başlasın. Böylece bu topraklara maddî-mânevî emek veren herkesin, kapanmayan bir sadaka-i câriye kapısı olsun. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle