Affı Seven Peygamberim

Affetmek büyük bir fazilettir. Bağışlamak, Yüce Rabbimizin en çok hoşuna giden amellerden birisidir. Bize karşı yapılan ve hoşumuza gitmeyen davranışları, bir mümin olgunluğu içerisinde affetmek, îmânımızın kemâlini gösterir. Böyle bir kötü harekete karşı kaba ve kırıcı şekilde mukabele etmek ise, karşımızda bize karşı hata yapan insanı bir hasıma dönüştürür ve iki taraf da şeytanın teşvikiyle günah bataklığına sürüklenir. O yüzden müminin vasıflarından birisi de hataları “affediciolmasıdır. Bu, aynı zamanda Rabbimizin en güzel isim ve sıfatlarının tecellîsidir. O değil midir ki, kullarının kendisine karşı işlediği onca ma’siyete rağmen yine onları affediyor, günahlarını setrediyor. Yine o değil midir ki, kullarını, bütün eksik ve kusurlarına rağmen şefkat, merhamet ve lûtfundan mahrum bırakmıyor!..

Öyle ki, insanoğlu, kendisinin bir damla sudan, bir kan pıhtısından yaratıldığını unutup Rabbine meydan okur da sonra hatasını anlayıp O’nun kapısına müracaat ettiğinde, yine O’nu merhametli bir Rab olarak bulur. Elbette ki bu, O’nun şanından, yüceliğindendir. Bize de O’nun bu yüce ahlâkından hisseler almak düşer.

Mümin, günahkâra değil, günaha karşı tavır içinde olmalıdır. Suçluya değil, suça karşı olmalıdır. İnsan, yaratılış itibâriyle hatadan berî değildir. O yüzden hata içine düşmek, her birimiz için ve her an mukadderdir. Dolayısı ile hatadan ve hata içinde olanlardan kendimizi müstağni görmek, aslında en büyük hatalardan birisidir.

Bu cümleden olarak Peygamber Efendimizin hayatı boyunca hep af yolunu tercih ettiğini ve böyle olduğu için hep kazanan taraf olduğunu görmekteyiz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimizin, en sevgili Rasûlü’ne öğüdü de bu yöndedir:

“Sen af yolunu tut, iyiliği (İslâm’ın ve aklın uygun bulduğu şeyleri) emret ve câhillerden yüz çevir. (el-A’raf, 199)

Müminin dilinden düşürmemesi gereken dulardan biri de, Peygamberimizin Hazret-i Âişe Annemize öğrettiği:

“Allâh’ım!.. Sen affedicisin, affı seversin, o hâlde bizi de affeyle!..” duâsı olmalıdır.

* * *

Affetmek, insanın yüreğinde bulunan sevgi ve marhamet duygularının nefsî duygulara gâlip geldiğinin göstergesidir.  Rabbimizin “Afüv” sıfatı da onun kullarına karşı merhametli ve bağışlayıcı olduğunu gösterir. Kur’ân-ı Kerîm’de “cezâ” kelimesinin 117 defa geçmesine karşın “af” kelimesi, 234 defa geçmektedir. Bu da Rabbimizin  merhametinin her zaman gazabından önde olduğunu ortaya koymaktadır.

Rabbimizin affediciliğini izah eden onlarca âyet-i kerime vardır. Bu âyet-i kerimelerin hemen hepsinde dikkatimizi çeken husus, affetmenin her vesileyle teşvik edilmesidir.

İşte o  âyet-i kerimelerden bir kaçı:

Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse, artık onun ecri Allâh’a aittir. Gerçekten O, zâlimleri sevmez.” (eş-Şûrâ, 40)

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, çoğunu da affeder.” (eş-Şûrâ, 30)

İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler. Bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allâh’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)

 “Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O’dur.” (eş-Şûrâ, 25)

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çileli hayatında, kendisine yapılan onca eziyet ve işkenceye rağmen hep af yolunu seçtiğini görmekteyiz. Mekke’de gerek kendi kabilesi, gerekse diğer düşmanları tarafından devamlı sûrette işkence ve tehdit altında olmasına rağmen, kendisine bu zulmü revâ gören o insanların İslâm’ı seçmelerini müteâkip onları bir kardeş bilmiş ve yaptıklarından dolayı onları ne kınamış, ne ayıplamış ve ne de onlara yaptıklarının cezasını tatbik etmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in affı ne kadar sevdiğini gösteren pek çok hâdise vardır. Bunlardan biri, İslâm’a ve Müslümanlara sayısız düşmanlık yaptıktan sonra İslâm’ı seçen Ebû Cehil’in oğlu İkrime’ye muâmelesidir. O İkrime ki, Mekke Fethi esnasında bile Müslümanlara karşı harb edip saldırmaya çalışılmış, kendisini görüldüğü yerde cezalandırma ruhsatı çıkarılmıştı. Gizlice Yemen’e kaçtı ve sonra karısı vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’in huzuruna geldi. Cezalandırılmayı, en azından kınanmayı beklerken, Allah Rasûlü’nün mütebessim çehresiyle ve:

“–Ey göçmen süvârî, hoş geldin!” ifadeleriyle karşılandı. (Tirmizî, İsti’zân, 34/2735)

Yine Efendimizin gözünün nûru, kızı Zeyneb’i deveden düşüren Hebbâr’ı da affetmesi, O’nun yüce bir şahsiyete sahip bir insan olduğunu ortaya koyar:

Hebbâr bin Esved de İslâm düşmanlarının önde gelenlerinden biriydi. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Zeyneb -radıyallâhu anhâ- Mekke’den Medîne’ye deve üzerinde hicret ederken, ona kasden mızrağıyla vurarak onu deveden düşürmüştü. Hazret-i Zeyneb, o esnada hâmile olduğundan çocuğunu düşürmüş ve ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bu yara, kısa bir müddet sonra da vefâtına sebep olmuştu.

Hebbâr, bunun gibi daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçtı ve ele geçirilemedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’de ashâbıyla oturduğu bir esnâda huzûr-i saâdete gelerek müslüman olduğunu bildirdi. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu da affetti. Ashâbına, ona hakâret etmeyi ve târizde bulunmayı dahî yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

Aynı şekilde Allah Rasûlü Efendimiz’in bizzat canına kasdeden bir sihirbazı da affetmesi O’nun ne denli merhamet ummanı olduğunu en güzel şekliyle ortaya koymaktadır:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine sihir yaparak hastalanmasına ve ıztırap çekmesine sebep olan münâfık Lebîd’i ve onu bu işe teşvik eden kimseleri vahiy yoluyla öğrenmişti. Lâkin Lebîd’in ne yüzünü gördü, ne de bu suçunu dile getirip başına kaktı. Hayâtına kastetmiş bulunan Lebîd’i ve mensûb olduğu Benî Zurayk Kabîlesi’nden hiç kimseyi de cezâlandırmadı.

Hazret-i Âişe vâlidemiz:

“-Yâ Rasûlallâh!.. Sana sihir yapan şu kimseyi teşhir edip (insanların ortasında) rezil rüsvâ etsen olmaz mı?” diye sordu.

Âlemlerin Efendizi şu muhteşem cevâbı verdi:

“-Allah Teâlâ bana şifâ verdi, ben de insanlar üzerine şerri yaymak ve onlara kötülük etmek istemem.” (Buhârî, Edeb, 56)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini mağfiret eylemesi için Allâh’a çokça duâ ederdi. (İbn-i Mâce, Menâsik, 56; Ahmed, IV, 14)

O’nun savaş esirlerine davranışı, onları affetmesi de nübüvvet şânındandır. Çünkü O, hayatı boyunca kimseye nefsi için kin tutmamış, severken de Allah için, kin duyarken de yine Allah için bunu yapmıştır. O’nun gönlünde zerre kadar şahsî hırs ve nefret yoktu. Çünkü O, rahmet peygamberiydi; sevgi ve muhabbetle gönderilmişti. Tâif yolculuğu sırasında kendisine eziyet edenlere bile:

-Yâ Rabbi, onlar bilmiyorlar. Bilseler, böyle yapmazlardı!...” diyerek duâ etmiş, onların bağışlanmalarını ve hidâyetini dilemişti.

O, merhamet ummânı idi. En sevdiği amcası Hazret-i Hamza’yı, vahşice şehid eden Vahşî ile onu buna teşvik ederek harb meydanında Hazret-i Hamza’nın ciğerini dişleyen Hind’i bile, Müslüman olduklarında sorgusuz suâlsiz affetmişti. Şöyle ki:

Mekke’nin fethedildiği gün, Hind, bey’at etmek isteyen diğer kadınlarla birlikte Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûruna geldi. Tanınmamak için yüzünü peçelemiş, kılık-kıyâfetini değiştirmişti. Öldürülmekten korkuyor, Peygamber Efendimiz’den uzak duruyordu. Diğer kadınlar konuşmayınca Hind:

“-Yâ Rasûlallâh!.. Allâh’a hamd olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dînini üstün kıldı. Muhakkak ki, Sen’in rahmetin bana da dokunacaktır! Ey Muhammed! Ben şimdi Allâh’a inanmış ve O’nu tasdik etmiş bir kadınım!..” dedi. Sonra yüzünden peçeyi açıp:

“-Ben, Hind bint-i Utbe’yim! Allah geçmiş günahları affeder. Sen beni bağışla ki, Allah da Sen’i bağışlasın!..” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tebessüm etti, Hind’i yanına çağırdı ve:

“-Demek sen Hind bint-i Utbe’sin?!” buyurdu. Hind:

“-Evet!” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Merhabâ, hoş geldin!..” buyurdu. Hind:

“-Vallâhi yâ Rasûlallâh!.. Dün, yeryüzünde Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar zillete ve hakârete uğramasını istediğim başka bir kimse yoktu!.. Bugün sabaha çıktığımda ise, Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar izzet ve şerefe nâil olmasını istediğim başka biri yok!..” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Senin bu hâlin daha da artacaktır!” buyurdu. (Zemahşerî, VI, 107)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kelime-i tevhîdin şânı hürmetine Hind’i ve daha nice zâlimleri bağışlamış ve onların kalplerindeki küfür ve isyanı, iman ve hidâyete çevirmiştir.

O, kendisine yıllarca her türlü hakaret ve işkence yapanları, gönül huzuru ile affedebilmişken, bizim kalbimiz neden katı? Biz, mü’min kardeşimizi bile en küçük bir hatasında nasıl silip atabiliyoruz?! Rabbimiz, bizim kalbimize de affı, merhamet ve muhabbeti sevdir. Yüreğimizi genişlet. Kalbimizde, Müslüman kardeşlerimize karşı kin, husûmet ve nefret bırakma. Bizi, affeden, affı seven ve affedilenlerden eyle!.. Âmin.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle